Şiir çevirisi ve sorunları

Çevirmen şair Tamer Gülbek'le konuştuk. Gülbek, "Çeviri işleminde kaynak metinden etkilenmekten ziyade, erek metne kendi genetiğimi yansıttığımı söyleyebilirim. Söyledim, yine söyleyeyim: Bütün bu esneklik ve kişisel seçimler tek bir şarta bağlıdır: “Doğru çeviri” sınırları içinde kalmaya!" diyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Modern Türkçe şiirin kaynakları arasında şiir çevirileri de önemli bir yer tutar. Birçok şair, çevirdikleri şiirlerle kaynağın genişlemesinde önemli katkıda bulunmuştur. Şairlerin anadile şiir çevirilerinin, çevirmenlerin yaptığı aktarmalardan genellikle daha farklı olduğunu, daha özgün olduğunu gösteren birçok örnek söz konusu. Melih Cevdet Anday’ın Edgar Allen Poe’nun “Annabel Lee” başlıklı şiirinin çevirisi de bunlardan biri, hatta en yaygın olarak bilinenidir.

Hem yaygınlığı hem de çeviren şairin kendi özgün katkısını yansıtıyor olması bakımından bunun bir başka örneğini Can Yücel’in Shakespeare’den yaptığı çeviride görürüz. Değişik şairlerden ve dillerden farklı kuşaklardan şiir anlayışlarından yapılan çevirilerin yelpazesi günümüzde daha da açılmış durumda. İngilizceden ama değişik ülkelerden, kültürlerden ve coğrafyalardan şairlerin şiirlerini dilimize aktaran birçok şair var. Ülkü Tamer ve Cevat Çapan’ın çeviri şiirlerden oluşan antolojileri belli başlı kaynaklar arasında yer alır. Şiirin dil içinde bile bir dil olduğu iddia edilir. Öyleyken bir başka dilden şiir çevirmenin birçok engeli aşmak anlamına geldiği de bir gerçek. Günümüzün özellikle İngilizceden yaptığı şiir çevirileriyle dikkat çeken şair isimlerinden biri de Tamer Gülbek. Tamer Gülbek’le şiir çevirisini ve sorunlarını konuştuk…

Tamer Gülbek kimdir? Şiir çevirisine ne zaman, nasıl başladı?

1965’te Ankara’da doğdum. 1983’te Kuleli Askerî Lisesi’nden, 1988’de ise Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldum. Şiire ilgim her dönem devam etmişti, ancak şiir yayımlamaya nispeten geç başladığım söylenebilir. Bu konuda beni teşvik eden arkadaşım ve meslektaşım Cem Uzungüneş’i buradan selamlamak isterim. İlk şiirim “Sipariş” 1998 yılında Varlık’ta yayımlandı. Bu tarihten itibaren çeşitli dergilerde şiirlerim ve şiir üzerine yazılarım yayımlanmaya başladı. Şiir çevirisine ise yine arkadaşım ve meslektaşım olan Nazmi Ağıl’ın yüreklendirmesiyle başladım. Nazmi’yle beraber çevirdiğimiz Alfred Lord Tennyson’dan iki şiir 1999’da TÖMER’in Antalya’da çıkardığı Mavi Portakal adlı dergide yayımlandı. Aşağı yukarı eşzamanlı biçimde Gary Snyder’dan yaptığım bir şiir çevirisi de aynı dergide basıldı. Böylelikle şiir çevirisiyle de ciddi biçimde ilgilenmeye başlamış oldum. 2000’lerin başından bu yana birçok dergide ve antolojide şiirlerimin yanı sıra şiir çevirilerim de yayımlandı.

'ŞİİR ÇEVİRİSİ BENİM İÇİN BİR ZEVK ALANI'

Süren yeni ve geleceğe yönelik çalışmaların, tasarıların var mı?

