Ursula K. Le Guin'in 'Hamile Kral'ı

Ursula K. Le Guin, bilimkurgu ve düş gücüne yaslanarak kurduğu estetik mekânda, edebiyatın hakikatin ortaya çıkarılmasında hak iddia edebileceğini hem okurlarına hem de ondan esinlenen yazarlara bir ders niteliğinde göstermiştir. Karanlığın Sol Eli isimli eserinde Le Guin, olağanüstü kurgusu ve performatif diliyle toplumsal cinsiyeti ve onun tâbi olduğu cinsel tertibatı açığa çıkarmakla kalmamış aynı zamanda da cinsiyet öznesinin inşasında söylemin kurucu unsuru olan performatif dili, bizzat yaptığı kurgunun içinde görünür kılmıştır.

Google Haberlere Abone ol

Belma Fırat [email protected]

DUVAR - Kendimizi cinsel bir özne olarak tanımlamamızı ve cinsellik üzerine konuşmamızı sağlayan cinsellik tertibatıdır. Cinselliğe dair üretilen söylemler ve toplumsal pratikler bizleri belirli bir cinsel özne konumunu doldurmaya çağırır. Michel Foucault Cinselliğin Tarihi’nde cinselliğin sorunsallaştırılmasının diğer bir deyişle; biyolojik, tıbbi, ahlaki, kültürel, disipliner, hukuki alanlarda cinselliğin hem söylemde hem de yapıp etmelerimizde nasıl kurulduğunun tarihini ortaya koyar. Bu bağlamda Foucault, cinsel öznenin ve toplumsal cinsiyetin bir kurgu, hem de tarihsel bir kurgu olduğunu; kurgusal ise başka kurguların da imkân dahilinde olduğunu, ezcümle cinsel kimliğini olumsal olduğunu gösterir bize. Judith Butler da, benzer şekilde, toplumsal cinsiyetin siyasi ve kültürel olarak üretilmiş olduğunu ifade eder. Öyle ise Butler’ın Cinsiyet Belası’nda vurguladığı üzere, bir cinsiyet tözünden söz etmek mümkün olmayacaktır: “Cinsiyetin töz gibi görünmesini sağlayan şey, bir cinsiyet ya da toplumsal cinsiyet ‘olmanın’ temelde imkânsız olduğunu gizleyen performatif bir dil ve/veya söylem oyunudur.”

Cinselliğe dair hakikatimizin kurgusal bir boyutu varsa ve bu kurgusal boyutu açığa çıkaran en önemli unsurlardan biri de bu hakikati ifade etme iddiasında olan dilin performatif yapısı ise edebiyat ve hakikat ilişkisi açısından yazarın önünde açılan imkânlar nelerdir? Diğer bir deyişle edebi mekân hakikati açığa çıkarmaya yetkili midir?

Ursula K. Le Guin, bilimkurgu ve düş gücüne yaslanarak kurduğu estetik mekânda, edebiyatın hakikatin ortaya çıkarılmasında hak iddia edebileceğini hem okurlarına hem de ondan esinlenen yazarlara bir ders niteliğinde göstermiştir. Karanlığın Sol Eli isimli eserinde Le Guin, olağanüstü kurgusu ve performatif diliyle toplumsal cinsiyeti ve onun tâbi olduğu cinsel tertibatı açığa çıkarmakla kalmamış aynı zamanda da cinsiyet öznesinin inşasında söylemin kurucu unsuru olan performatif dili, bizzat yaptığı kurgunun içinde görünür kılmıştır. Diğer bir deyişle dilin üstünden onun performatif yapısını gizleyen örtüyü kaldırmış; kurguyu cinsiyet dikotomisini üreten dilin aynası haline getirerek okuyucuya fallogosantrik dili göstermiştir.

CİNSİYETİN YERLEŞİK ÖZNE KONUMUNDAN ÇIKMASI

Cinsellik ve üremenin yeniden tasarlandığı bir edebi-düşünsel mekân olan Karanlığın Sol Eli’nde Le Guin; bir çeşit gender bender yöntemi ile cinsiyeti yerleşik bir özne konumu olmaktan çıkarır, cinsel öznenin cinsellik deneyimini dönemsel ve akışkan hale getirerek onu bir cinsel kimlik olarak tespit edip sabitleştirme imkânını ortadan kaldırır.

