Gaye Boralıoğlu: Erkek ilk olarak babaya toslar

Gaye Boralıoğlu ile son kitabı Dünyadan Aşağı üzerine konuştuk. Boralıoğlu, "İktidar vardır, hakikattir ve başkaldırılması gereken bir insanlık halidir. İktidar insan bünyesindeki başkasını hedefleyen kötülüğün kurulu ilk mekanizmasıdır" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Gaye Boralıoğlu'nun yeni kitabı Dünyadan Aşağı, İletişim Yayınları etiketiyle okuyucu ile buluştu. Baba - oğul ilişkisi ekseninde Türkiye'nin son yıllardaki değişen kimliğini ve bireyin içindeki saf kötülük ve iyilik kavramını sorgulayan metin, Türkçe edebiyatta yeni bir ses olma iddiası taşıyor. Dildeki sadelik ve sinematografik anlatımıyla okurda kuvvetli bir edebi tat bırakan ve  çok sesli anlatımıyla edebiyatın tüm imkanlarının yakasına yapışan, Özge Dirik'in "Bir çocuğu kemiren ya bir babadır ya da yokluğu" dizeleriyle daha ilk andan kendi personasını çizen Dünyadan Aşağı'yı Gaye Boralıoğlu ile konuştuk. Boralıoğlu, "Her birey boşlukta belli bir yer kaplar, kadın varlığı o yeri düzenlemek, hoşlaştırmak ya da kendine uydurmak derdindeyken, erkek varlığı o yeri genişletmek arzusundadır, bunu yaparken de ilk olarak baba meselesine toslar" dedi.

Özge Dirik’le başlamak istiyorum. ‘Baba’nın Dünyadan Aşağı ile meselesi nedir?

Eh bu soru biraz beni şaşırttı. Dünyadan Aşağı’daki babalık meselesini anlatmak kolay, üç kuşak baba-oğul ilişkisi, vasat bir erkek olarak Hilmi Aydın’ın babasıyla, dolayısıyla otoriteyle olan kaçak göçek ilişkisi diye tarif etmek mümkün, ama siz soruyu tersinden sordunuz. Belki şöyle söyleyebilirim. Her birey boşlukta belli bir yer kaplar, kadın varlığı o yeri düzenlemek, hoşlaştırmak ya da kendine uydurmak derdindeyken, erkek varlığı o yeri genişletmek arzusundadır, bunu yaparken de ilk olarak baba meselesine toslar. Kendi alanına babayı, öyle ya da böyle bu otoriter varlığı nasıl sığdıracak ve nasıl özgürleşecek. Bu imkânsız savaşı kazanabilecek mi? Bu hayati bir sorudur, bir anlamda dünyaya tutunma hali. Barış olursa birlikte yaşamayı öğrenirler, olmazsa biri aşağı düşer. Romanın ana karakteri Hilmi Aydın’ın temel meselesi de budur aslında, dünyadan aşağıya düşmemek.

Romanın yazım sürecini sizden dinlemek isteriz.

Aşağı yukarı iki yıl sürdü. Memleket tarihinin en berbat yıllarından ikisi. Dünyadan Aşağı zor bir kitap. Kitap içinde kitap var. Birkaç anlatıcısı var, zamanda gidip gelmeler, dil oyunları var. Şimdi dönüp baktığımda böylesine dertli bir süreçte böyle ağır bir işin altına nasıl girdiğime hayret ediyorum. Şeytan azapta gerek diye düşündüm herhalde. Bir yandan da tabii yazarken müthiş bir haz aldım. Bazı bölümleri ayin gibi yazdım. Kitap bittikten sonra defalarca üzerinde çalıştım. Bittiğinde çok üzüldüm, kimsesiz kalmış gibi hissediyorum biraz, çünkü hayatımda, zihnimde çok büyük bir yer kaplıyordu. Yaşarken bir yandan yazmadım bu kitabı, yazarken bir yandan da yaşadım.

'SU, UMUTTUR'

Metin deniz kenarında açılıyor. Deniz atmosferini seçmenizin nedeni nedir? Suyun akması, yaşam ile ölüm arasında geçen zamanı anlatan bir metafor mudur?

