Şiddetsiz bir dünya mümkün mü?

“Radikal Düşünürlerin Gözünden ‘Şiddetin Eleştirel Tarihi’” adlı metin, fikirlerine aşina olduğumuz ya da ilk kez temas edeceğimiz düşünürlerin şiddet üzerine tartışmalarıyla bizi buluştururken, onların bu konudaki temel metinlerini çizimlerle bize gösteriyor. Fanon, Edward Sait, Butler, Sontag ve Chomsky'nin metinleri, bizi içerisinde yaşadığımız dünyanın yüz yüze kaldığı pek çok olumsuz durumla yüzleştiriyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Bir şiddet sarmalının içerisinde hayatta kalma çabası veriyoruz. Şiddetin normalleşip, gündelik bir rutinmiş gibi algılanması, enformasyonun çok hızlı olduğu bir çağda üzerinde durulmayan bir ayrıntıya dönüşmesi ise kaygı verici. Çünkü ölümler, kayıplar, kıyımlar, katliamlar sürüp giderken, insan türünün hayatına hiçbir şey yokmuşçasına devam etmesi, dünyanın vahşetini içselleştirip, bir süre sonra yaşananlar yaşanmıyormuş gibi davranmaya başlamasına sebep oluyor. Böyle bir ortamda şiddet üzerine daha çok düşünüp, aklımızı, ruhumuzu, bedenimizi esir alan, sanki artık hiç durmayacakmış gibi hissedip kabullenişe geçtiğimiz, bu durum üzerine daha fazla kafa yormamız gerekiyor.

ŞİDDET ÜZERİNE DÜŞÜNMEK

Bu konuyu tartışmak, üzerine düşünmek ve yaşamlarımızı kuşatan şiddete: Arendt, Fanon, Freire, Foucault, Edward Said, Sontag, Chomsky, Butler, Agamben gibi isimlerin fikirleriyle bakmak için uygun bir kitap, Dipnot Yayınları tarafından basılan, “Radikal Düşünürlerin Gözünden ‘Şiddetin Eleştirel Tarihi’” adlı metin. Kitap bir grafik roman ve bu anlamda okurken bizi görsel anlamda doyuran çizimlerle de dikkat çekiyor. Brad Evans ve Sean Michael Wilson tarafından yazılan metin, yukarıda adı geçen düşünürlerin şiddet hakkında fikirlerinin yer aldığı eserlerine odaklanırken, bu yazarlarla ilk kez karşılaşacak okur için kısa biyografiler de veriyor. Söz etmeye çalıştığımız gibi kitap, yaşamımızın her alanına yayılmış şiddeti ele alırken, asıl amaç “şiddet döngüsünü kırmak için ne yapmak gerekir?” sorusuna cevap aramak ve bu anlamda şiddetsiz bir dünyanın mümkünlüğü üzerine düşünmemizi sağlamak.

YENİ BİR DÜNYA YARATMAK İÇİN

“Alternatif gelecekler yaratmak, şiddet döngüsünü durdurabilecek, insanlığın daha iyi gelecekler ve tarzlar tahayyül etmesini sağlayacak ciddi ve sürdürülebilir yatırımlar yapmayı gerektirir. Bu da pedagoji ile eğitimi ciddiye alarak, hayal gücünden faydalanarak ve gençleri dünyanın daha iyi bir yer olabileceğine inanmalarını sağlayacak bir güvenle donatarak, kendimiz için bir dünya yaratmamızla şiddetin kader olduğu yönündeki imajı yıkarak başarabileceğimiz bir şeydir. Elinizdeki eser, bu yönde atılmış mükemmel bir adımdır.” Henry A. Giroux’un kitabın girişi için yazdığı metinden yaptığım bu alıntı aslında metne dair epey şey söylüyor. Çünkü kitapta yer eden düşünürler; bize şiddeti, onun otoriteler tarafından nasıl işlevsel kılındığını, tek tek bedenlere kadar inen politikaların etkilerini ve bunun sonuçlarını iyi gözlediklerini söyleyebileceğimiz isimlerden seçilmiş ve böylece dünyanın, insanın ve yaşamın başka türlü olabileceğine dair hayal kurmanın yolu açılmış. Bunun bir nedeni de kitapta bahsedilen, “kötülüğün sıradanlığı”, “biyo-politika”, “şarkiyatçılık”, “çıplak hayat” gibi kavramların bize farkındalık kazandırması; medyanın, devletin, politikacıların, baskı aygıtlarının bizi içerisine atıp bıraktıkları her türlü şiddeti ortaya koyup, bakışımızı tersine çevirerek, şiddete maruz bırakanın değil, ona maruz kalanın gözünden olayları değerlendirme imkânı sağlaması.

