Rıza Kıraç: Yeşilçam’daki yapımcıların yaptığı rezilliğin bin katını dizilerde yaşıyoruz!

Yönetmen, yazar, senarist Rıza Kıraç'la h20 Yayınları'ndan çıkan son kitabı Hürrem Erman, İzlenmemiş Bir Yeşilçam Filmi üzerine konuştuk. Kıraç, "Gerçek yapımcı aynı yıl içinde birkaç farklı türde film üretir, bunu sadece kendi içinde yapmaz, gelip gideni araştırır, sermaye bulur, finanse eder ve o yapımın üretiminden dağıtımına dek her şeyiyle ilgilenir. Bugünün yapımcıları Yeşilçam’ın kötü örnekleri gibi, sadece büyük paralar kazanabilecekleri yapımlar, aslında popüler oyuncular arıyor" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Rıza Kıraç, sinema üzerine eğitim alan, kısa filmler ve uzun metraj film çeken bir yönetmen olmanın dışında, “yazı”yla olan organik ilişkisini koparmadan üretimine yıllardır devam eden bir yazar aynı zamanda.

Öyküleri ve romanları ile olan ilişkisinden önce, sinema üzerine yazılar kaleme alan, bu yazıları çeşitli mecralarda yayımlayan, röportajlar yolu ile gerçekle olan ilişkisini kaybetmeyen Kıraç’ın, geçtiğimiz günlerde H2O Yayınları’ndan çıkan “Hürrem Erman – İzlenmemiş Bir Yeşilçam Filmi” isimli kitabı üzerine, uzun bir söyleşi yaptık.

“Yapımcı” mefhumu, sanatsal anlamda üretim yapmak isteyen bütün sinemacılar için evvela “parası olan kişi” olarak kodlanır. Bilinir ki, bu kişi, seni yalnızca ticari bir meta olarak görür ve senin yapacağın üretimden de ne kadar “artık değer” elde ederse o denli iyi olduğunu düşünür. Günümüzde bu yapımcı algısı yer yer kırıldıysa da –özellikle beraber kaynak yaratan kişi olarak düşünüldüğünde- bugünün “anaakım” denilen sinemasında durum, daha da beter hale geldi.

Rıza Kıraç, sahayla olan sıcak ilişkisini de yitirmeden, yazınsal olarak kurmaca ve gerçeklik arasındaki ilişkiyi es geçmeden üretim çalışmalarına devam ederken, son çıkan kitabı özelinde güne ve güncele dair görüşlerini de bizimle paylaştı. Kıraç, “Ne kadar saçma bir ülkede yaşarsak yaşayalım her şeye rağmen yazmaya, çekmeye, üretmeye devam etmemiz gerekiyor. Bu aynı zamanda bir direniş biçimidir. Adamlar dönüp bakıyor, “Lan biz bunları bunları yapıyoruz, adam hâlâ yazıp çizebiliyor,” dedirttiğimizde psikolojik savaşı kazanmış oluruz” diyor.

Rıza Kıraç

Genelde sinema eğitim gören, sinemanın herhangi bir alanında üretim yapan ve eli kalem tutan biri, estetik ya da politik anlamda bir “figür” olarak nitelenen sinema sanatçılarının üretimlerine dair bir çalışma yaparken siz, bir yapımcının yaşamını konu alan bir çalışma yaptınız. Sizi, Hürrem Erman’a yönelten şey ne oldu?

Belki de soruyu şöyle sormak gerekiyor; bugüne kadar Hürrem Erman ve onun ayarında yapımcılarla niye yeterince ilgilenmedik. Gökhan Akcura’nın Aile Boyu Sinema ve Giovannai Scognamillo’nun Türker İnanoğlu’yla ilgili yazdığı kitap dışında bu konuda kapsamlı bir kitap hatırlamıyorum. Yani Yeşilçam’ın yapımcıları çoğunlukla hor görülmüş ve onların hikâyesi dinlenmek bile istenmemiştir. Niçin? Ön yargılarımızdan dolayı… Oysa biz sinemanın sanat kısmıyla ilgilenirken aynı zamanda bunun üretim ve tüketim biçimiyle, onun sosyolojisiyle, örgütlenme biçimiyle de ilgiliniyor olmalıydık. Bunu yapmaya çalışanlar var yok değil ama yeterli de değil. Oysa Kemal Film’i, Erman Film’i, İpekciler’i, Filmerler’i ve sonrasında yapımcılığa başlayan ve Yeşilçam’ın taşına harç koyan yapımcıları yeterince bilmeden bugün sinemayla ilgili yaşadığımız üretim ve dağıtım sorunlarını yeterince anlayamayacağımızı düşünüyorum. Elbette bu tek başına çözüm üretmeye yetmez ama yaşanılacak olumsuzluklar hakkında ders çıkarmamıza yardımcı olur. Bu yüzden Erman Film’in yardımlarıyla bu kitabı yazdım. Onların desteği olmasaydı kitap üstüne çalışmak çok zor olurdu.

