Emirhan Burak Aydın: Artık güvenli bir yerde değilsiniz!

Emirhan Burak Aydın'ın kaleme aldığı Gözlemci Olarak Buradayız, Dedalus Yayınları'ndan çıktı. Aydın'la yazma sürecini ve farklı sanat disiplinlerinin edebiyata etkisini konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - İlk romanı “Gözlemci Olarak Buradayız”ı Dedalus Kitap’tan çıkan Emirhan Burak Aydın, yazmanın pratiğinin ve tanık olma mefhumunun önemine dair konuştuk. Yirmili yaşlarında olsa da pek çok alanda üretim yapmaya koşullanan Aydın, dergilerde öyküleri yayımlanmış ve çizgi roman üzerine çalışmalar yapan bir yazar.

Bir yandan roman çevirisi yaparken, bir yandan da editörlük yapan Emirhan Burak Aydın, kendini, “Uzun yıllardır, kafayı içinde yaşadığı âna, ona benzemeyen başka bir gerçekliğe takan, sürekli o gerçeklik düzlemini doyurmaya çalışan, bunu beceremediğinde üzülen, ancak o kâğıt üstündeki yazılı dil dediğimiz şifreyi kırıp yazabildiğinde mutlu olan birisiyim.” diyerek tarif ediyor.

Emirhan Burak Aydın: Karşınızda biri ölüyor ve siz, onu bıçaklayanı durdurmayıp daha sonra bir cinayet hikâyesi yazmak istiyorsunuz. Bu isteği biliyorum. Daha güvenli bir yer orası. Ama bir an gelir de o bıçaklayan size saldırırsa ne yapacaksınız? Artık güvenli bir yerde değilsiniz.

Emirhan Burak Aydın kimdir?

İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunuyum. Roman çevirisi yapıp önüme gelen metinlerin editörlüğünü yapıyorum. Uzun yıllardır, kafayı içinde yaşadığı âna, ona benzemeyen başka bir gerçekliğe takan, sürekli o gerçeklik düzlemini doyurmaya çalışan, bunu beceremediğinde üzülen, ancak o kâğıt üstündeki yazılı dil dediğimiz şifreyi kırıp yazabildiğinde mutlu olan birisiyim.

Gözlemci Olarak Buradayız, birçoğumuzun ilk gençlik dönemde kafasından geçen bir fikri konu alan ve git gide yer altı unsurlarının olduğu bir  yapıya dönüşen hikâyeyi odağa alıyor. Konu alınan hikâyeyle organik bir ilişkiniz oldu mu?

Romanda, yaşanan bir acıyı görüp bunu filme çevirmek isteyen bir karakter var. Ben her ne kadar üniversite zamanında kısa film çekmeyi istesem de, yazı hep daha öndeydi. Yine de bu dürtüyü biliyorum. Karşınızda biri ölüyor ve siz, onu bıçaklayanı durdurmayıp daha sonra bir cinayet hikâyesi yazmak istiyorsunuz. Bu isteği biliyorum. Daha güvenli bir yer orası. Ama bir an gelir de o bıçaklayan size saldırırsa ne yapacaksınız? Artık güvenli bir yerde değilsiniz. Bu ruh hallerinin yarattığı arızalara aşinayım. Yaşanana nasıl tepki vereceğiz? Etkili olan bir dönüştürme gücü var mı? Sen kimsin de kimin neye dönüşmesi gerektiğine karar veriyorsun? Bunlara bir cevap veriyor muyum? Hayır. Makale yazmıyorum sonuçta, hikâye anlatıyorum. Romanda anlatılan bazı olayların farklı versiyonlarını yaşadım tabii, o kişilerin değişik versiyonlarını tanıyorum ama hepsi hikâye için değiştirildiler, araca döndüler. Yazan ile yazdığı arasında organik bir bağ olmaması mümkün mü? Franzen’a göre en iyi otobiyografik romanlardan biri Kafka’nın Dönüşüm’ü. Ama Kafka hayatı boyunca, herhangi bir sabah, kendini dev bir böcek olarak bulmamıştır herhalde. Bulmuşsa da iyi saklamış. Ya da saklayamamış.