Çevirmen - şair Tamer Gülbek

Doğruyu söylemek gerekirse, şu son bir iki sene kişisel çeviri serüvenim açısından oldukça renkli geçiyor. Önce şunu ifade edeyim, benim için şiir çevirisi bir iş ya da kariyer olmaktan çok bir zevk alanı. Çünkü hayatta zihinsel olarak uğraşmaktan en çok hoşlandığım iki konunun, İngilizcenin ve şiirin bir araya geldiği mükemmel bir çakışma bölgesi benim için. Genel anlamıyla çeviri, özel olarak da şiir çevirisi tecimsel kaygılarla yapılacak bir iş değil; bunu para için yapmayı düşünen gençler varsa şimdiden uyarmış olayım. Eray Canberk bu konuda şöyle söylemiş: “Çevirmenlik de bir tür ‘aracılık’tır ve her tür aracılığın kazançlı bir uğraş olduğu günümüz dünyasında kazanç sağlayamayan tek aracı da çevirmenlerdir! Ama öte yandan çevirmenler de ‘kaybeden kazanıyor’ ilkesinin en sadık temsilcileridir!”

Ben de bu temsilcilerden birisi olarak, 2017’nin ekim ayında, Kültürlerarası Şiir ve Çeviri Akademisi’nin İzmir’de ilk kez düzenlediği İngilizce şiir çeviri atölyesine katıldım. 7 Ekim Cumartesi ve 8 Ekim Pazar günleri Konak Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen atölye çalışmasında Çağla Meknuze, Cem Uzungüneş, Altay Ömer Erdoğan, Baki Yiğit ve Erkut Tokman ile birlikte yer aldım. Bu iki gün boyunca daha önceden hazırlayıp birbirimize göndermiş olduğumuz Avustralyalı şairlere ait şiirlerin çevirilerini konuştuk, tartıştık ve çevirilere son biçimlerini kazandırdık. Böylece küçük çaplı bir çağdaş Avustralya şiiri antolojisi elde edilmiş oldu. Kendi başına kitap oluşturacak boyutta olmasa da, bir dergide kapsamlı bir dosya için verimli bir çalışma çıktı. Bu çalışmanın bir benzeri de bir ay sonra İstanbul’da çağdaş Yeni Zelanda şiiri üzerine yapıldı. Umarım bu iki çalışmadan elde edilen verim en kısa zamanda okuyucuyla buluşur.

Çevirmenlik her ne kadar yalnız yapılan bir iş olsa da, bu tür ‘işlik’lerin, farklı yaklaşımların birbirleriyle etkileşimde bulunmaları bakımından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bu tür çalışmalar, birden fazla çevirmene aynı anda bir odak sağlayarak hacimli dosyaları kısa sürede kotarmak ve böylece o güne kadar eksikliği hissedilen alanlardaki şiirleri Türkçeye kazandırmak açısından da son derece etkili mecralardır. Kendi adıma müthiş keyif aldığım bu atölye ile neredeyse eşzamanlı olarak, başka yararlı bir gelişme daha yaşadım: Yarı zamanlı İngilizce hocası olarak çalıştığım İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde bu sene göreve başlayan Amerikalı bir öğretmen arkadaşın bana tanıştırdığı Amerikalı şair Kenneth Patchen’ı okuyup çok etkilendikten sonra çevirmeye karar verdim. Kenneth Patchen, edebiyatın hemen her türünde ürün vermekle birlikte, edebiyat harici sanatlarla da yakından ilgilenmiş.

Sanata deneysel denebilecek bir bakış açısıyla yaklaşıp müzikle şiiri ‘caz-şiir’le buluşturmuş, resimle de şiiri bir araya getirmiş ve kendi resimlediği şiirler yazmış. Bu tür şiirleri ‘resim-şiir’ adıyla tanımlanıyor. Buna rağmen, özellikle yaşıtı olan Beat kuşağı şairlerinin gölgesinde kalmış olduğu söylenebilir. Ben de hakkının yeterince verilmemiş olduğunu düşündüğüm bu şairi Türkçeye çevirip bir eksikliği gidereyim düşüncesiyle giriştiğim derleme çalışmasında birkaç aylık süre zarfında bir kitaplık bir dosya oluşturmuş bulundum. Bu dosya, herhangi bir aksilik olmadığı takdirde önümüzdeki aylarda No Kitap’tan basılmış olacak. Dediğim gibi bu son birkaç ay şiir çevirisi açısından şansımın açık olduğu bir dönem oldu. Daha önce dergilerine de şiir çevirisi gönderdiğim arkadaşlar yaklaşık bir yıl önce Dünyadan Çıkış Yayınları adıyla bir yayınevi kurmuşlardı.