Kitabı okuyunca edindiğim ilk şey, her ne kadar öncülleri olduysa da, sinemamızda profesyonel anlamda yapımcılık titrinin Hürrem Erman ile oluştuğu oldu. Türkiye’de belli bir sistemi oturttuktan sonra yabancı ortak arayışına bile çıkıyor. Sizce, Hürrem Erman’ın bu motivasyonun sebebi neydi?

Erman Film, 2. Dünya Savaşı sonrası süren duraklama döneminde filmin izleyiciye ulaşabileceğini kanıtlıyor. O yıllarda tek tük ve aslında yapımcısı olmayan ya da ilk kez yapımcılığa başlayan yapımlar gösterime giriyor. Sinemaya para harcayabilecek yapımcılar var yok değil, İpekçiler ve Kemal Film sadece yurtdışından film ithal ediyor. Hürrem Erman ise film çekerek riske giriyor. Kameranın, teknik malzemenin, görüntü yönetmeninin olmadığı, hatta film yönetmenlerinin bir elin parmaklarını geçmediği bir dönemden bahsediyoruz. Kemal Film’i, Osman Seden’i Erman Film’in gerçekleştirdiği yapımlar harekete geçirmiştir, sonrasında da Lütfi Akad’ı bünyesine alarak da yapmıştır. Bunu ben söylemiyorum, Osman Seden kendisini söylüyor. Erman Film’in önemi önce Türkiye’de bir film piyasası oluşturması, sonrasında da yakın komşularla ortak üretime geçmesi. Bunu da gerçek anlamda ancak 1960’ların ortasına doğru gerçekleştirebiliyorlar. Hürrem Erman’ın motivasyonu şuydu; biz burada film üretip izleyiciye ulaşabiliyorsak, para kazanıp daha büyük filmler yapabiliyorsak bunu uluslararası alanda da yapabiliriz.

Bunun yollarını daha 1950’lerde aramaya başlıyor ama maalesef dünya öyle değil. Defalarca yakın coğrafyadaki ülkelerle işbirliği yapmaya çalışıyor, sektörel güç yeterli olmayınca onun gibi düşünen yapımcılar da Erman Film de yalnız kalıyor. Ama Hürrem Erman sinemadan kazandığı parayla sinemaya yatırım yapmaya devam ediyor, teknik malzemeler getiriyor, stüdyolar kurmaya çalışıyor. Var olanla yetinmiyor yani.

'GERÇEK YAPIMCI FARKLI TÜRLERDE FİLM ÜRETİR'

Hürrem Erman, yer yer sinemadaki sermaye darlığından ve kapitalizmin kurumsallaşmamış olmasından yakınırken, yapımcılar arasındaki “birlik” çalışmalarına amiyane tabirle söylersek ağabeylik yapıyor. Türkiye Sineması’nda Hürrem Erman’ın varlığını bugünle kıyasladığınızda kapital anlamında nereye oturtursunuz? Türkiye Sineması’nın finansal sorunlarını nasıl tahlil etti Hürrem Erman? Ve neyi başarmak istedi?

Erman Film ile bugünkü yapımcılar kıyaslanırsa, yan yana getirilecek bir yapım şirketi yok. İki- üç nedeni var bunun. Bugün çok güçlü görünen yapım şirketleri yarın batabilir. Bunun örneklerini de gördük. Daha iki yıl önce en büyük yapım şirketi diye lanse edilen ve sektörü domine etmeye çalışan firma büyük bir borçla birlikte battı. 1960’lı yıllardaki Yeşilçam yapımcıları rekabet olmasına rağmen birbirinin gözüne bakıyordu, biri çıtayı yükseltiyor diğerleri onu aşmaya çalışıyordu. Sadece Erman Film için böyle değildi bu, İrfan Ünal, Memduh Ün, Osman Seden, Türker İnanoğlu, Hulki Saner gibi isimlerle birlikte her yıl yeni bir yapımcı giriyordu Yeşilçam’a. Bugün bu işi yönetmenler üstlenmiş durumda ama onların ekonomik güçleri yok. Güçlü yapımcı olarak baktığımız firmalar ise sırtlarını sadece komediye ya da faşizan hikâyelere dayamış durumda.

