Çiğdem Sezer: Kadın şairler şiire sahicilik kattı

Şair Çiğdem Sezer'le Türkiye'deki şiir atmosferini ve Küçük Şeyler Mevsimi adlı kitabıyla kazandığı Fazıl Hüsnü Dağlarca Ödülü'nü konuştuk. Sezer, "Canlı bir organizma gibi zaman içinde gelişip kendi bedenini, ruhunu olgunlaştırmalı şiir. Şairiyle birlikte..." dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Bugünün modern Türkçe şiirini “oyun”la değil de “sorun”la ilişkilendirerek yazanların, dolayısıyla şiirin “etik” anlatısını kuranların önemli bir bölümünü şair kadınlar oluşturuyor. Öyle ki şair kadınlar günümüz şiirinin iki kanadından biri olmuşlardır. Meraklısı için diğer kanadınsa Türkçe yazan Kürt şairlerin olduğunu söyleyelim. Şiirin arayıştan, açılımdan, yenilikten vazgeçilerek yerleşik kalıplar içinde yinelenmesi bir tuzaktır. Günümüz şiirinde bu konformist yaklaşımın bir tehdit oluşturduğu da açık. Yıllar önce bu tuzağa Turgut Uyar da “Hiçbirinin şiirinde hata yok, mükemmeliyeti ararken kişiliklerini harcıyorlar” diyerek dikkat çeker.

Her şeye karşın arayışın, yeniliğin sürdüğü bir şiir varsa, yani kısaca şiir hâlâ hayattaysa, bunda şair kadınların büyük payı olduğunu söyleyelim. Şiirin gündemindeki yerini koruyan, ama daha çok bir sorun olarak var olan bir başka konu da ödüller. Ödüller birçok açıdan tartışılıyor. Özellikle ödülün nasıl verildiği, kime verildiği, seçici kurul üyelerinin oluşumu, değerlendirme ölçütleri yönünden yöneltilen eleştiriler söz konusu. Bunun yanı sıra ödülleri yapısal bir sorun, kültür endüstrisinin bir aldatmacası, “adam devşirme yöntemi” olarak gören ve bunun gibi radikal nedenlerle eleştirerek “reddedenler” de var. Ancak zaman zaman ödüllerin olumlu bir işlevi de olmuyor değil.

Örneğin bir şairin ve yapıtının hatırlanmasında, bilinir, görünür olmasında ödül önemli bir rol oynuyor. Bununla birlikte dikkat çeken bir konu daha var. Ödül sisteminin yarattığı bir tür “ödül avcılığı” söz konusu. Son yıllarda kimi genç isimlerin ödül alıp ortadan kaybolmasının neden olduğu bir düşünce bu. Ödüllendirilen kimi genç isimlerin ödüllerini alır almaz kayıplara karışması dikkat çekici bir durum. Bu genç isimlerin bir daha neden adlarının duyulmadığı, şiirleri, kitaplarıyla görünmedikleri önemli bir sorudur. Bu görünmez, bilinmez olmanın nedinin açıklanması gerekir.

Bu soruların yanıtsız kalması en çok da seçici kurulların saygınlığını gölgeliyor. Öyle anlaşılıyor ki ödüllerin, özellikle seçici kurulların oluşumu ve değerlendirme ölçütleri bakımından gözden geçirilmeye ihtiyacı var. Daha önce aldığı ödüllere, 2016’da yayımlanan “Küçük Şeyler Mevsimi” adlı yapıtıyla bu yıl üçüncüsü verilen Fazıl Hüsnü Dağlarca ödülünü alarak bir yenisini ekleyen Çiğdem Sezer’le şiir yolculuğunu, şair kadınların şiirdeki varlığını, şiir deneyimini, ödülleri ve şiirin bugünkü görünümünü konuştuk…

Çiğdem Sezer’in şiir yolculuğu nasıl başladı?

Kendimi içinde bulduğum bir “hal”di şiir. Bu anlamda bir başlangıç noktası yok; okuma yazma bilmediğim bir dönemde, radyodan duyduğum şarkı türkü sözlerini kafamda değiştirip “böyle olsa daha iyi olur” dediğim zamanları saymazsak… Yayımlamak, paylaşmak anlamında soruyorsan, dergilerle demek doğru olur.

İlk kitabın “Kanadı Atlas Kuşlar” 1990’da yayımlandı. Şiirde 1990’larda başlayan bir gelişme söz konusu. Bu yıllardan itibaren şair kadınların sayısında büyük bir artış dikkat çekiyor. Sana göre şair kadın sayısındaki artış modern Türkçe şiire nasıl bir katkı sağladı?

Bu artış bile başlı başına bir katkı değil midir? Nicel nitel tartışmasına girmeden. Çünkü aynı soru, sorun erkek şairler için de geçerli. Bu tür sorular karşısında, herhangi bir katkı sağlamadığı ön kabulünün olduğu kuşkusunu duymuşumdur nedense. Seninle ilgisi yok; on yıllardır okuma-yazma-görme deneyimlerimin söylettiğidir bu. Kaldı ki, böyle bir katkının olup olmadığı ya da neler olduğu sorusunu yanıtlaması gereken, şairin kendisi olmamalı. En azından ben buna hevesli değilim. Şiir yazıyorum…Neye, ne kadar katkısı olup olmadığını neden ben düşünmeliyim? Eksiklik mi? Olsun varsın. Ben şiirin kendisiyle hemhal olmayı seviyorum.