Şiiri ve şiir çevirisini odak alan bu yayınevi, 1995 Nobel Edebiyat Ödülü’nü de almış olan Kuzey İrlandalı şair Seamus Heaney’nin “Field Work” adlı kitabını çevirmem için bana teklifte bulundu. Ben de bu teklifi büyük bir zevkle kabul ettim. Şu sıralar böyle büyük bir şairin en sevilen kitaplarından birisini Türkçeye kazandıracak olmanın heyecanını yaşıyorum. Önümüzdeki aylarda bu kitap da Dünyadan Çıkış Yayınları’ndan basılmış olacak. Sayılarını bilemediğim, kestiremediğim şiir-severlere buradan duyurmuş olayım.

'ÇEVİRİBİLİM ÖZERK BİLİMSEL BİR ALAN OLDU'

Şiir çevirisinde uygulanan bir kural ve yöntem bulunuyor mu? Yoksa her çevirmen kendi yolunu kendisi mi bulur?

Üniversitelerde uzun yıllardır Dilbilim’den bağımsız olarak Çeviribilim bölümleri bulunuyor. Dolayısıyla, Çeviribilim artık özerk bir bilimsel alan haline geldi. Ve diğer özerk bilimsel alanlar gibi kuramlar üstünden işler. Örneğin, ‘kaynak dil odaklı çeviri’ye karşılık ‘erek dil odaklı çeviri’ ikilemi eskiden beri tartışılagelen kuramsal meselelerden birisidir. Bunların yanı sıra ‘skopos kuramı’, ‘bağıntı kuramı’ gibi daha çağdaş kuramlar da öğretilmekte ve tartışılmaktadır. Bu tartışmaların kaynağı ‘çeviri sanat mıdır, zanaat mıdır’ sorusunda yatmakta gibidir. Cevabı da kabaca ‘her ikisidir’ şeklinde verilir. Kaynak dil odaklılıkla erek dil odaklılık arasındaki çatışma bizde “Tercüme mi, Türkçe söylemek mi” ihtilafına indirgenir.

Elbette kuramları iyi bilmek, işin bilimsel yönüne hâkim olmak önemlidir. Yine de, bana göre, yeterli değildir. Eğer önkoşullar sağlanamamışsa doğru çeviri mümkün değildir. Nedir bu önkoşullar? Birincisi, hem kaynak dile hem de erek dile (benim durumumda İngilizce ve Türkçe) hâkim olmak. İkincisi ise her iki dili de tutkuyla sevmek ve geliştirmeye çalışmak. Elbette konu özellikle ‘şiir’ çevirisi olduğunda, işin içine bir de şiir bilgisi, şiir sevgisi ve daha da önemlisi şiir ‘sezgisi’ girmektedir. Bu nedenle teorik olarak en doğru şiir çevirilerinin yine şairler tarafından yapılabileceğini öngörüyorum.

Başından beri dikkatinizi çektiyse ‘iyi çeviri’den değil ‘doğru çeviri’den söz ediyorum. Çünkü bana göre olması gereken, gerek dilde okuyanı memnun edecek bir metin elde etmek değil, kaynak dildeki metne olabildiğince sadık kalmak, onu mümkün olduğunca birebir yansıtmaktır. Herhangi bir dilin iki temel boyutu vardır: Birincisi anlam, ikincisi biçim. Tabii ki ikisi birbirinden bağımsız değildir, iç içe geçmiş bulunmaktadır. Bu nedenle çeviride biçimi de mümkün olduğunca doğru yansıtabilmek gerekir.