'GÖZLEMCİ OLAYLARIN DIŞINDA'

Konu edinen hikâyeyi karakterlerin gözünden görürken ciddi bir anlatım olarak niteleyebiliriz sanırım. Ancak okuyucu için mizahi bir durum söz konusu… Bir yazar olarak hikâye ilk olarak aklınıza geldiğinde okuyucuda nasıl bir duygu bırakmak istediniz?

Önceki roman denemelerimde, yazarken karakterlerime acıyor, başlarına kötü şeyler gelse bile, kendileri yanlış şeyler yapsa bile, onları en bayağı tabiriyle "karizma" gösterecek durumlar icat ediyordum. Bu sefer onu yapmadım, böyle olunca da içlerine girdikleri durumlar, gerçekte de çoğu zaman olduğu gibi epey zavallıca ve komik oldu.

Ayrıca hikâye bir karakterin, gözlemcinin sesiyle anlatılıyor ama kendisi olayların dışında. En azından bir nedenden dolayı kenara çekilmiş. Bunun yarattığı avantajlardan birisi –işin doğaüstü sebepleri sayesinde de tabii– üçüncü kişili anlatımı, tanrı gözünden anlatımı kullandığınız için her olaya, her karaktere ulaşabiliyor, düşüncelerini anlatabiliyorsunuz ama aynı zamanda bu göze, yani sese sahip olan karaktere bir de hayat düşündüğünüzde, birinci kişili anlatımdaki duygudaş, iç dökme hallerine de erişebiliyorsunuz. Bu yöntem sayesinde yazar ukalalık yapmıyor da, anlatan ses yapıyor yani.

Bütün bunlar sayesinde hikâye, okuyucuda bir kafa karışıklığı yaratsın istedim. Metne karşı gardlarını düşürmelerini istedim. Kendilerini küçük hissetmelerini arzu ettim belki de, zamanın kocamanlığına karşı tabii, bir de okudukları karakterlere acımamalarını istedim, kızmalarını, iğrenmelerini, o hallerine gülmelerini ve tanıdıkları bazı kişileri görmelerini istedim, o kişilerden kaçınmalarını. Benim de kafam karışık çoğu zaman. Bir de okuyucuda nasıl hisler yaratacağımı net olarak bilseydim, hiç bilgisayarın başına oturamazdım sanırım.

'HİKÂYE KENDİSİNE BİR ŞEY VAAT EDİYOR'

Gözlemci Olarak Buradayız, Emirhan Burak Aydın, Dedalus Yayınları, 2018.

Her bölümü farklı isimlerle –ki bu isimler sinema terminolojisini de kapsıyor– ve kurguyla oynayarak yazmak, yaratıcısına ne vaat eder? Yaratıcılığı sağlayan temel etken kurgu mudur sizce?

Yaratıcısına değil, hikâye kendisine bir şey vaat ediyor. Oyunlu bir kitap yazmak, farklı disiplinleri kullandığınız için belki yazı sürecini daha eğlenceli hale getiriyor diye düşünülebilir. Ancak uzun süre bir metinle uğraşmak her halükarda, ne kadar oyun da icat etseniz sıkıcı bir iş. O yüzden asıl amaç o değil. Bir hikâyeye başladığında insan, ilk taslak bitince, bu kitabın nasıl değişiklikler istediğini, nelere ihtiyacı olduğunu görüyor bence. Yani bir noktadan sonra o oyunları metin talep etmiş oluyor. Romanın ilk taslağında bölüm ismi bile yoktu mesela. Editörüm Baran Güzel’in tavsiyesiyle, her kısma bölüm ismi vermeye karar verdik. Yaratıcılığı sağlayan temel etken, bir ana anahtar güç varsa, o dildir, diyebiliriz. Onun dışında her şey bir araç. Kurgu da. Olay örgüsüne dikkat etmek, yazara rahatlık sağlar, nereye gideceğini, nerelerde gezeceğini bildiğiniz için bazı şeyleri daha rahat denersiniz. Ancak kurguya, olay örgüsüne dikkat etmeden de bir roman, hikâye yazılabilir.

Sinema internetin varlığı ile birlikte, salonlardan bilgisayar ekranlarına taşınarak –bir şekilde demokratikleşme de diyebiliriz buna– kamuya ücretsiz –ya da düşük ücretle– sunulmaya başladı. Bu durum da sinemanın daha çok insandan talep görmesini ve takip edilmesini sağladı. Bilgisayar kuşağı olarak nitelenen bu kuşak için sinema ne anlam taşıyor?