Gerçek yapımcı aynı yıl içinde birkaç farklı türde film üretir, bunu sadece kendi içinde yapmaz, gelip gideni araştırır, sermaye bulur, finanse eder ve o yapımın üretiminden dağıtımına dek her şeyiyle ilgilenir. Bugünün yapımcıları Yeşilçam’ın kötü örnekleri gibi, sadece büyük paralar kazanabilecekleri yapımlar, aslında popüler oyuncular arıyor. Garanti para... Oysa Erman Film gibi yapım şirketleri sadece filmin üretimine değil dağıtımına el atmıştı. Kombin, “Ayak” dedikleri sistemi kurmuşlardı. Bir tür dağıtımcı sistemi… Bugün film dağıtımı bir tekelin elinde... Bunu kırmadıkça ne farklı filmler izleyiciye ulaşır ne de “sanat filmleri”nin finansmanı yapılabilir. Başka Sinema’nın kurulmasının nedeni de bu değil miydi? Bunu gördük ama iş işten geçmişti. Hürrem Erman’ın avantajı sinemanın ekmek, su gibi ihtiyaç duyulduğu bir dönemde sinema yapmasıydı. Bugün bu ihtiyacı iyi kötü karşılayan televizyon var, internet var ve daha bir sürü şey var.

Yolu Hürrem Erman’la kesişen ve sinemamızda yönetmen sineması diye tanımlanarak film yapan yönetmenlerin büyük kısmı, Lütfi Akad, Atıf Yılmaz, Halit Refiğ vs., sonraki yıllarda yollarına başka yapımcılarla devam etseler de, ara ara da olsa Hürrem Erman’la tekrar çalıştılar. Sizce yönetmenler için Hürrem Erman’ı cazip kılan tarafı neydi?

Atıf Yılmaz’la yaptığım röportajlarda çok sık söylediği bir söz vardı, “Yeşilçam sinema yapmak isteyenleri dışarıda bırakmaz, bir yoluyla içine alır,” diyordu. Çünkü Yeşilçam her zaman nitelikli insanlara ihtiyaç duymuştur. Biz sadece yönetmen olarak bakıyoruz olaya ama kurgucusu, laboratuvar çalışanı, ses teknisyeni var bu işin. Bunların bir kısmı sonra yönetmen olmuş. Ama ne var, hepsi yönetmen olduktan sonra iyi yapımcıyla çalışmak istiyor. Kaç kişi bunlar, dört ya da beş yapımcı. Safa Önal’ın söylediği şey, “Kaptan Köşkü”nde olan yapımcılardan en önemlisi Hürrem Erman. Burada Şeref Gür’ün de hakkını vermek gerekiyor. Çünkü uzun yıllar yürütücü yapımcı olarak Erman Film’i çekip çeviriyor. Yönetmenlerle Hürrem Erman arasındaki birçok sorunu çözüyor. Yani o günün şartlarında Erman Film’in kurumsallaşmış bir firma olmasında Şeref Bey’in de büyük emeği var. En önemlisi de yönetmenin film çekmeye ihtiyacı var. Mesela Lütfi Akad yönetmenliğinin son aşamasında en değerli filmlerini yine Erman Film’de çekiyor. Kimse ne senaryoya ne de yönetmene karışıyor. Yapımcı ne istediğini biliyor, yönetmen ne çekeceğini biliyor ve dağıtım sorunu yok. Bugün ben de böyle bir yapımcı bulsam gider onunla çalışırım.

Hürrem Erman, İzlenmemiş Bir Yeşilçam Filmi, Rıza Kıraç, 328 syf., h2o Kitap, 2017.

Kendi tabiatına uygun olan filmleri seçtiğini iddia eden Hürrem Erman, filmlerde aradığı şeyin duygu olduğunu vurguluyor. Bu alandaki tahminlerinde yüksek oranda yanılmadığını söylerken, aslında neyin “para edeceğini” vurgulamak istiyor sanırım. Bu yanıyla düşündüğümüzde, beraber çalıştığı yönetmenlere ısmarlama film çektirdiği de iddia edilebilir. Çünkü kitapta yer alan filmlerin ön aşamalarının çoğunda hikâyeyi Hürrem Erman’ın belirlediği öne çıkıyor. Film üreten bir yönetmen olarak sizce, dünden bugüne sinemamızdaki yapımcının işlevi hususunda bir değişiklik oldu mu?

Yönetmenlere ısmarlama film çektirdiği iddia değil, birebir gerçek. Vurun Kahpeye’yi, Hıçkırık’ı bulup yeniden ve yeniden çektiriyor. Melodram sinemasını seviyor Hürrem Erman ama bununla birlikte farklı şeyler de çekiyorlar. Mesela, Çetin İnanç, Çeko’yu çekiyor. O bile şaşırıyor Erman Film’le çalıştığına. Hürrem Erman senaryoya bakıyor ve bunu kim daha iyi çeker diye karar veriyor yapımcı olarak. Bunun yanında sen bir yönetmen olarak bir projenle gittiğinde projene bakıp sana ortak olabiliyor, ya da laboratuvar ve dağıtım ortaklığı yapıyor. Ya da hiçbir şey yapamazsa sana para verip filmi bitir getir, sonra gişeye bakalım, oradan bu işi hallederiz diyor. Böyle örnekler var. Kitapta bir kısmını yazmadım, yazmam da doğru olmazdı, ortak yapımlarda film bittikten sonra alınamayan ödemeler var. Bugün de buna benzer hikâyeler var. Çektiğimiz filmlerin finansmanı konusunda yaşadığımız sorunlar boyumuzu aşıyor aslında.