Konu şiir çevirisi olduğundaysa biçimin içine hem cümlenin yapısı hem de şiirsel yapı girmektedir. Bu durumda şiirdeki sözdiziminin (ya da sentaksın) nasıl kurulduğuna bakılmalıdır. Sözdizimine mümkün olduğunca bağlı kalınmalı ve sözcükler bağlam içinde en uygun karşılıklarıyla karşılanmalıdır. Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim: İngilizce bir şiiri Türkçeye çevirirken şairane gözükmek adına düz bir İngilizce tümceyi devrik bir Türkçe tümceyle ifade etmeye bile karşıyım. Çünkü devrik cümle yapısı İngilizcede de mevcuttur. Eğer orijinal eserde cümle devrik verilmediyse, Türkçede de verilmemelidir.

Elbette her konuda istisnalar olduğu gibi bunda da istisnaî durumlara rastlanabilir. Burada ben genel ve temel bir yaklaşımdan söz ediyorum, aslına olabildiğince sadık kalmaktan. Hem yapı hem de anlam, doğru sözcük karşılıklarıyla aktarıldığında çeviri zaten ister istemez sadık ve doğru olacaktır. En yetkin şiir çevirisinin yine bir şair tarafından yapılabileceğinden bahsettim. Ancak bu durum şairin yukarıda saydığım önkoşulları yerine getirmesiyle mümkün olabilir. Aksi takdirde, dejenere olmuş bir erek dil odaklılık anlayışıyla yapılan çeviri, kendi şairliğini konuşturmak ve asıl şairi ıskartaya çıkarmak olur. O zaman bu kendi egosunu ön plana çıkarmaya yönelik bir gösteriye dönüşür ki buna da çeviri dememiz olanaksızlaşır. Senin de bahsettiğin gibi Can Yücel’in yaptığı çeviriler bu duruma birer örnek oluşturur. “To be or not to be/ That’s the question” (Hamlet) dizelerini “Bir ihtimal daha var/ O da ölmek mi dersin”le karşılayan şair, Shakespeare’i bir Türk sanat müziği şarkı sözüyle karşılarken ilginç bir serbest çeviri örneği vermiştir, kabul.

Senin de örnek verdiğin gibi Shakespeare’e “kadı”ları ve “Yemen”i yakıştıran da olsa olsa Can Yücel’in muzipliği olurdu. Yücel’in çevirisinde, centilmen bir saray âşığının (courtly lover) yerini bir Anadolu kabadayısı alır adeta. Ancak bunların doğru çeviriler olmadığını sanırım Yücel de kabul ederdi. Zaten kendisi de bunlara çeviri demekten kaçınmış, “Türkçe söylemek” terimini uygun görmüştür. Ortaya çıkan işler Türkçe şiir zevki veren metinler olmakla beraber ne yazık ki çeviri sayılamazlar. Ancak Annabel Lee için tam olarak aynı şeyi söyleyemeyiz. Melih Cevdet Anday’ın çevirisi, hem aslına oldukça sadık kalmayı hem de harika bir Türkçe metin ortaya çıkarmayı başarmıştır. Buna rağmen onda da asıl metin tam olarak yansıtılamamıştır. Örneğin, Poe’nun metnindeki “So that her highborn kinsmen came/ And bore her away from me” dizeleri Anday’da “Götürdüler el üstünde/ Koyup gittiler beni” şeklinde çevrilmiştir. Görüleceği gibi Anday’da, “götürme” işleminin kim tarafından yapıldığı aktarılmamıştır; böylece çeviri eksik kalmıştır.

Geçenlerde elime geçen bir kitaptan da bir örnek vermek istiyorum. Orhan Ülkülü tarafından yazılmış “İngilizcede Çok Ünlü Şiirler” adlı kitabın önsözünde şöyle deniyor: “Şiir çevirisi şiir yazmaktan zor bir uğraş. Bazen bir sözcük üzerine günlerce düşünürsünüz. Bir örnek vereyim: Kitapta dördüncü şiir olan ‘Tiger – Kaplan’da şöyle bir dize var: ‘What immortal hand or eye/ Could frame thy fearful symmetry?’ Türkçesi: ‘Hangi ölümsüz el veya göz/ Senin korkulu simetrini şekillendirebildi?’ Bu dizeyi şöyle verdim: ‘O korku veren düzgün vücudunu, senin/ Hangi ölümsüz el, hangi gözdür yaratan?’ Simetri sözcüğüne ‘düzgün vücudunu’ karşılığını verdim.” Oysa ilk çeviri bana göre doğru olanıdır.