ACININ İSTATİSTİĞİ TUTULAMAZ

Brad Evans’ın fikirleriyle başlıyor tartışma, Evans şiddetin çok farklı ilişkilerle iç içe olduğundan bahsederken, her köşe başında şiddetle karşılaştığımız yeni bir çağın eşiğinde olduğumuza dikkat çekiyor. Ayrıca, “şiddetin insanileştirilmesi” ve “gözden çıkarılmış insanların” maruz kaldığı şiddetin birbiriyle iç içe olabileceğini hatırlatıyor. Çünkü ona göre; şiddete uğrayanın sabrı taşabilir ve “siyah hayatlar değerlidir” gibi polis şiddetini göz önüne seren hareketler ortaya konabilir. Burada karşılıklı bir ilişki vardır ve “gözden çıkarılmış” olana dair şiddete karşı, “insani şiddet” ile karşılaşabiliriz.

Evans’ın bahsedilen düşüncelerinden birisi de belgeleme ve istatistik ile ilgili. Ona göre; “şiddeti sayı üzerinden düşünmeye yönelik girişimler, şiddetin bazı biçimlerini meşrulaştıran, faydacı hesaplamalara kapı aralar. Sonuç olarak şiddetin insani boyutları, yani niteliksel yanları çoğu zaman kayda geçmez.” Bu oldukça haklı bir eleştiridir, özellikle savaş durumlarında, tarafların birbirinin kaybına dair yaptıkları açıklamalarda ve medyanın dilinde buna sıklıkla rastlarız. Sayı az ise “normalmiş” hissiyatı yaratmaya çalışırlar. Oysa bir kişi veya bin kişi fark etmez, hepsi tek tek yaşamdır ve her kayıp acıdır. Acının istatistiği tutulamaz.

Radikal Düşünürlerin Gözünden Şiddetin Eleştirel Tarihi, Brad Evans Sean Michael Wilson, çev: Utku Özmakas, 136 syf., Dipnot Yayınları, 2018.

DÜŞÜNMEKTEN KAÇINMA

Kitapta çizgilerle fikirleri yansıtılan isimlerden birisi de konu şiddet olunca görmezden gelinemeyecek bir isim olan Arendt. Yazar, bir Alman Nazi subayı olan ve Holokost’un kilit isimlerinden kabul edilen, Adolf Ottı Eachmann davasını New Yorker adına izlemeye gider ve 1963’te, “Eichmann Kudüs’te: Kötülüğün Sıradanlığı Üzerine Bir rapor” adlı günümüzde de çok tartıştığımız metni yazar. Arendt, büyük kötülüklerin deli, fanatik, sapkınların değil, sıradan insanların eylemleri olduğuna dikkat çeker. Ona göre sorun, kötülüğün alelade bir hâle gelmesi değildir. Sıradan hâle gelen düşünmekten kaçınmaydı; yani hukukun, siyasetin ve otoritenin bize dayattığı eylemlere karşı yeterince eleştirel bir mesafe almayı başaramamaktı. Arendt’in fikirleri hâlâ güncel. Bugün yaşadığımız pek çok şeyi de açıklıyor. Çünkü kimse neler yaşandığı, sürüp giden şiddetin dünyaya, yaşama, doğaya, insana ne tür zararlar vereceği üzerine düşünmüyor. Dayatılanı kabul edip, otoritelerle arasına mesafe koyamayıp hakikatten uzaklaşıyor, böylece yaşanan ne olursa olsun normal bir hâl alıyor ve kötülük sıradanların eylemi durumuna geliyor.

