Yeni Film Dergisi editörü Yusuf Güven: Kültürel yozlaşmada eleştiriye ihtiyacımız var

Yeni Film Dergisi editörü Yusuf Güven ile Türkiye'deki dergicilik mefhumunu ve siyasi iklimin üretime etkisini konuştuk. Güven, "Uzun yıllardır çıktığımız ve dergiciliği eleştirel bir bakışın yansıtıldığı bir ortam olarak kullandığımız için yazmaya yeni başlayanlar açısından çekici bir seçeneğiz" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Yayın hayatına Nisan 2003 tarihine “merhaba” diyen Yeni Film Dergisi, alanında üretim yapan pek çok dergiye göre teorinin altındaki çizgiyi kalın kalın çizerken, toplumsal mücadeleden bağını koparmadan pratiğe dair sanatsal çabalara da yön vermeye çalışıyor.

Günümüzdeki sanat anlayışını, politik olanın ne kadar kişisel ve yaşamdan koparılamayacağını da savunduğunu anladığımız derginin editörlerinden Yusuf Güven ile Türkiye dergicilik üretimini, Yeni Film dergisinin pozisyonunu ve sinema anlayışını konuştuk.

Güven, Yeni Film dergisinin ideolojik altyapısını şu sözlerle açıklıyor: Türkiye’nin içinde bulunduğu kültürel yozlaşma dikkate alındığında eleştirel bakışa hepimizin ihtiyacı var. Biz yazılarda öncelikle sinemanın toplumsal süreçlerle ilişkilendirip ilişkilendirilmediğine bakıyoruz. Çünkü sinema sadece bir hikâye değil aynı zamanda tarihsel, kültürel ve toplumsal geniş bir çerçevenin içine oturuyor.

Kültür ve sanat üzerine herhangi bir yazı kaleme alan bir yazar, derginize nasıl ulaşıyor?

Dergimize e-posta yoluyla ulaşılıyor genelde. Web sitemizde iletişim bilgilerimiz yer alıyor. Bunun dışında aslında çok geniş olmayan bir camiadan bahsediyoruz. Bir şekilde derginin ana kadrosunda yer alan yazarları tanıyan insanlar oluyor. Onlarla da birebir iletişim içinde oluyoruz.

Bir eleştiri ya da kritik yazısında sizin için bağlayıcı olan temel felsefeyi nasıl nitelersiniz? Dünyadaki pek çok sinema dergisinin Marksizm’in ve Frankfurt Okulu’nun düşünsel yapısı ile şekillendiğini düşünürsek Yeni Film’in ideolojik altyapısını nasıl açıklarsınız?

Bizi de şekillendiren benzer bir düşünce dünyası aslında. Türkiye’nin içinde bulunduğu kültürel yozlaşma dikkate alındığında eleştirel bakışa hepimizin ihtiyacı var. Biz yazılarda öncelikle sinemanın toplumsal süreçlerle ilişkilendirip ilişkilendirilmediğine bakıyoruz. Çünkü sinema sadece bir hikâye değil aynı zamanda tarihsel, kültürel ve toplumsal geniş bir çerçevenin içine oturuyor. Güncel bir sanat olarak o çerçeve ile kurduğu ilişkiye göre filmin değeri ortaya çıkıyor ve kalıcılığını da bu şekilde sağlıyor. Bugün geriye dönüp baktığımızda Yeni Dalga, Yeni Gerçekçilik gibi akımların köşe taşı filmler ya da büyük yönetmenler kuşağı olarak adlandırdığımız Antonioni, Bergman, Angelopoulos gibi sinemacıların filmleri, 3. Dünya'dan örnekler hep bu derinliği taşıdıkları için kalıcı olmuştur. Aynı zamanda döneminin sorunsallarına da yanıt aramış filmlerdir bunlar.

'BEKLENTİMİZ KENDİ KENDİNİ İDARE ETMESİDİR'

Dergicilikte editör- yazar ilişkisini nasıl yorumlarsınız? İlk kez bir dergiye yazı gönderen bir yazarın editörle ilişkisi, ona bakış açısı ne oluyor?