Muhtemelen Ülkülü burada ‘simetri’ sözcüğünü yeteri kadar şiirsel bulmamış, onu Türkçede başka bir ifadeyle karşılamaya çalışmış. Halbuki ‘symmetry’ sözcüğünü Türkçede ya ‘simetri’ ya da ‘bakışım’ sözcükleri karşılar. ‘Düzgün’ kelimesi ise İngilizcedeki ‘decent’ veya ‘straight’ kelimelerine denk gelir. Üstelik bunun yanına bir de kaynak metinde olmayan ‘vücut’ sözcüğünü eklemek zorunda kalmış. Ayrıca çevirmen ‘frame’e karşılık ‘şekillendirmek’ fiilini de uygun görmemiş, onu da ‘yaratmak’ fiiliyle değiştirmiş. Oysa ‘yaratmak’ fiili İngilizcedeki ‘create’ ya da ‘make’ fiillerine karşılık gelir. Sözdizimi açısından bakarsak, İngilizce metinde ‘what’ sözcüğü bir kez kullanılmıştır, fakat Türkçe metinde ‘hangi’ sözcüğü iki kez kullanılmıştır.

Bu örnekte de gördüğümüz, “güzel” bir Türkçe şiir yaratmaya çalışmaktan ötürü kaynak metnin söylediklerini tahribata uğratmak, kaynak metinde olmayan bir edayı (veya havayı, veya tavrı) erek metinde oluşturmak ya da anlamı sese ve şairaneliğe feda etmektir. Bu durumun ardında yatan etmen çevirinin mümkün olduğunca çeviri gibi durmamasını sağlamak olsa gerektir. Oysa yanlış veya tuhaf Türkçe kullanılmadıkça çevirinin çeviri gibi durmasında hiçbir sakınca yoktur, olmamalıdır.

Türkçeye çeviri yapmanın, özellikle şiir çevirisi yapmanın ne gibi zorlukları var?

Hacettepe Üniversitesi akademisyenlerinden Ayfer Altay şiirin çevrilemeyen özelliklerini l) Sapmalar 2) Yinelemeler 3) Cinas 4) Özel Ad Kullanımı 5) Kısa ve Eksiltili Anlatım 6) Ritim ve Ölçü, olmak üzere 6 başlık altında toplamış (Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 18 / Sayı: 1 / ss. 29-43.) Bu altı maddeyi kendimce iki ana maddeye indirebileceğimi düşünüyorum. Bunlar 1) Bazı Söz Sanatları ve 2) Bazı Sessel Özellikler. Çevirmen her durumda bir önceki soruda açıkladığım yöntemleri kullanmalı ve form ile içeriği aynı anda ve birebir yansıtmaya çalışmalıdır. Ancak iş gelip de birinden birini yeğlemeye dayandığında, çevirmenin işi formdan ziyade anlama bağlı kalmaktır. Örneğin uyaklı bir sone Türkçeye çevriliyorsa ve uyaklardan bazıları denk düşürülemiyorsa, uyak yapmak adına hiç ilgisiz bir kelimeyi fazladan sıkıştırmak ya da tuhaf bir sözdizimine başvurmak yerine hiç uyak düşürmemek, bunun yerine anlamı doğru kelimeyle aktarmak evladır. Bunun yanı sıra, orijinal metindeki bir dizede, örneğin iç ses uyumu (asonans ve aliterasyon) kullanılmışsa, Türkçeye aktaran kişi de elinden geldiğince bir iç ses uyumu yakalamaya çalışmalıdır.

Elbette bu aynı ses olmak zorunda değildir; diyelim ki esas metinde ‘t’ sesi tekrarlamış olsun, eğer çevirmen benzer bir tekrarı ‘s’ sesiyle yakalamışsa benzer bir etkiyi yaratmış olur. İşte bu gibi durumlarda çevirmenin şairliği devreye girmektedir. Çevirmen şair, çoğunlukla bu ses uyumunu kendiliğinden yakalayabilir. Değilse de araştırıp en uygun olanı bulabilir. Artık yaygınlaşan dijital olanaklar sayesinde aynı anda birden fazla sözlüğü kullanmak mümkün hale geldi. Bu da çevirmenin işini oldukça kolaylaştırmış durumda. Söz sanatları konusuna gelirsek, çoğu söz sanatı aktarımında sorun olmadığını düşünüyorum. Örneğin benzetme ve metafor kullanımı, kişileştirme, görsel imgeler vb. çoğu zaman birebir aktarıldıklarında sorun teşkil etmezler.