Akan bir su benim için her zaman hayatta kalma dürtüsü ve aynı zamanda değişme ihtimalidir. İnsan yavrusu karaya fırlatılır, hikâyesiyle birlikte. Akıp giden nehir o hikâyenin değişebilirliğine işaret eder ki, bu da bir umuttur. Belki bilinç altımda bu hissiyatın etkisi vardır, belki Balat gibi su kenarı bir semti de romanın mekanı olarak bunun için seçmişimdir.

Baba-oğul etrafında gelişen ve yer yer iktidar mücadelesinin parladığı bir hikâye anlatıyorsunuz. Buradan bakarak iktidar mefhumu sizin için ne ifade ediyor?

Hilmi’nin babası Selim Aydın kendince en iyisini yapmaya çalışan, göstermeden ezen, şiddet kullanmadan döven bir adam. Aslında bir iktidar ilişkisinin ilk hali var bu baba-oğul durumunda. Bir baba ilk çocuğunu kucağına aldığında iktidar ilişkisi başladı. İktidar vardır, hakikattir ve başkaldırılması gereken bir insanlık halidir. İktidar insan bünyesindeki başkasını hedefleyen kötülüğün kurulu ilk mekanizmasıdır.

Hilmi Aydın anti-kahraman bir rol çiziyor. Hem korkak hem de cesur… Okuru arada bırakan bir yanı var. Hilmi Aydın nasıl ortaya çıktı?

Etrafımızı sarıp sarmalayan, burnumuzun ucunda duran o yüzden de göremediğimiz vasatlık üzerine yazmak istedim aslında. Hilmi Aydın hevesle kalkışan ve fakat tembel olduğu için çabucak vazgeçen, kolayca bahaneler üretebilen, köşeye sıkışmadan bile kıvrılabilen, riyakarlığı, sahteliği, yan yollara sapıvermeyi insanlık hali sanan bir adam. Çok tanıdık bir yandan da değil mi? Aslında Hilmi Aydın’ın bize tanıdık gelmesi, yaşadığımız değerler çöküşünü ne kadar içselleştirdiğimizle ilgilidir. Umarım bunu sorgulayabilecek cesareti buluruz hep birlikte.

'İNANÇ ARAÇSALLAŞIRSA UCUBELEŞİR'

Hilmi Aydın, ölüm korkusu yaşayan bir fani ve bir anda ‘Müslüman’ oluyor. Burada ciddi bir toplumsal eleştiri olduğunu düşünüyorum. Günümüz siyasi atmosferi sizi ne kadar etkiledi?

İnanç hakiki bir şeydir, içseldir ve yalnızca kendinden menkuldür. Araçsallaşınca, en hafif deyimle ucubeleşir, çirkinleşir ve hatta bir tehdit haline gelir. Biz bu halin her türlü versiyonunu yaşayan bir kuşağın çocukları olduk ne yazık ki. İnsanlar vicdanlarını, ahlaklarını dine tahvil ettiler ve böylece her türlü sorumluluktan azade bir şekilde yiyip içiyorlar, daha da fenası yakıp yıkıyorlar, din adına. Hazin bir devirdeyiz. Hilmi Aydın’ın cehennem korkusu da bana bir yandan hazin geliyor. Kendini o korkuya uydurma çabasının beyhudeliği acınası aslında.

'HİLMİ AYDIN ÇEKİLECEK ADAM DEĞİL'

Dünyadan Aşağı, anlattığı karakterleri yakından tanıyan ve onların varoluş biçimlerine saygı duyan bir roman. Bu noktada karakterlerinizi ete kemiğe bürürken dil işçiliğinde nelere dikkat ettiniz?

