Edebiyat ile politika arasındaki hat

Hatice Günday Şahman'ın ilk kitabı Kırmızı Etek Ayizi Kitap’tan çıktı. Kırmızı Etek, politik doğruculuğa düşmeden, cesur ve yalın bir anlatım dili kuruyor. Dahası, yaş, cinsellik, cinsel yönelim, kadına yönelik şiddet, anne kız çatışması gibi mevzuları ahlakçı bir konum almadan öyküleştiriyor.

Google Haberlere Abone ol

A. Nevin Yıldız

DUVAR - Türkiye, özellikle de son yıllarda, haberlerin büyük hızla geçip gittiği bir ülke. Oysa o haberlerin kahramanları var. Bazen mağdurları, bazen ölüleri, bazen katilleri. Bazen, o haberlerde yaşadığımız ne varsa, hepsini birden bulabileceğimiz ayrıntılar var. Üzerinde durmadığımızdan, duramadığımızdan belki bu kadar hızla ve umutsuz geçip gidiyor günler. Hatice Günday Şahman'ın Ayizi Kitap’tan çıkan ilk öykü kitabı Kırmızı Etek, sadece kadınlık değil erkeklik hallerini de anlatan ve o haberlerin, yani yaşadıklarımızın üzerinde duran on yedi öyküden oluşuyor.

Metinde Türkiye’nin siyasi tarihi, gündelik yaşam pratikleri dahası gazetelerin üçüncü sayfalarını dolduran ve üzerinden kolayca adi vaka diye geçilen politik mevzularıyla yüzleşiyoruz. Yazarın konu seçiminde olduğu gibi yazım dilinde de aldığı gazetecilik eğitiminin izlerini görebiliyoruz. Birbirinden derin ve ağır mevzuları konuşur gibi, tane tane ve olabildiğince yalın bir dille anlatıyor. Üslubundaki serin kanlılık, okuyucuya da bulaşıyor, zira bu dil bize hiçbir şeyin göründüğü kadar basit veya hissettiğimiz kadar karmaşık olmadığını hatırlatıyor.

Kırmızı Etek, Hatice Günday Şahman, Ay İzi Kitap, 120 syf., 2018.

POLİTİK OLANIN ÖZEL OLANI YARALAYIŞI

Gezi olaylarından esinlenerek yazdığı “Bayrak Yarışı” gibi 10 Ekim Barış Mitingi'ni anlattığı “Halay”da da anlatısını gündelik olanın, insani olanın sıradanlığından hareketle kuruyor. Kurduğu bu anlatı ile esasında ‘politik’ olanın özel olanı nasıl yaraladığını hatırlatıyor. Yazar, böylece edebiyat ve politika arasındaki hattı örüyor sakince, bu hatta görünür bir kötü olarak devlet geleneği duruyor karşımızda. Oysa sıradan ve gündelik olanın içinden beslenen kötülüklerde bu hat flulaşıyor.

Kadına yönelik şiddetin türlü veçhelerini, anne kız çatışmasını, ya da cinsel yönelim meselelerini ele alırken mağdur ve fail arasındaki ilişkinin birden fazla yüzü olduğu hissini, tarafları yargılamadan incelikli bir biçimde aktarıyor okuyucuya. Bu üslup, kitabın girişine kondurduğu Ataol Behramoğlu’nun şu dizeleriyle kol kola gidiyor :“Öğrendim ki... Ne kadar küçük dilimlersen dilimle, her işin iki yüzü var

Her şeyin iki yüzünün olduğunu, tabu sayılan, konuşulmayan ya da konuşulacak kadar önemli bulunmayan mevzularda bir bir döküyor ortaya. Bazı öykülerinde kadınların yazılmayan deneyimlerini ete kemiğe büründürüyor, bazılarında yazılamayacak kadar mahrem sayılanları...

Mesela “Çok Geç” bir taraftan Türkiye’deki sol mücadele içinde yer almış kadınların görünmez tarihine ışık tutarken diğer taraftan da bu tarihin küçük bir kız çocuğunda bıraktığı yaraları görünür kılıyor. “Çok Geç”, bir yanıyla bir anne kız öyküsü iken diğer yanıyla siyasal mücadeleler içinde savrulmuş, bedeller ödemiş bir kadının öyküsü oluveriyor. Dilimleri küçülttükçe yüzleri artıyor olayların, öykülerin katmanları çoğalıyor, inceliyor, inceliyor... Onlar inceldikçe fail ve mağdur arasındaki denge de bozuluyor, suçlu ya da sorumlu olarak işaret edilecek biri ya da birileri kalmıyor geriye. Flulaşan bu dengede sistem kendini büyük suçlu olarak kurarken, mağdurun veya madunun koşullar elverince kolayca faile dönüşebileceği ortaya çıkıyor.

KİMSE KOLAYCA 'KURBAN' DEĞİL!

Kitaba adını veren “Kırmızı Etek” adlı öykü, sınıf, cinsiyet, cinsel yönelim meselelerini bir bir kat ederken, esasında kimsenin kolayca ‘kurban’ olamayacağını da gösteriyor bize. Kurbanı olduğu sistemin yeniden üreticisi olarak varlık gösteren birer aktör olarak sahnede yer alan öykü kahramanı, hiç beklenmedik bir yerde erkek egemen sistemle ilişkileniyor. Yazarın anlama çabası sayesinde hep konuşmayı ihmal ettiğimiz madunun madunla ilişkisiyle karşı karşıya kalıyoruz, perdesiz ve yalın bir biçimde.

Durum böyle olunca da farklı deneyimleri, yaslandıkları siyasal ve kültürel bağlamları ile konuşturan diyalojik bir anlatı çıkıyor ortaya. Zaman zaman bu diyaloji kızdırıyor da bizi. Zira kadının maruz kaldığı hak ihlallerine ve baskıya tanıklık ederken bir anda bir erkeğin hem de şiddet faili bir erkeğin 'ama'ları ve 'fakat'ları dökülüyor öykünün içinden. “Son Koz” elinden kavrayıp okuyucuyu, failin kendiyle konuşmalarına doğru çekiştiriyor.

Kırmızı Etek, politik doğruculuğa düşmeden, cesur ve yalın bir anlatım dili kuruyor. Dahası, yaş, cinsellik, cinsel yönelim, kadına yönelik şiddet, anne kız çatışması gibi mevzuları ahlakçı bir konum almadan öyküleştiriyor. Türkiye’nin politik geçmişinde yaşanmış ve bugününü belirleyen travmaları gündelik, insani olandan, yani yaşamın sıradanlığından okuyor. Her iki okuma türü de insani olanı anlama çabasını içeriyor.