Elif Çongur: Futbol yazıyorum diye erkeklerin sularında yüzmüyorum

KHK ile ihraç edilen akademisyen Elif Çongur'la son kitabı Köşe Gönderinin Bir Metre Kadar Gerisi üzerine konuştuk. Çongur, "Ömrüm; yüzeyde görünenin altına saklanmış, şifrelenmiş, örtük bırakılmış anlamları aramakla geçti" diyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Yazar Elif Çongur, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nden KHK ile ihraç edildikten sonra, iki yıl içerisinde ikinci kitabı olan “Köşe Gönderinin Bir Metre Kadar Gerisi” isimli kitabını yayımladı. Bir yandan İmge Kitabevi’nde editörlük de yapan Çongur ile seri üretime geçtiği bu puslu zamanları ve spor ile politikayı harmanladığı son kitabını konuştuk.

Öteye beriye, kötü zamanlara aldırmadan üretmeye devam eden Çongur’un görüşlerini anlatan en güzel cümlelerden biri şöyle: Ömrüm; yüzeyde görünenin altına saklanmış, şifrelenmiş, örtük bırakılmış anlamları aramakla geçti.

Elif Çongur

Erkeklerin tekeline aldığı futbol gibi –neredeyse şiddetle özdeşleştirilmeye çalışılan- bir spor dalında, bu alanı marke etmeye, adam adama savunmaya ne zaman karar verdiniz?

Kadınların herhangi bir konuda erkeklerin tekelini pek umursadığını sanmıyorum. Ben de umursamıyorum. Öyle bir gündemim yok, futbol yazdığım için kendimi erkeklere ait sularda yüzüyormuşum gibi de hissetmiyorum. Öyle bir su yok çünkü. Futbol yazmaya başlamak karar vererek gelişen bir iş olmadı benim için. Zaten benim hayatımda genel olarak karar vererek yürümez işler. Herhangi bir konuda düşünüp taşınıp aklımla karar verdiğimi hatırlamıyorum.

Gelişine vururum hep. Spor yazma hikâyemde de öyle oldu. Kitabın önsözünde de anlattığım gibi biraz arkadaş kumpası. Sosyal medyada, maçlardan önce ya da sonra, bazen de maç sırasında yazdıklarımla başladı mesele. Bülent Mumay, hurriyet.com.tr’ye spor yazıları yazmamı istedi, ben de yazamayacağımı düşünüp “Yazamam” dedim. Yazarsın, yazamam, yazarsın derken Ateş Yalazan “Ya bırak yazamaz bu” dedi. Yazmaya başladım. Bir motivasyon biçimi olarak kumpas. Beş sene bitti hâlâ yazıyorum işte.

'ŞU HAYATTA BİR AHMET ERHAN ŞİİRİYLE ÖDÜLLENDİRİLMEK VARDI'

“Köşe Gönderinin Bir Metre Kadar Gerisi” isimli kitabınızda yer alan yazılarınızda futbolun dışında, hemen hemen tüm spor dallarına dair görüşlerinizi ve duygularınızı kaleme alıyorsunuz. Bir bilim olmasının dışında, sporun sizin için kültürel karşılığı nedir?

Ağırlıklı olarak futbol yazmakla birlikte tüm spor dallarını yazıyorum evet. Zaten boks dışında her sporla ilgileniyorum. Kültürel karşılık meselesine gelince; Aristoteles sporun sırrını, “Kim bacaklarını belli bir ritimde, uzun adımlarla hızlı hareket ettirirse iyi bir koşucu; sarılıp boğuşabilen iyi bir güreşçi; yumruk atabilen iyi bir boksör; boksta ve güreşte üstün olan iyi pankration sporcusu, tüm bunlarda iyi olan pentatlonda başarılı olur” diye vermiş. Meseleyi son derece net özetlemiş. Antik Olimpiyat Oyunları’nda bu özeti yerine getirip başarılı olan atletler Zeus Tapınağı’nın arka bahçesinden toplanan zeytin ağaçlarının dallarından yapılmış taçlarla ödüllendirilirmiş. Bazı kaynaklar başarılı sporcuların büyük şairlerin şiirleriyle ödüllendirildiğini yazıyor. Bakın işte bunu eski bir sporcu olarak çok kıskanıyorum. Şu hayatta bir Ahmet Erhan şiiriyle ödüllendirilmek vardı.