Ancak bazı şairlerin, bazı şiirlerinde ya da e.e. Cummings gibi bazı şairlerin çoğu şiirinde, Ayfer Hoca’nın yukarıda sözünü ettiği tarzda çevrilemeyen özelliklere de rastlanır. Bu durumda olay tamamen çevirmenin yeteneğine kalır. Burada ise yine şair çevirmen diğerlerine göre bir adım öne geçer. Bazen de hiç çevrilemeyeceği düşünülen bir özellik, bir anda tesadüfî biçimde Türkçede de benzer etkiyi yaratıverir. Örneğin, adını anımsayamadığım bir şairin “Assimistic” adlı şiirini (‘ass’ ve ‘pessimistic’ kelimelerinin bir karışımı) Can Yücel “Götümser” olarak çevirmişti. Elbette bu gibi hoş tesadüfler hariç, bu tür sapmalar ve uydurma deyimler (coinage) çevrilmesi en zor alanlardan birisini oluşturur. Aynı durum illaki şiirde değil, bazen Joyce ve Beckett gibi yazarların düz yazı eserlerinde de bulunur. Örneğin Joyce’un “Ulysses” ve “Finnegan’s Wake” adlı romanları bu tür ‘coinage’larla doludur.

Şiir çevirisinde Türkçeden İngilizceye mi, İngilizceden Türkçeye mi çeviri daha zordur?

Bu tamamen çevirmenin anadilinin hangisi olduğuyla ilgilidir. Anadili Türkçeyse İngilizceden Türkçeye çevirmeyi yeğler, anadili İngilizceyse de tam tersini. Diğer bir deyişle, erek dil çevirmenin anadiliyse çevirmen daha rahat eder. Ancak iyi çevirmen her iki dile de yeterince hâkim olan çevirmendir. Hem kaynak dili hem de erek dili yeterince bilir ve iki türlü çeviriyi de çok zorluk çekmeden yapabilir.

Şiir çevirirken çevirmen şair, neleri göz önüne alır?

Yukarıda da bahsettiğim gibi, çevirmen şair kaynak dilin şairini mümkün olduğunca birebir yansıtmaya çalışmalıdır. Mecbur olmadıkça kendi yorumunu, kendi üslubunu devreye sokmamalıdır. Bunun yanı sıra bazı çevirmen şairlerin önce kaynak şiirin ‘hava’sını kavrayıp daha sonra da onu yansıtmaya çalıştıkları yolundaki iddialarını benimsemediğimi söylemeliyim. Bunu kendi özgür ve esnek yorumlarını devreye sokabilmek için öne sürdükleri bir mazeret olarak algılıyorum. Çünkü bu ‘hava’ kelimesinin herkese farklı şeyler çağrıştırabileceğini ve fazla afaki olduğunu düşünüyorum. Bunun yanında çevirisi yapılacak şairle ve şiirle ilgili yorum ve bilgi mevcutsa bu bilgilerin muhakkak gözden geçirilmesi gerektiğini söyleyebilirim.

Çünkü ne de olsa “şairin hayatı da şiire dahildir.” Artık imkânlar neredeyse sınırsız. Çeviri esnasında geçen her türlü özel isim, yer adı, tarihsel referans, metinlerarası göndermeler muhakkak net üstünden kontrol edilmeli, gerektiğinde ilave okumalar yapılmalı. Örneğin, üzerinde çalışmakta olduğum “Field Work” kitabında geçen “Ugolino” adlı bölüm beni Dante’nin “Inferno”sunu tekrar okumaya yönlendirdi. Artık şiirde geçen yer adlarını kontrol etmek de çok basitleşti. Google Map üstünden herhangi bir yeri koordinatlarına kadar bulabiliyorsunuz. Dediğim gibi, “doğru çeviri” için ne yapılması, ne okunması, ne araştırılması gerekiyorsa onlar yapılmalı. Tekrar dikkatinizi çekeyim: “Güzel çeviri” demiyorum, “doğru çeviri” diyorum!