Bugün, Yeşilçam’ın yapımcılıkta yaptığının bin katı rezilliği televizyon dizilerinde yaşıyoruz. Yeşilçam’da en kötü yapımcı üç hafta verir sana bir filmin çekimi için, bir o kadar da ön hazırlığına verir. Bugün televizyon dizileri beş ya da altı gün de 120 dakikalık çekiliyor. Oyuncular, senaristler, teknik ekip, herkes bıkmış durumda. İnsan öğüten bir mekanizma var orada. Üstelik bu televizyonların hiçbiri doğru dürüst sinema filmlerine ortak olmuyor. Ama Yeşilçam’da bunu yapabilen birkaç yapımcı vardı. Az önce biraz bahsettim, bugün birçok yapımcı kap kaç mantığında, bunlar Yeşilçam’da da vardı. Ama hepsi öyleydi demek cahillik olur. Bugün iyi bir filmin yapımcılığını dört beş uluslararası şirket üstleniyor. O yıllarda böyle bir şansınız yoktu. Bunu kitapta anlatmaya çalıştım.

Bir yandan roman yazarken, bir yandan film yönetmenliği yapıyorsunuz. Senaryo ve sinema kitapları üzerinde de çalışmaya devam ediyorsunuz. Bu günlerde motivasyonunuzu sağlayan temel etken nedir?

Bu “motivasyon” denilen şeyden nefret ediyorum! Hayatımda karşılığı olmayan bir sözcük… Bir şeyi yapmam için bunun bir yerlerden itilip kakılmasına ya da birileriyle yarışa girmeme gerek yok. Hayatımı anlamlı kılan iki şey var, biri yazmak, diğeri film çekmek. Neredeyse yirmi yıldır başka bir şey yapmıyorum. Dün beni gaza getiren şey neyse bugün de aynı. Ne kadar saçma bir ülkede yaşarsak yaşayalım her şeye rağmen yazmaya, çekmeye, üretmeye devam etmemiz gerekiyor. Bu aynı zamanda bir direniş biçimidir. Adamlar dönüp bakıyor, “Lan biz bunları bunları yapıyoruz, adam hâlâ yazıp çizebiliyor,” dedirttiğimizde psikolojik savaşı kazanmış oluruz.

Bugün yapılmaya çalışan şey sadece ekonomik ve sınıfsal olarak bizi yok etmek değil, aynı zamanda kültürel üretimimizi durdurmak istiyorlar. Tam da bu yüzden yazmaya, çizmeye, film çekmeye devam etmemiz gerekiyor. Roman yazmadan, film çekmeden, resim yapmadan devrim de yapamayız, cehaleti de yenemeyiz. Ama gerçekten motivasyona, gaza ihtiyacım yok, normal şartlarda da yazmaya çekmeye devam ederim.

'EROTİK VE POLİTİK, BU FİLMİ ALAMIYORUZ'

“Küçük Günahlar” filminden sonra bir daha yönetmenlik yapmadınız. Hazırlığını yaptığınız yeni bir film var mı? Ya da yeni bir kitap çalışması…

Küçük Günahlar filmi sansüre takılmıştı, +13 yedik sinemada, televizyon ve IP’ye giremedik bile. Açıkça söylediler, “Erotik ve politik, bu filmi alamıyoruz,” dediler. Bunun üstüne geri çekilip sisteme uyum gösteren bir film yapmam. Ama asıl sorun, ön yargıları yenmek. Sinemada bu çok zor, yazıp bitirdiğim iki senaryo var. Kürtlerle, akademisyenlerle ve barış talep eden insanlarla ilgili sorunlar çözülmedikçe benim çekeceğim film hep sansür takılır. Bence takılsın da, aksi takdirde bende bir yanlışlık var, demektir. Sinemayla ilgili iki kitap var, hâlâ hazırlığı sürüyor. Film İcabı’nın genişletilmiş yeni baskını yapmaya çalışıyorum, 2000’li yıllardan sonra Türkiye sinemasının ideolojik yönünü yeniden ve daha genişleterek yazıyorum. Bir diğeri de bugüne kadar yaptığım, çok önemli olduğunu düşündüğüm röportajlar var, Atıf Yılmaz, Halit Refiğ, Tunç Başaran, Ömer Kavur gibi Yeşilçam dönemi ve sonrasındaki genç kuşak yönetmenlerle konuşmalar belli bir mantık üstüne yürüyordu. Gelecek yıla hazır olurlar sanırım.