Poetik tartışmalar ya da açılımlarla değil. Ama mutlak bir yanıt gerekirse, şair kadınların içselleştirdiklerini yazdıklarını, bunun da “sahici” liği getirdiğini söyleyebilirim. Pek çok erkek şairin yüzeysel, feodal kalıntılar taşıyan, içtenliksiz, kadını nesne-obje olarak algılayan-yansıtan, şişmiş egoların görüntü ve gürültüsüyle flulaşmış ürünlerini görüp okudukça, sahiciliği başlı başına bir “katkı” olarak kabul etmemek olanaksız. Henüz, “bedeni yeniden yazma” aşamasında pek çoğu. Ama “dünyayı yeniden yazma” ya da buradan gidilecek diye umuyorum.

'KENDİ OLMAK' ÇABASI CİNSİYETİ İÇERİYOR

Şiir, arka planında yer alan temel bir sorun odağında yansıtmak, temsil etmek ya da taklit yoluyla hayatı ve dünyayı dile getiriyor. Yapıttan yapıta izlekler, temalar, konular, sözün açısı, yeri, yönü, hatta biçim ve biçemi değişse de şairin uğraştığı o temel sorun sürüyor. Bunu belki pervanenin etrafında döndüğü ışığa da benzetebiliriz. Pervane ışık analojisindeki ilişkiyi gözeterek soralım: Senin şiir için pervanesi olduğun sorun nedir?

Bunun yanıtı senin sorunda saklı aslında; hayatı ve dünyayı dile, söze getirmek! Bir kitabımın adının “Dünya Tutulması” olduğunu hatırlatarak… Bu dile-söze gelmede, insan olmanın – kalmanın o dik yokuşu var elbette. Teknolojik ayrıntılara boğulmuş, tüketim çılgınlığına kapılmış, dünyanın gelimli-gidimli olduğu unutulmuş bir çağda, insan kalmaya çalışmak. Kendi olmak ve bunu başka hayatlara değerek yapabilmek. Bu “kendi olmak” çabası, elbette cinsiyeti içeriyor. Ama bununla sınırlı değil. Uzun uzun açıklanabilir elbette ama, sanırım kilit sözcük, sorumlu olmak, olurdu, pervanelik konusunda. Kendinden ve çağından sorumlu olmak…

Son kitabın “Küçük Şeyler Mevsimi”ndeki şiirlerin yazılmasını “kışkırtan” hangi tür yaşantı uğrakları, deneyim, duygu ve düşünceler oldu?

Onca yıl, onca yokuş… Bir yerde duraklamak ve oradan bakmak yürüdüğünüz yola. Ve önünüzdekilere… Soluk soluğa bir tempodan sonra bunu yaptığınızda, aslında küçük şeylerin ne kadar büyük yer kapladığını görüyorsunuz. Ve “Az, daha az,” diyorsunuz. Bu, geçmişte yaşananlardan pişmanlık değil. Aksine, kendi adıma, yaşadıklarımın doğrulanması gibi bir anlamda. Annelik, dostluk, paylaşma, sorumluluk ve elbette şiir. Varoluş biçimi olarak şiiri seçmemiş olsaydım, dünyayı bu perspektiften asla göremeyecek olmayı düşünmenin verdiği iç huzuru. Kısa süreli tatminlere ya da dünyevi hırslara yenilmeden, aile olmanın zorlukları ve katkıları arasındaki dengeyi yitirmeden sürdürülen bir uzun koşu… Bütün bunları bu şekilde yaşamamış olsaydım, kuşkusuz başka bir şiir çıkardı ortaya.

'TARTIŞMAK İSTEYENLER TARTIŞSIN'

Fazıl Hüsnü Dağlarca Ödülü verilmeye başlandığından bu yana tartışılıyor. Bu tartışmalarla ve genel olarak ödüllerle ilgili ne düşünüyorsun?

Bu tartışmalara ne ayıracak zamanım ne de isteğim var. Tartışmak isteyenler tartışsın. Ödüllerle ilgili düşüncemi pek çok kez yazdım, ama yineleyeyim; muhafazakâr bir taşra kentinde yaşayan bir anne-öğretmensiniz. Şiir üzerine tek kelime edecek kimse yok çevrenizde. Ödüller, o dönemde soluk alacak birer pencere oldular bana. Açılmasa boğulup gidebileceğim pencereler… Soluk almayı sürdürebilmek için olmazsa olmaz pencereler… Sonrasında da kitap ödüllü yarışmalara katıldım, kitap çıkarabilmenin başka yolunu bilmediğim-bulamadığım için. Bu, bana, dünyada-şiirde kalma olanağı sağladı bir anlamda. Bugün hâlâ benzer koşullarda yaşayan-yazan genç arkadaşlar var.