'DİL KONUSUNDA TUTUCU DEĞİLİM'

Çevirmen şair kendi şiir anlayışına yakın şairleri mi seçer, yoksa fark etmez mi?

Elimde Çevirmenin Notu (Ç.N.) dergisinin birinci sayısı var şu an. Dosya konusu: Çeviri Şiir Üstüne. En bilinen sekiz çevirmen şaire sorulan sekiz soruya verilen cevapların toplamından oluşan bir soruşturma. Bu sekiz sorudan ikincisi senin soruna çok benziyor: “Şiir çevirirken, şiir ve şair seçimini neye göre belirliyorsunuz?” Bu cevaplardan kendime yakın bulduklarımı burada not etmek isterim. Cevat Çapan bu soruyu şöyle yanıtlamış: “İlk ölçüt çevrilmeye değer ve çevrilebilir bir şairin yapıtı olması. Bizim edebiyat dünyamıza ne gibi katkısı olacağı, okurlarla paylaşmak istediğim bir güzelliğe sahip olup olmadığı da belirleyici nedenler.” Kendime yakın bulduğum bir diğer cevapsa Talât S. Halman’ın cevabı: “Üzerinde durduğum ilkeler, şairlerin ve şiirlerin kendi edebiyatları içinde önemli olması, şiirlerin evrensel değer taşıması, çevirinin yapıldığı dilde güçlü olma yeteneğine sahip bulunmasıdır.” Bu cevaplara yakın durmakla beraber, iyi bir çevirmenin verilen herhangi bir metni erek dile dönüştürmeye yetkin olması gerektiğini, duruma göre seçim şansı olmadığında da “doğru çeviri” yöntemini kullanarak işlev göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Eğer profesyonel olarak çeviriyle ilgileniyorsanız, her zaman keyfiyet ve seçim şansınız olmayabilir.

Çevirmen şairin çeviri diliyle kendi şiir dili arasında bir etkileşim, bir geçiş oluyorsa özgünlüğünü korumak bakımından bu sorunla nasıl başa çıkar?

Dil konusunda tutucu olmadığımı söylemeliyim. Şiir dili her türlü kelimenin kullanılabileceği bir özgürlük alanı olduğu için önemlidir. Dolayısıyla kendi şiirimde gerek gördüğümde yabancı dilden gelen kelimeler de kullanabilirim. Şayet bu soru çeviri yapılan şairden, onun biçeminden, imge oluşturma yönteminden vb. etkilenip bunları kendi şiirimde kullanıp kullanmadığımı soruyorsa, henüz böyle bir deneyim yaşamadığımı söylemeliyim. Yaşadıysam da bunun farkında değilim. Sonuçta hepimiz temasta olduğumuz her şeyle etkileşim halindeyiz. Kaçınılmaz olarak herkes herkesten ve her şeyden her an etkilenebilir.

Benim bu geçişme konusunda dikkatimi çeken nokta başka: Yaptığım çeviriye, her ne kadar doğru ve nesnel bir çeviri yapmaya çalışsam da, kendi tarzımı bir şekilde yansıttığımı düşünüyorum. Sonuçta, her bir cümlenin çevirisinde, ihtimal dahilinde olan birçok “doğru çeviri” kombinasyonundan yalnızca birisinde karar kılıyoruz ve bu da yaptığımız işe imzamızı atmak anlamına geliyor. Dolayısıyla, yaptığım çevirilere dönüp baktıkça kendi şiirimden yansımalar buluyorum. Diyeceğim o ki çeviri işleminde kaynak metinden etkilenmekten ziyade, erek metne kendi genetiğimi yansıttığımı söyleyebilirim. Söyledim, yine söyleyeyim: Bütün bu esneklik ve kişisel seçimler tek bir şarta bağlıdır: “Doğru çeviri” sınırları içinde kalmaya!