'Dada: Dadacılıktır'

Arzunun hem sanatta hem direnişte hem de gündelik yaşamda ortaya çıktığı her an veya bizi cinsel anlamda, siyaseten veya başka türlü kodlarla akılcılığın sınırlarına koymaya çalıştıklarında, geliştirdiğimiz her itirazda, bir Dada ruhu görme olasılığı var. Lazzarato gibi düşünürler son yıllarda dünyanın farklı yerlerinde ortaya çıkan kendiliğinden hareketlerin itirazını anlamamız açısından da Dada düşüncesinin hâlâ yaşamımızı etkilediğinden dem vuruyorlar.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Dadacılık ile ilgili tanık olduğumuz muhabbetler bir şekilde nostaljik bir havaya bürünüyor. Sanki geçmişin o sıralı tarihlerinden birinde bir süre yaşanmış ve bitmiş bir an gibi. Bu Dada düşüncesine de aykırı bir durum yaratıyor. Çünkü bu bir ruh ve yaşamın çok küçük ayrıntılarında, minör direniş alanlarında, aniden karşınıza çıkan sokak müzisyeninin tınılarında, bir eylemin orta yerinde ve daha pek çok yerde bir hayalet gibi varlığını sürdürüyor. Lazzarato gibi düşünürler son yıllarda dünyanın farklı yerlerinde ortaya çıkan kendiliğinden hareketlerin itirazını anlamamız açısından da Dada düşüncesinin hâlâ yaşamımızı etkilediğinden dem vuruyorlar. (2017:9). Yine Gardiner Dada ve Sürrealizmi fikirsel etkisi açısından günümüz düşüncesini belirleyen bir yerde durduğundan bahsediyor, ona göre; “Dadacılar ve sürrealistler günlük yaşamı sosyo-politik değişimin esas alanı olarak ciddiye aldılar. Son olarak arzunun her yerdeliği ve akılcılığın sınırlarına yaptıkları vurguda, bütünleştirici entelektüel sistemlerden duydukları şüphede ve siyaset, cinsellik, hayal gücü arasındaki bağlantıyı keşfetme çabalarında Dada ve Sürrealizm, Deleuze ve Guattari’nin Anti-Oedipus’u veya Jean Francois Lytoard’ın “Postmodern Durum’u gibi eserlerde görülebilen pek çok post yapısalcı ve postmodern fikri sezinlemişti” (2016: 70).  Dada’nın sezinlediğine düşünsel açıdan baktığımızda günümüzde bu nedenle de önemli olduğunun altını çizmek gerekir. Arzunun hem sanatta hem direnişte hem de gündelik yaşamda ortaya çıktığı her an veya bizi cinsel anlamda, siyaseten veya başka türlü kodlarla akılcılığın sınırlarına koymaya çalıştıklarında, geliştirdiğimiz her itirazda, bir Dada ruhu görme olasılığı var.

'DADA BİR ARMADİLLODUR'

Bu nedenlerle “Dada Bir Armadillodur” adlı kitaptan bahsetmek gerektiğini düşündüm. Bu kitap Türkçede bu konudaki en geniş kaynak olma özelliğini taşıyor. Halil Duranay tarafından derlenen kitap bir antoloji olma özelliği taşırken, çevirmenler listesinde, Halil Duranay, Cemal Akyüz, Abidin Mahmut, Anita Sezgin, Ulus Baker, Ege Berensel gibi isimlere rastlıyoruz. Şu ayrıntıyı da belirtmek gerek kitap ilk olarak 2014 yılında “Dada Bakir Bir Mikroptur” adıyla yine Kült Neşriyat tarafından basılmıştı, Dada’nın 100. Yılı dolayısıyla 2016 yılında genişletilerek ikinci baskısı “Dada Bir Armadillodur” adı ile tekrar basıldı. Kitapta, konuya meraklı okurun kısa kısa bile olsa bulamayacağı çok az şey var gibi. Manifestolar, günlüklerden parçalar, mektuplar, onlarca görsel, dergiler, farklı yerlerde Dada düşüncesinin yansımaları, hizipler ve neredeyse Dada fikrine ruhunu vermiş, Tzara, Breton, Duchamp, Picabia gibi pek çok isim de yer ediyor metinde. Bu anlamda aslında hem konuya yeni temas edecek okur için hem de bu konuda araştırmaya, fikirlerine fikir eklemeye çalışanlar için bana kalırsa iyi bir çalışma.