Küçük Şeyler Mevsimi, Çiğdem Sezer, 118 syf., Öteki Yayınevi, 2016.

Daha önce de birçok ödül altın. Ödülün şaire, şiire bir katkısı var mı? Örneğin ödül almak seni nasıl etkiledi, etkiliyor?

En büyük katkısını bir önceki yanıtta verdim aslında; şiirde kalmak. Vazgeçmek için o kadar çok neden bulabilirdim ki! Ama o ödüller beni motive etti, yapabilirsin, yapmalısın, vazgeçme, dedi. Uzaktan bir ses, bir dost eli gibi… Bunu anlayabilmek için o koşullarda yaşamak ve yazmaya çalışmak gerek. Dağlarca ödülü farklı bir yerde duruyor, bu anlamda. O da sanırım, onlarca yıldır verdiğim emeği “sağlama” isteğiydi kendi adıma. Egoyu törpüleme, diyorum ben buna. Başkalarının hayatını-şiirini törpülemeye çalışmaktan yeğdir! Olmasa ne olurdu? Ama şöyle de sorulamaz mı?

Oldu da kime ne zararı dokundu? Seçici kurulların tarafgirliği, şu bu gibi pek çok şey öne sürülüyor. Polemikleri sevmem, ama bu, olan biteni bilmediğim-görmediğim anlamına gelmiyor. Ben de birkaç seçici kurulda yer aldım, alıyorum. Bu deneyimlerimden biliyorum; hâlâ şiirsel ölçütler içinde kalanlar var. İyi ki! Hesapta olmayan bir katkısı da şu oldu bana Dağlarca ödülünün; uzak yakın, tanıdığım tanımadığım pek çok kişinin “oh” demesi. Bu da bir tür, emeğin sağlaması demekti benim için. İkinci bir ödül!

Bugünkü şiiri, gençlerin şiirini, şiir anlayışlarını nasıl görüyorsun, bu konuda neler söylersin?

Gençlik, her anlamda bir “olgunlaşmama” haliyse, bu hal, şiirde de var. Ki olması gereken de bu. Çok genç yaşta “olgun” şiir yazanlar adına kaygı duyarım. Canlı bir organizma gibi zaman içinde gelişip kendi bedenini, ruhunu olgunlaştırmalı şiir. Şairiyle birlikte. Elbette has şiirin ayak sesini duyurur ama bir olmamışlık da mevcuttur, genç şiirde. Bir sorun değil ama tespit olarak şunu söylemem gerek; kavramları, yabancı ya da teknik sözcükleri doluşturarak, tıkış tıkış yazıyorlar. Kimileri de bunu onaylıyor, övüyor. Oysa kritik bir eşik vardır orada; eğer bir bağlama oturtamamışsanız, onca yeni kavram ve sözcükle yazmak, şiir olmaya yetmez. Yetmiyor. Bunu sorun olarak görmediğimi söyledim, evet; çünkü zaman içinde elenip gidecek pek çoğu. Kalanlarsa zaten bu gerçeğin farkında olacaklar. Diktelerle olmuyor bu iş, olmaz. Kendileri görecek, yaşayacak ve yollarını-şiirlerini bulacaklar. Ya da kaybolup gidecekler. Kim ne kadar cilalarsa cilalasın, zaman eleğini acımasızca kullanıyor.

Çiğdem Sezer’e sorularımıza verdiği yanıtlar için teşekkür ederek son kitabına adını da veren “Küçük Şeyler Mevsimi” başlıklı şiirden kısa bir bölüm okuyalım istiyoruz:

“bak bunlar kanaviçe kelimeler unutma

beni merak et seni merak ederim beni hatırla

kapı gıcırtısında pencere açıldığında

gönderdiğim kuş tüylerini içeri al

uyanır uyanmaz mırıldandığın kelimeyi

sabahın ilk ışığı say

küçük şeyler mevsimidir uzun geçeriz

camdan gözleriyle bakarlar ardımız sıra

herkesin unuttuğu ismimle seslen bana”

ETKİNLİK... SÖYLEŞİ…

Şükrü Erbaş okurlarıyla buluşuyor

Bugün saat 14.00’te İzmir Güzelbahçe Kitap Günleri’nde Şükrü Erbaş, İzmirli okurları ve şiir severlerle bir araya geliyor…

İzmir’de yaşayan şairlerle kış dinletisi

20 Aralık Çarşamba günü Vedat Araz’ın moderatörlüğünde gerçekleştirilecek “Yaşayan Şairlerle Kış Dinletisi” etkinliğinde k. İskender İzmirli okurları ve şiir severlerle bir araya gelecek. Buca Belediyesi Kültür ve Sanat Merkezi’nde düzenlenecek etkinlik saat 20.00’de başlayacak.

Ahmet Telli İzmir’de

21 Aralık Perşembe günü saat 18.00’de Buca’da düzenlenecek “Emek Edebiyat Buluşması”nın konuk şairi Ahmet Telli olacak. Etkinlikte Gülçin Sahilli’nin sunacağı açık oturuma Hüseyin Ferhad, M. Mahzun Doğan, Yusuf Alper ve Tuğrul Keskin de konuşmacı olarak katılacak.