Bu romanda dil çok önemliydi. Romanın asıl kahramanı dil olmalıydı çünkü Hilmi Aydın çekilecek adam değil. Hilmi ana kahramanımdı ve adaletli bir şekilde ona söz verdim, dolayısıyla anlatıcılardan biri birinci tekil şahıstır, diğeri ise “Tanrı yazar” diye nitelendirebileceğimiz her şeyi gören, Hilmi Aydın’ın foyalarını ortaya çıkaran, külyutmaz üçüncü tekil şahıs. Bir de kitabın içinde bir başka kitap var, Hilmi Aydın’ın babasının Sırlar kitabı. Onun da kendi zamanına ve karakterine uygun ayrı bir dili var. Her bir anlatım biçemini, romanın atmosferini bozmadan oluşturmam gerekiyordu. İfade ihtimalleriyle, sözcük seçimleriyle ilgili çok uğraştım.

Dünyadan Aşağı, Gaye Boralıoğlu, 274 syf., İletişim Yayınları, 2018.

Bir yandan senaristsiniz ve Dünyadan Aşağı çok sesli, çok sahneli bir roman… Kurgunuzun şekillenmesinde senaristliğinizin etkisi var mı?

Aslında senaryo yazmayı altı-yedi yıl önce bıraktım. Ama on seneden fazla yaptım. Muhtemelen etkisi vardır. Senaryo yazarken öğrendiğim en önemli şey şuydu: Kurgunun birinci kuralı onu gizlemektir. Kurgu görünür olursa hikâyeniz inandırıcılığını yitirir, didaktikleşir, çiğleşir. Bu bilgi edebiyatta da çok işime yarıyor. Kurgu üzerine, dramatik yapı, bu romandaki dramatik dönüşümlerin nasıl gerçekleştiği üzerine söyleyeceğim çok şey var aslında, ama belki kitap biraz daha fazla okunduktan sonra bunu tartışmak daha anlamlı olur. Henüz çok yeni.

Sahneleri başka anlatıcıların gözünden görüyoruz. Tekrara düşme kaygısı yaşadınız mı?

Tekrara düşmemek için aldığım çeşitli önlemler vardı. Hilmi Aydın’ı daha çok o ana dair konuşturdum. Zihnini bir ana kilitledim, öncesine ya da sonrasına dair cümleler kursa da o anın içinden konuştu. Hikâyenin zaman geçmişini ya da o an olup da Hilmi Aydın’ın bize anlatmadığı bilgileri anlatıcıya bıraktım. Dil işçiliği anlamında da farklı yöntemler kullandım. Ve tabii kitap bittikten sonra defalarca elden geçirdim.

Dünyadan Aşağı’nın esas karakterlerinden biri de yazar. “Şüphesiz ki ben büyük bir yazar değilim. Hasbelkader biraz okumanın, azıcık dikkatin, çokça söyleyemediklerini dile getirme arzusunun verdiği bir cesaretle yazıyorum bu satırları” diyorsunuz. Burada çağına karşı eleştirel yaklaşan bir anlatıcı görüyorum. Sizce günümüz edebiyatının aksayan ve akan noktalar nelerdir?

Selim Aydın masum bir adam bu açıdan. Aslında onunki bir iç dökmesi, bir özenme, heveslenme hali. Ama o yazarken bunun basılabilir bir metin olmadığını da anlamış aslında, dolayısıyla biraz da farkında ne olup olmadığının. Ortalıkta Selim Aydın’dan çok daha az yetenekli ve çok daha cesaretli yazarlar var. Özellikle de internet uygulamaları bir cümle kurunca yazar oldum deme halini besliyor. Çiklet manilerini andıran sözde aforizmalar bilmemkaç tık alınca, o kişi kendini mühim sanmaya başlıyor. Bizim memlekette de biri kendini mühim sanınca herkes ona inanır. Oradan yürüyüp gidiyor hikâye işte. Kitabın hiçbir türüne itirazım yok ama zaten bir avuç çevirmen, o hengâmede boğulup asıl okumaları gereken kitaplara yeterli dikkati vermeyince üzücü oluyor.

Dünyadan Aşağı, suda başladı ve yatağını buluyor. Bundan sonrası için okurlarınızı neler bekliyor?

Dünyadan Aşağı beni yordu epeyce. Bir süre dinlenmem daha doğru olur. Biraz amaçsız okuma yapmak istiyorum. Söz verdiğim bir iki yazı var, onları yazarım. Sonrasına dair bazı plan ihtimalleri var ama dillendirmek için henüz erken.