Bu aslında bizim için çok sık yaşanan bir durum değil. Uzun periyotlarla çıkan bir dergi olarak sürekli sinema yazmak isteyenler için çok cazip bir dergi değiliz. Diğer yandan uzun yıllardır çıktığımız ve dergiciliği eleştirel bir bakışın yansıtıldığı bir ortam olarak kullandığımız için yazmaya yeni başlayanlar açısından çekici bir seçeneğiz. Bu durumda bir dönem “yetiştiriyoruz” yazar adayımızı. Yazılar eleştiriliyor, baştan yazılabiliyor. Emekten, eşitlik ve özgürlükten yana bir arayışın, mücadelenin bir parçası olarak gördüğümüz dergide yazarlarımızla sadece sayfaları paylaşmıyoruz diyebiliriz.

Geçen seneki üretiminiz nasıldı? Ekonomik krizin yaptırımı oldu mu? Krizin sürekliliğinden ve üretiminizin niteliğini etkilediğinden bahsetmek mümkün mü?

Burada bir noktayı açıklamamız lazım. Bizim dergiden ekonomik beklentimiz kendi kendini idare etmesidir. Çünkü bizim için sinema yazmak kendimizi gerçekleştirdiğimiz bir alan, maddi bir beklentimiz yok. Bunu da şimdiye kadar başarıyla yaptık. Diğer yandan yazarlara telif ödeyemiyoruz çünkü profesyonel bir dağıtım ağı ile anlaşmalı olmadığımızdan derginin ekonomik bir artı değer yaratması çok mümkün görünmüyor. Ayrıca reklam almıyoruz ve sponsorumuz da yok. Bunu da derginin bağımsızlığını koruması açısından olmazsa olmaz bir koşul olarak görüyoruz.

Geçen seneki üretimimiz ise geçmiş yıllarla paraleldi diyebiliriz. İlk amacımız Türk sinemasını, belgesel sinema ile birlikte kapsayacak sayılar çıkarmak. Bunun dışında, dünya sinemasında da ticari ağın dışında kalan kurmaca ve belgesel filmlere dergide yer veriyoruz.

'SOSYAL MEDYANIN ALDATICI BİR YANI DA VAR'

Sosyal medyanın okur ile iletişimde dergiciliğe ne gibi katkıları oldu? İnternetin üretim ve tüketim bağlamında dergiciliğe etkisi sizce nedir?

Sosyal medya tabii ki okuyucuyla iletişim kurmak için çok faydalı bir kanal. Fakat aldatıcı bir yanı da var. Örneğin Zeki Demirkubuz’un takipçilerinin yarısı filmlerini izlese sanırım box ofiste üst sıralarda yer alırdı. Dergiye ulaşamayanlar da bazen sosyal medya üzerinden bizi haberdar ediyor. Bu da olumlu bir taraf.

Sorunuzun ikinci kısmına gelirsek wikipedia’ya bir yıldır ulaşım imkanının olmadığı bir ülkede internetin faydalarından önce tartışmamız gereken başka sıkıntılar olduğunu söyleyebiliriz. İnternette güvenilir bilgiye ulaşmak da başka bir sorun, çoğunlukla bir kaynaktan alınan materyal pek çok yerde kendini tekrar ediyor. İki açıdan internet çok faydalı: Birincisi bir film üzerine yazılan eleştirilere topluca ulaşmak mümkün oluyor, ikinci olarak da imdb gibi film veritabanlarından filmlerin künyeleri ile ilgili bilgilere, bir yönetmenin filmografisine ulaşmamızı sağlıyor. Biz internet dergisi olmak istemiyoruz. O yüzden götürebildiğimiz noktaya kadar basılı olarak yayın hayatımıza devam edeceğiz.

'70'Lİ 80'Lİ YILARDAKİŞ DERGİLER ÇOK DAHA DERİNLİKLİYDİ'

İçinde bulunduğumuz yıllar itibariyle portal ve dergi sayısının artması durumunu nasıl yorumlarsınız? 70’li ve 80’li yıllara nazaran, niceliğin ve niteliğin –olumlu ya da olumsuz- değiştiğini söylemek mümkün mü?

Nicel bir artış olduğu doğrudur. Diğer yandan filmlere, basılı kaynaklara ulaşım olanakları da katlandı. Kısıtlı olanaklara rağmen 70’li-80’li yıllardaki dergiler çok daha derinlikliydi. Çünkü o kuşak ulaştığı az sayıdaki kaynağın hakkını veriyordu. Yabancı dil bilenler şimdiye nazaran az da olsa Avrupa ve Amerika’daki yayınları takip eden sinema yazarı sayısı şimdikinden daha fazlaydı. Sinematekte izleyebildikleri filmler üzerine etraflı tartışmalara ve analizlere girişiyorlardı. Şimdi ise hızlı bir tüketim sözkonusu, biraz daha derinlikli bakabilmeyi bilmeliyiz.