DADA ve YAZGIDAN KAÇMAK

“Dada patlak vermeden uzunca bir süre insan kendi türüne olan aşkıyla doluydu. Aşk trajik bir duyuş olmaksızın kana, acıya, ölüme dönüşür. Nietzsche’nin düşündüğü gibi trajik duyuşu daha Yunanların çağında kaybetmişsek (ne tuhaf tam da felsefeyi bulduğumuzu düşündüğümüz o zamanlarda) kendi türümüze duyduğumuz aşk bizi her zaman korkunç bir yıkıma götürecek demektir. Birinci Dünya Savaşı böyle bir yıkımdı ve Dada böyle bir aşktan tiksinmeydi.” Nil Göksel’in kitapta yer alan “Yazgıdan kaçabilmeyi bir tek Dada Sağlar” adlı giriş yazısından yaptığım bu alıntı aslında konuya dair önemli ayrıntılar barındırıyor. Dada düşüncesi, sanatta, edebiyatta, sokakta kısacası yaşamın her ânında, dünya böyle savaşlarla ve yıkımlarla varlığını devam ettirecek, değişmeyecek şeklinde sürüp giden ve bize inandırılmaya çalışılan düşünceye yıkıcı bir itiraz getiriyor. “Sonradan Görme İsa” kitabında Francis Picabia’nın savaş ve militarizm üzerine getirdiği şu eleştiri gibi; “Babanın ve annenin çocuklarının ölümü üzerinde söz hakkı yok ama vatan, bizlerin ikinci anası, politikacıların şanlı zaferi için yavrularını gönlünce canlı canlı gömebilir”( 2017).  Bu keskin eleştiri dünyanın gerçeği olmaya devam ediyor. Ve insan türü bu yıkımlara, trajediye öncülük etmekten vaz geçmeyip bir yüzleşme de gerçekleştiremiyor. Bunlar üzerine düşününce Dada düşüncesinin her alanda getirdiği eleştiri yerini koruyor ve koruyacak gibi görünüyor.

Aslında bu tartışmaya kitapta Man Ray güzel bir cevap vermiş 1958 yılında diyor ki; “yaşayan bir şeyi diriltemeyiz, aynı ölü olan bir şeyi diriltemeyeceğimiz gibi. Dada öldü mü? Dada yaşıyor mu? Dada: Dadacılıktır.” Ray haklı görünüyor, bu tartışmaya çok gerek yok başka düşünceleri bu açıdan tartışmıyorsak, neden Dada’nın geçip gitmiş olduğunu düşünüp bunu tartışalım ki?

DADA RUHU YAŞIYOR

Bu konudaki son noktayı “Dada Bir Armadillodur” kitabını hazırlayan Halil Duranay’ın cümleleri koyacaktır: “Dada’nın ölümlü olmadığını, tersine modern zamanın içine çöreklenmiş gizli bir virüs gibi tüm ilerlemecilik çıkmazlarında başını kaldırıp, direnmenin absürt ve karanlık tarafını bize hatırlattığını söyleyebiliriz.” Gerçekten de böyle Dada ruhu yaşıyor herhangi sanat eserinin görmeye cesaret edemediğimiz yerinde veya bir eylemin en absürt pankartında, dayatılana karşı getirdiğimiz her itirazda ve reddedişte. Bu anlamda Dada fikrine yakından bakmak, etkilerini, çıkışını, başka başka yerlerdeki yansımasını ve o muzip Dada kahkahasını duymak isteyenler için iyi bir kaynak olabilir: “Dada Bir Armadillodur”.

Dada Bir Armadillodur / Kolektif, syf., 100, Kült Neşriyat Yayınları, 2016.