'TOPLUMU SAVUNMAK GEREKİR' 

Evans ve Wilson’ın ele aldıkları düşünürlerden birisi de Foucault. Ona göre; siyaset savaşın başka araçlarla sürdürülmesidir. Bu nedenle belki de şiddet üzerine düşünürken, sadece fiziksel olarak maruz kalınanı değil, bedenimizin her zerresine ulaşan politikaları da düşünmemiz gerekir. Foucault biyoiktidar ile, insanların temel biyolojik özelliklerinin, politik bir stratejinin nesnesi haline geldiği bir dizi mekanizmayı kast eder.

Onun siyaseti, savaşın başka biçimi olarak görmekle kast ettiği bir şey de savaşın, siyasetin dâimi bir özelliği olması ve siyasi egemenliğin meşruluğu düşüncesi, siyasetin içindeki savaşı, bilhassa avantajlı olanlarla olmayanlar arasındaki savaşı gizlemek için kullanılan bir yöntem olmasıdır. Siyaset böylece kendi asıl savaşını başka olana, egemenin dışında kalana karşı verirken, somut savaşın gerçekliği ile bunu kapatır.

Foucault’nun yaşamın politik olarak denetleme girişiminin ırksal boyutu olduğuna dikkat çekmesi de bununla ilişkili olabilir. Onun bize gösterdiği bir durum da savaşların artık bir egemen adına değil, yaşamsal bir zorunlulukmuş gibi algılatılması. Böylece, insanlar yaşamak için başkasını öldürmeyi meşru kılıyor ve devletin yarattığı “biyolojik tehlike” yani düşman algısı sürüp gidiyor. Kitapta Foucault’nun “Toplumu Savunmak Gerekir” kitabı üzerinden yapılan çizimler ve değerlendirmeler Foucault fikri üzerinden şiddete çok yönlü bakabileceğimizi gösterirken, düşünürün fikirlerinin şiddeti ortaya çıkaran asıl sebeplere yönelmemiz konusunda bize yön verdiğini söyleyebiliriz.

BELKİ BİR GÜN

“Radikal Düşünürlerin Gözünden ‘Şiddetin Eleştirel Tarihi’” adlı metin, fikirlerine aşina olduğumuz ya da ilk kez temas edeceğimiz düşünürlerin şiddet üzerine tartışmalarıyla bizi buluştururken, onların bu konudaki temel metinlerini çizimlerle bize gösteriyor. Fanon’un “Yeryüzünün Lanetlileri”, Edward Sait’in “Şarkiyatçılık”, Butler’ın “Kırılgan Hayatlar”, Sontag’ın “Başkalarının Acılarına Bakmak”, Chomsky’nin “Rıza’nın İmalatına Bakmak”, Agamben’in “Kutsal İnsan ‘Egemen İktidar ve Çıplak Hayat’ gibi metinleri, bir grafik roman içerisinde okumak gibi farklı bir deneyim sunarken, bizi içerisinde yaşadığımız dünyanın yüz yüze kaldığı pek çok olumsuz durumla yüzleştiriyor.

Şiddet sürüp gidiyor, sömürgecilik, “barbarlara özgürlük götürme” adı altında uygulanan savaş politikaları, hafızamızda yer eden ancak “başkasının acısına bakarken” politik amaçlarla üretilmiş olabileceği göz ardı edilmemesi gereken görseller, medyanın normalleştirdiği şiddet, güncel politikanın normu durumuna gelmiş “istisna hâli” gibi son yıllarda yine üzerinde sıklıkla durduğumuz konu ve kavramlarla buluşturuyor kitap bizi. Metinde yer eden düşünürler şiddetin çok başka boyutlarına dikkat çekiyorlar ve bize farklı bir dünyanın olabileceğine dair ipuçları sunarak, kafamızda soru işaretleri oluşturuyorlar. Tüm bu düşünceleri üretirken bize kazandırdıkları bakış açısı, şiddet sorununu farklı yorumlamamıza neden oluyor.

Sonuç olarak, Zarifoğlu’na atıfla şöyle söyleyebiliriz; bulutlar açar bir gün ve “mavi gök orda mı” diye sormak zorunda kalmayız belki. Neden olmasın?