Sporun bendeki kültürel karşılığınıysa sanırım en iyi, modern olimpiyatların babası olarak kabul edilen Coubertin’in olimpizm fikri özetliyor: Düşmanlığın sportif rekabetle yok olabileceğine inanan, dünya uluslarının barış ve sükûnetle katılacağı, ırk, din, dil ayrımı gözetmeyen, amatör ruhun yüceltileceği bir yarışma fikri. Sloganı “Daha Hızlı, Daha Yüksek, Daha Güçlü” olan, ama asla kazanmak için her yolun mubah sayan değil tam tersine elinden gelenin en iyisini yapmayı yücelten bir yarışma fikri. Dolayısıyla sporun bu yanına bakıyorum, bu taraflarını yazıyorum.

'FUTBOLU SOKAKTA ÖĞRENDİM'

Köşe Gönderinin Bir Metre Kadar Gerisi, Elif Çongur, 298 syf., İmge Yayınları, 2018.

Yazılarınız için sosyal medyada, “sporun konu edildiği politik yazılar” yorumlarının yapıldığı oluyor. Yazmak istediğiniz, yazmayı düşündüğünüz bir konuya dair izlediğiniz bir formasyon var mı?

Evet evet “spor görünümlü gündem yazıları” ya da “politik spor yazıları” diyorlar. Sporculuk/antrenörlük geçmişimden dolayı sporla ilgili formasyonum var. Futbolu sokakta öğrendim. Politik formasyonumu bu ülkede kırk yıl yaşayarak tamamladım. İyi tamam kırk bir. Bir iki sene için tatsızlık çıkarmayalım şimdi şurada. Sanat, üzerine eğitim aldığım alan. Bu alanlardan başkaca da bir şey yazmayı istediğim yok şimdilik. Olursa gerekeni yaparız.

Endüstriyel olanın karşısına amatörlüğü, şiddetin karşısına sevgiyi, çürümüşlüğün karşısına temiz ve “bizim” kalanı işaret ettiğiniz yazılarınızda, motivasyonunuzu sağlayan inanç ne oluyor? Hayat mı çok kötümser, biz mi çok iyimseriz?

Bu konuda ve her konuda motivasyon sağlayan şey politik görüşüm. Özeti siz yapmışsınız işte; hayat kötü, biz iyiyiz. İnancımız daha iyi bir dünya kurmak üzerine.

Yer yer, sanatla olan ilişkinizin de etkisiyle, sporcuların kahramanlıklarını, sinemanın, tiyatronun nostaljik anlarıyla özdeşleştirdiğiniz izlenimine kapıldık. Küçük ve sıradan hayatımıza etki eden güzelliklerin, aradan yıllar geçtikten sonra başka alanlarda tekerrür ettiğini söylemek mümkün mü?

Bir kere bu ülkede hiçbirimizin sıradan bir hayatı yok. Bir İzlandalının yedi ömrü olsa bir tanesinde bile yaşayamayacağı gerçeküstü şeyleri biz bir günde beş defa yaşıyoruz. Buñuel sineması gözyaşları içinde kalır. O yüzden belki de, bu berbat zamanlarda, bir vakitler hayatımıza değmiş güzellikler, yıllar geçtikten sonra başka başka alanlarda geri geliyor benim için.