'GEZİ'NİN İNTİKAMI OHAL İLE ALINIYOR'

Yazın dünyasının özellikle Gezi Direnişi ile beraber insanların politikleşmesi sonrası, talep görmesinin dergiciliğe olan etkisi nedir sizce? Bu durum üretiminizi nasıl etkiledi?

Bizim durumumuz çok değişmedi ama yeni yeni dergiler çıktığı doğru. Diğer yandan OHAL’le birlikte pek çok dergi kapatıldı. En başta yıllarca çıkmış olan Evrensel Kültür’ü saymak gerekir. Nitekim bizim yetişmemizde de payı olan köklü bir dergidir Evrensel. Bu kültür dergisinin niye kapatıldığını bilen var mı? Gezi’nin intikamı OHAL’le alınmaya çalışıldı bana göre, insanlar sindirmek, susturmak isteniyor. OHAL altında seçime girdi bu ülke ve her yerde iktidar temsilcisinin silueti vardı. Neyi oyladığını sandığa gidenler biliyor muydu sizce? Yeni yayınlar çıkması elbette çok iyi fakat ne söyleyebiliyoruz, nereye kadar söyleyebiliyoruz buna da bakmak, özgürlük alanını genişletmek için mücadele etmek lazım.

Yazın dünyasını biçimsel ve içeriksel olarak şekillendiren ilk ortamın dergiler olduğu düşünüldüğünde, yazarın yazdıklarını matbu bir mecrada ilk olarak dergilerde görmesinin etkisiyle, dergilerin yazara vaat ettiği şeylerden en önemlisinin özgüven olduğunu söylemek mümkün mü? Dergiler, yazara ne vaat eder? Ya da karşıtını da sormak mümkün: Yazar, dergilere ne vaat eder?

Bu karşılıklı bir ilişkidir. Biz de ekip olarak uzun yıllardır birlikte olmamıza rağmen hala birbirimizden alacak ve verecek çok şeyimiz var. Her yeni yazar dergiyi zenginleştirir. Dergi bir ortak akıldır aslında, tek adamcılığın her alanda alıp başını gittiği günümüzde, çok ayrıcalıklı bir durum bir derginin parçası olmak. Aynı şekilde yazar da zenginleşir dergiye katkı verdiği süre boyunca.

Türkiye’de dergi mefhumunun önemli bir gelenek olduğunu söylemek mümkün. Geçmişten bu yana, pek çok yazar bir araya gelerek ortak üretim yapmış, dergiler çıkarmıştır. Kendinizi yakın bulduğunuz bir gelenek oldu mu? 200 sene sonra bugünlerden bahsedildiğinde, üretiminizin hayatla olan ilişkisinin nasıl tanımlanmasını istersiniz?

Evet, bizim derginin adı 80 öncesi Onat Kutlar başta olmak üzere sinema çevresinin buluştuğu Sinematek’in yayın organı Filim dergisinden gelmekte. Sinematek, diğer ülke sinemalarına erişimi sağlayarak Türkiye’de sinema kültürünün oluşmasını sağlamıştır. 12 Eylül’de kapatılan kurumlardan birisidir. Daha sonra Sinematek'e katkı koyanlar İstanbul Film Günlerini ve nihayet İstanbul Film Festivalini yapmışlardır. İstanbul Film Festivali de bugün sinemamızda iyi filmler yapan kuşağı yetiştirmiştir.

Her birini şimdilerde yitirdiğimiz Nijat Özön, Rekin Teksoy ve Giovanni Scognamillo uzun yıllar hem dostumuz, hem ustamız hem de dergiyi çıkarma sürecinde ve yayın kuruluna dâhil olarak bize destek ve katkı veren insanlar oldu.

Üçüncü bin yıl sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada bir bağnazlık dalgasıyla geldi. 200 sene sonra insanlık hala yeryüzünde olacaksa bugünden daha özgür olmalarını ve 2000’lerin başında yaşayanlar da bu özgürlük için mücadele etmişler diyebilmelerini arzu ederiz.