Spielberg’e göre, bir zaman sonra sinema, operaya benzeyecek. Her yıl sinema salonları için belirli sayıda ve çok büyük bütçelere sahip filmler yapılacak ve insanlar oralara gidecekler. Onun dışındaki bütün filmler evde izlenecek. Ama o zaman bile önceki kuşak için sinema ne anlam ifade ediyorsa, sonraki kuşak için de aynı anlama sahip olacak bence. Sadece ulaşım araçları farklı. Film izlemeyi hep çok seveceğiz. Bundan kurtuluş yok.

Pek çok dergide öyküler yayımlayıp, bir ilk roman olarak Gözlemci Olarak Buradayız’ı yazıyorsunuz. Ancak yazdıklarınızdan da anlaşılacağı üzere, sinemaya derin bir tutkuyla bağlı olduğunuz görülüyor. “Bir hikâye anlatma yolu” olarak nitelenen sanat dallarından ilk icraat olarak neden sinemayı değil de roman yazarlığını seçtiniz?

Sinema, kalabalık bir iş. Yalnız yapılması imkânsız ve bütçe gerektiriyor. Başkalarını sürekli bir şeye ikna etmeniz çok önemli. Yapım itibariyle herkesle rahat rahat muhabbet edebilen biri değilim. Kasiyerle konuşmak zorunda kalacağım için satın almak istediğim şeyden vazgeçip dükkânın önünden uzaklaşan çocuklardandım. Artık o kadar asosyal değilim ama böyle biri için sadece kâğıt kalem ya da bir bilgisayar gerektiren bir sanat dalı, daha çekicidir elbette. Ayrıca ben uydurma olan her şeye derin bir tutku olmasa da güçlü bir tutkuyla bağlıyım zaten. Edebiyat, sinema filmleri, diziler, skeç programları, stand-up gösterileri, tiyatro, haber programları, her şeyin parodisi, mizah dergileri, aile halleri, sevgililik sözleri, Twitter sözleri, kavga halleri, ofis dinamikleri, din. Hepsine meraklıyım.

'RUH HALİNİ RAHATLATMAK SANATIN İŞLEVLERİNDEN BİRİ'

Sinema ve edebiyat için –nasıl anlatıldığına göre değişse de– bir şekilde tanık olma hali de diyebiliriz sanırım. Ki sizin kitabınızın adı da Gözlemci Olarak Buradayız. Yani tanık olma haliyle müsemma bir isim… İnsan, tanık olduklarını unutmamak ya da anın kendisine tanıklık etmek için mi yazıyor (sanat üretiyor) sizce? Yazarken, temel motivasyonunuz ne oluyor?

Müdahil olmayan bir tanıklık hali korkutucu. Uykuyla uyanıklık arası, vücuda çöken o karabasan hali. Vücudunu oynatamıyorsun, bir şey göğsünü eziyor ve bilincin açık. Bu ruh halini rahatlatmak, sanatın işlevlerinden birisi tabii. Kitapta ise ya gözlemci olmaya zorlanan ya da bunu seçen karakterler var. İnsan istemediği bir şeye zorlanmamak için sanat üretmeyi seçiyor. Beni yazmaya iten temel güdü tam olarak nedir bilmiyorum ama herkes, “Ben öyle değilim,” demek için de yazıp çiziyor bence. Kendini değiştirmek için. Kendine karşı sadece bir gözlemci veya tanık olarak kalmamak için.

Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı?

Bir öykü kitabı var. Neredeyse hazır. Dergilerdeki öykülerimi arka arkaya belirli bir sırayla dizdiğim zaman bir dosya oluşur diye düşünüyordum uzun zamandır, şimdiyse pek öyle hissetmiyorum. O dosyayla uğraşacağım biraz. Dergilere öykü yazmaya devam edeceğim. Ayrıca bir roman daha var. Onu da önümüzdeki iki yıl içinde bitirebilirim diye umuyorum. Bir de Melik Tahir Şaştım’la yazdığımız çizgi roman senaryosu var, o konuda biraz sıkıntı yaşıyoruz, çizerlerimiz projeden ayrıldı ama o işe de tekrar döneceğiz.