Elbette ülkenin eski halinden de memnun değildim, çocukluğumu seksenlerde, gençliğimi doksanlı yıllarda bıraktım. Ama işte seksenlerin zor zamanlarında Adile Naşit’in dokunduğu yer hâlâ sıcak, ne kadar uzağa gitmiş olabilir ki? Bu berbat günlerde de Neşet Ertaş’ı, Nubar Terziyan’ı, Münir Özkul’u, Ahmet Kaya’yı çağırıyor aklımız. Tabii ki bunları söylerken geçmişte yaşamayı, durmadan mazi güzellemesi yaparak bir adım ileri gitmemeyi, saplanıp kalmayı kast etmiyorum. O günlere ait güzelliklerin derin izlerinin sizin ifadenizle bir tür tekerrüründen söz ediyorum. Bu duygu yazdıklarıma yansıyordur.

'GÖRÜNENİN ÖTESİNE BAKMAYA ÇALIŞMAK...'

“Köşe Gönderinin Bir Metre Kadar Gerisi” sporu odağına alarak hayata dair farklı bir bakış açısı sunuyor bizce. Görünenin ötesine bakan, hayatın farklı alanlarıyla paralellikler kurarak yeni bir anlam yaratma biçiminin sizin hayatınıza da sirayet ettiğini söyleyebilir miyiz? Bugünlerde varoluşunuzu, biçimlenişinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Bir tiyatro akademisyeni olarak benim işim buydu bir vakitler. Ömrüm; yüzeyde görünenin altına saklanmış, şifrelenmiş, örtük bırakılmış anlamları aramakla geçti. Tiyatro metni çözümlemekle, oyunun derin anlamını öğrenciye, oyuncuya, seyirciye aktarmaya çabalamakla. Dolayısıyla alışık olduğum bir pratik görünenin ötesine bakmaya çalışmak. Esasında bakın çok şık soru, şimdi siz sorunca düşündüm, sanırım hayatımın geneline tiyatro eğitiminden ve hocalığından sirayet etmiş bir bakma biçimi oluşmuş fark ettim ki.

Mesela başkaları için büyük sıkıntılara yol açabilecek meselelerde, günlük tartışmalarda, kavgalarda karşı tarafın defterini dürmek yerine “Acaba ne derdi var? Vardır bir sebebi böyle yapmasının,” filan diye sorarken bulurum kendimi. Hep bir sebep arama, derinde yatanı bulma/anlama çabası, görünenin her zaman gerçek olmadığı fikri iliklerime işlemiş. Hayatın farklı alanlarıyla paralellikler kurmak da biraz algıyı açık tutmakla ilgili sanırım. Burun kıvırmamakla ilgili. Kalbimin telini titreten, şurama dokunan her alanla ilgilendim hep. Ferdi Özbeğen şarkılarından Çehov oyunlarından öğrendiğim kadar çok şey öğrendim. Varoluş makasım biraz açıktır yani benim. Dün de böyleydi bugünlerde de böyle.

Son iki sene de, iki adet kitap yayımladınız. Üretime tüm hızınızla devam ediyorsunuz. Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı?

İlk kitabım “Senin Adamın Gol Diyo” Kasım 2015’te çıkmıştı. 2017’nin Şubat ayında üniversiteden ihraç edildim, Mart’ta ikinci kitabım “Ulusal Kimliği Tiyatro ile Kurmak”ı çıkardım, bir tür ayakta durma biçimi sanıyorum. Üniversiteden atılmamın seneyi devriyesinde de “Köşe Gönderinin Bir Metre Kadar Gerisi” çıktı. Uzun isimli yeşil kitaplar yazıyorum. İhraçtan sonra yeni mesleğim editörlük. Tiyatro akademisyenliğinden ve spor yazarlığından daha deli işi bir iş varsa o da editörlükmüş. Ayrıntısı, emeği, göz nuru çok. Şimdiden kendi çalışmalarım için isim ya da tarih vermeyeyim ama editörlük her an yeni bir çalışmayı yayına hazırlamam anlamına geliyor. Muazzam iş.