Cinsiyeti bükmek, belirsizleştirmek, kendisine atfedilen toplumsal cinsiyet rolünü tersine döndürecek bir kılığa/görünüme bürünmek gibi ifadelerle karşılayabileceğimiz gender bender, Shakespeare’in On İkinci Gece ve Virginia Woolf’un Orlando gibi eserlerinde karşımıza çıkar. Edebiyatta gender bender, bedenlerimizin nasıl cinsiyetlendirildiği ve toplumsal alanda atanmış cinsiyet rollerimizin ne şekilde tezahür etmesi gerektiğini belirleyen normlar konusunda farkındalık yaratmak, toplumsal cinsiyet üzerindeki baskı ve sınırlandırmaları açığa çıkarmak için bir çeşit yabancılaştırma unsuru olarak kullanılmıştır çünkü alışılmışın dışında görünen, “alışılmışın dışında”lığın neliği üzerine bir soru işareti yaratır.

Karanlığın Sol Eli, Ursula K. Le Guin, çev: Ümit Altuğ, syf., 304, Ayrıntı Yayınları, 2016.

Karanlığın Sol Eli romanında, bir gezegenler birliği olan Ekumen’i temsilen, gezegenler arası ittifak kurmak ve ticari ilişkileri geliştirmek için Gethen/Kış’a giden Genli Ai’nin ziyaret notları ile çeşitli arşiv kayıtlarını okuruz. Bir erkek olan elçi Ai, androjen yapıda olan Gethenliler hakkında yazdığında karşılaştığı dil sorununu şu şekilde ifade eder:

“… Karhide dilinin kişi zamiri dilimizde yok. Bu yüzden aşkın bir Tanrı için kullandığımız eril zamiri kullanmak zorundayım onlar için… Ama düşüncemde bu zamiri kullandıkça karşımdaki Karhidelinin bir adam değil bir adamkadın olduğunu unutup duruyorum.”

Kemmer adı verilen doğurganlık dönemleri dışında Gethen cinsellikten yoksun bir toplumdur. Somer denilen bu dönemde bedenleri cinsiyetsizdir ve cinsel arzu duymazlar. Cinsel olarak aktif olunan kemmer dönemine giren kişinin bedeninin üreme yapısının hangi cinsiyete göre cinsiyetleneceği tamamen tesadüfidir. Aynı anda kemmer döneminde olan iki kişiden birinin bedeni dişil ya da eril üreme organlarına göre cinsiyetlendiğinde, kemmeringi de ona “uyumlu” bir şekilde cinsiyetine kavuşur bu nedenle toplumdaki herkes hem anne hem de baba olabilir. Biyolojik yapıya ilişkin açıklamaların yanısıra Kemmer döneminde olup eşi olmayanlar için açılmış olan kamu kemmer evleri, kemmerde doğum kontrolü ya da kemmerden kaçınmayı sağlayan ilaçlar ve toplumsal yaşamın kemmer dönemlerine göre nasıl düzenlendiğini anlatan bölümler Gethen’in alternatif cinsellik tertibatını açığa çıkarır. Kemmer döneminde aynı cinse yönelimi tamamen dışlamamakla birlikte “nadir” olarak ifade etmesi, Le Guin’in eserinde kurguladığı cinsel tertibatın eşcinselliği göz ardı ettiği yönünde haklı eleştirilere yol açmıştır.

Öte yandan, başka gezegenden gelen bir erkek olan Ai, Gethenlileri sürekli olarak toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında anlamaya çalışmaktan; onları gösterdikleri belirli davranış kalıplarına göre cinsiyetlendirmekten kaçınamaz. Ai’nin Gethenlileri tarif ederken, niteleme sıfatlarını ikili cinsiyet sisteminin eril kodlarına göre kullanma çabası; dilin kişileri belirli cinsiyet rollerine hapseden, onları sürekli dikotomiye sokarak, erkeksi ve kadınsı tavırları işaretleyen yapısını açığa çıkararak okuyucuda yabancılaşma etkisi yaratır. Örneğin gücü erkeklikle, kurnazlığı kadınlıkla bağdaştıran; evine ziyarete gittiği Gethenli dostunu hizmet ederken kadınsı, ateşin başında fikirlerini tartışırken erkeksi olarak tanımlayan, görünüşünü kadınsı bulduğundan kaç çocuk doğurduğunu sorduğu bir Gethenlinin dört çocuk babası olduğunu öğrenen Ai, vazgeçemediği cinsiyetlendirme alışkanlığını şu sözlerle itiraf eder:

“İki yıldan beri Kış’ta olmama karşın hâlâ bu gezegenin insanlarını onların gözünden göremiyordum. Bunu denedim ama çabalarım, bir Gethenliyi önce erkek sonra da kadın olarak görmeye çalışıp onları kendi doğaları açısından saçma bizler için vazgeçilmez olan bu kategorilere sokmaya zorlamaktan öteye gidemedi.”

'HAMİLE KRAL' VE DİĞER YADIRGATICI İFADELER

Roman boyunca “hamile kral” ve benzeri yadırgatıcı ifadelere başvuran Le Guin, ikili cinsiyet sisteminin doğallaştırıp içselleştirdiği dilin performatif özelliğini görünür kılarak okuyucuyu şaşırtır ve bir farkındalık etkisi yaratır. Gethenlilerin birbirlerini kadın ya da erkek olarak görmelerinin imkânsızlığını Ai anlamakta zorlanmaktadır çünkü cinsiyet kimliğinin, doğumdan itibaren, bireylerin tüm hayatlarını belirlediği bir düşünce dünyasından gelmektedir:

“Toplumsal-cinsel etkileşim kalıplarımızın hiçbiri yok burada. Onlar bu oyunu oynamazlar. Onlar birbirlerini kadın ya da erkek olarak görmezler. Bizler için tahayyül edilemez bir şey bu. Yeni doğmuş bir bebek hakkında ilk sorduğumuz soru nedir?”

Gerçekten de bir bebek dünyaya geldiğinde, cinsiyeti dilde ifade edilmek suretiyle atanmış olur. Atanmış cinsiyet kimliğimize yerleşerek cinsiyetli bir özne haline gelmemizin önemli adımlarından biri Freud, Lacan ve psikanalizin temsilcisi olan bir dizi düşünürden öğrendiğimiz üzere anne, baba ve çocuk arasında yaşanan Oedipus karmaşasıdır. Gethen/Kış’ta ise sabit bir cinsiyet kimliğinden söz etmek imkânsızdır. İşte bu nedenle elçi Ai’nin ifadesiyle, “Kış’ta Odip mitosu yok”tur.

Le Guin Karanlığın Sol Eli’nde, “kendi tuhaf tarzında her zaman kemmerde” olan elçi Ai’yi Gethenlilerin gözünden gösterdiği bölümlerde bu sefer perspektifi tersine çevirerek aynayı okuyucuya doğrultur. Her birimiz cinsiyet kimliği kavramına ve bir cinsi diğerine göre; onun eksiği, zayıfı, alternatifi olarak tanımlayan düşünce sistemine, dilsel yapıya yabancı bir Gethenlinin bakış açısından kendimizi görebilseydik: “Düşünün: İnsanlık güçlü ve zayıf, koruyucu/korunan, hükmeden/hükmedilen, sahip olan/sahip olunan, aktif/pasif diye ikiye bölünmemiş.” Ne olurdu o zaman?

Öte yandan Gethen bir ütopya değildir. İkili cinsiyet sisteminin ortadan kalkmasının insanlığın sorunlarını bertaraf edebileceğini düşünmek safdillik olurdu. Zorlayıcı iklim koşulları altında; iktidar oyunları, düşmanlık, acı, mücadele, sevgi, dostluk ve dayanışma gibi insanlığın en temel meselelerini ele alan Le Guin’in eseri Karanlığın Sol Eli’nin olağanüstülüğü, cinsiyet ayrımcılığını olanak dışı kılan bir dünyanın tahayyülüne imkân sağlayan bir edebi mekân tasarlamış olmasından kaynaklanmaktadır.

Kaynaklar

Michel Foucault, “Cinselliğin Tarihi”, çev.: Hülya Uğur Tanrıöver, Ayrıntı Yayınları, 2016

Judith Butler, “Cinsiyet Belası”, çev.: Başak Ertür, Metis Yayınları, 2012

Ursula K. Le Guin, “Karanlığın Sol Eli”, çev.: Ümit Altuğ, Ayrıntı Yayınları, 2016