Levent Karataş: ‘Son Görüş’te uçan kuş

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Doksanlı yılların henüz başında ilk kitabı “Düşüyorum Galileo” (1992) yayımlandıktan sonra şiir çevrelerinin önemseyip izlemeye başladığı genç isimlerinden biri olmuştu 20 yaşındaki Levent Karataş. O günden bugüne durmadı. Şiirdeki hem arayışını hem de üretimini sürdürdü. “Masal” (2006), “Bir Doğu Uykusu” (2006), “Güzel Cumartesi” (2010), “Piyano Fabrikaları” (2014, “Bir Dünyalı-nın Mesafesi” (2014) daha önce yayımlanan kitapları.

Okurla buluşan yedinci kitabı “Son Görüş” oldu. Düşülke yayınlarından çıkan kitapta Karataş’ın 2014’ten sonra yazdığı şiirler bir araya getirilmiş. Şiirleri birbirinden ayrı, bağımsız parçalar olarak okumak da mümkün. Nitekim kitapta yer alan bilgiye göre şiirler, daha önce ayrı ayrı olarak, dergilerde yayımlanmış. Bana kalırsa kitap ekseninde, kitabın sorunsalı odağında bir araya getirilince bir bütünlük oluşmuş. Kitaptaki her şiir bu tümlüğün parçası gibi okunuyor. Diyeceğim izleği, teması, konusu ortak bir şiirler bütünü olmuş “Son Görüş”. Kitabın son şiirinin adı aynı zamanda “Son Görüş”. Ama herhangi bir şiirin ya da sadece kitabın adı da olabilirmiş.

Levent Karataş

HİLMİ YAVUZ'LA KESİŞMELER... 

Çünkü şiirlere bakınca kitabın izleğini, temasını, konusunu, içeriğini kuşatan bir ad olarak görünüyor. Biraz İkinci Dünya Savaşı sırasında faşist polis teşkilatı Gestapo’nun ajanlarından kaçıp Fransa’ya sığınmaya çalışan, ama bu ülkenin İspanya sınırındaki kapısını açmayı geciktirmesi ve geçiş sürecinin uzaması sonucunda umutsuzluğa düşerek intihar eden Walter Benjamin’in “Son Bakışta Aşk” kitabının adını akla getiriyor. Biraz Hilmi Yavuz’un “Bakış Kuşu”nu anımsatıyor. Ancak Benjamin’le kulvarları, sınırları birbirinden net olarak ayrılacak biçimde farklı.

Hilmi Yavuz’la ise benzerlik yönünden, kültürün ve dilin ortak coğrafyasında belki bir kesişmeden söz edilebilir, ama o kadar. Bundan daha fazla bir benzerlikten söz etmek zorlama olur. Ayrıca şu da biliniyor ki Levent Karataş ilk kitabından itibaren şiirlerindeki dış etki bakımından özgün bir isim oldu. Başka şairler ve şiirlerden çok, kendi yaşantısından etkilendi denebilir. Zaman içinde de bu durum değişmedi. Özgünlüğünü korudu ve sürdürdü. Değişmeye, gelişmeye, araştırmaya açık herkes gibi onun da etkilenmeye açık biri olması olağan elbette, Ama dilinin, şiirinin kendine özgü yapısının bozulmaması konusunda bir hayli dirençli olduğunu söylemek gerek.

Son Görüş, Levent Karataş, 64 syf., Düşülke Yayınları, 2017.

Bu konuda temkinli ve korunmacı bir tavır sergiledi şimdiye kadar. Oysa birçok şairde ve yapıtında gördüğümüz bir durumdur, değişik etkenlerin basıncıyla dilinin, şiirinin kendine özgü niteliğinden uzaklaşarak ortak dilin ya da merkezi dilin yasalarına, buyruklarına yaslanmak, kapsama alanına teslim olmak. Öte yandan dilin yeraltında değil Levent Karataş, dağlarına çıkan bir Dadaloğlu ya da Köroğlu da değil. Ancak dilin ara sokaklarında, mahalle aralarında dolaşıyor. Daha çok da kimi anlarına, durumlarına ait kayıtlarına, hafızasına eğiliyor dilin. “Son Görüş”teki şiirlerin bıraktığı izlenim bu. Ancak önceki yapıtlarını da göz önünde bulunduruyorum bu değerlendirmeyi yaparken. Onun şiiriyle ilgili sanırım şahsına özgü tür tanımlaması açıklayıcı olabilir. Kitaptaki “Hasta” başlıklı şiirden bir bölüm okuyalım:

Parktan öksürük sesi geliyor

Kış artık baharat kokulu evlerde de

Uyuyor konsolunda ilâçlarıyla yaşlı adam

Özgün olmak kaynaklardan kopuk, deneyime, birikime ilgisiz olmak anlamına gelmez elbette. Levent Karataş’ın özgünlüğü de öyle. Onun hem modern Türkçe şiirin hem de geleneksel edebiyatın değişik türlerinin birikiminden, deneyiminden bir hayli istifade ettiğini görüyoruz. Şiirlerindeki masalsı kurgu ve anlatım da bunu gösteriyor. Aşağıdaki dizelerde içkin olan sesle masal ve mesellerden kulağımızda kalan sesin benzerliği dikkat çekici:

Sözlerin, mırıltıların sonsuzluğa soğuyarak uçtuğu.

Boşluklarda da sessizleşmediği hatta.

Katman katman öteki hatıralarla gök haritasında gezindiği.

Levent Karataş şair olarak şiirlerinde, yukarıda da belirtildiği gibi masalsı bir ses tonuyla konuşuyor. Şiirdeki sesi günlük konuşma temposundan, ahenginden, ezgisinden uzak. Ne bağırıyor, ne haykırıyor. Ama susmuyor da. Bazı şiirleri büyük harfle yazılmış olsa da bu sonucu değiştirmiyor. Aşağıdaki dizelerde olduğu gibi:

YERDEN YÜKSEK O PA ZARTESİYİ DE HATIRLARIM HATTA.

FAKAT, BİLİRSİN, SIK HATIRLAMAZSIN HEP BASİT ZAMAN GEÇİRDİĞİNİ DÜŞÜNDÜĞÜN

O ÇAYLAKLIK AN’LARINI-

Oysa büyük harfle yazılacak bir şiiri yok onun. Hayır, şiirlerinin iddiası yok anlamında değil sözüm. Şiirinin bağırmaya ihtiyacı yok... Hem zaten daha önce de belirttiğim gibi bağırmaya da uygun değil onun sesi... Levent Karataş’ın sesi konuşma, sohbet, dua ritminde; ama en çok masallara ait bir ton. Yüksekliği iki insanın birbirini duyacağı seviyede. Karataş, “iki kişi karşılıklı konuşurken birbirine kendini açıklar. Üçüncü kişinin katıldığı konuşmada başka türlü konuşulur ve genelde kimse birbirini duymaz” gerçeğinin farkında olmalı... Birebir konuşuyor çünkü. Dile getirdiği her neyse ondan bahsederken de karşısında hep bir kişi varmış gibi yansıyor şiire sözleri… Aşağıdaki dizeleri örnek oluşturacağını düşünerek alıntılıyorum:

“Tanrı’ya nöbetlerimde, ‘var mısın?’ diye soruyorum” rabbın alemlerin rabbî olduğu düşüncesine teslim olmuş kırgın

kalbimle.

Kitabı okurken birçok dizenin, betiğin, hatta bazen tüm bir şiirin altını çizdim. Şu alıntıladığım betik de onlardan. Levent Karataş alıntıladığım dizelerde sanki bir başka “Guguk Kuşu”nda söz ediyor bize:

İyi ki defterler tutmuşuz tımarhanede

İyi ki konuşma balonlarımız varmış-

kadife gömlekli çizgi roman karakterleriymişiz iyi ki

İyi ki bülbülmüşüz.

Her fırsatta insani değerlerimizin ölçülüp biçildiği olaylarla, durumlarla, karşılaştığımız, dünyanın bizi insan olarak sürekli sınava tabi tuttuğu tuhaf bir çağdayız. İnsan olmanın, insan kalmanın, insani açıdan gelişmenin farkındalıktan ve duyarlılıktan başka kaynağı da, dayanağı da yok. Şiir farkındalık oluşturmak ve duyarlılık yaratmak, geliştirmek bakımından sözün hâlâ etkisinin ve itibarının yüksek tutulduğu bir dilsel alan… O nedenle olsa gerek şair (şiir yazarı değil) şiirde sözün etkisini arttırmak için dilin kuyusuna inmek ne kelime, uçurumuna bile atlamaya daima hazır. Levent Karataş da kuyuya inmiyor, dilin uçurumuna, uca kadar gelse de atlamıyor. Çünkü buna, yani atlamasına gerek kalmıyor. Ama başka bir şey yapıyor. Ne yaptığını aşağıdaki dizelerden okuyalım:

Çocuklukla ilgili bir kalıntıyı da anlama atınca,

tornavidalarla şiire giriştim.

Var olandan da, önceki kuşaklardan miras kalan şiirden de başka bir şiir arıyor Levent Karataş. O nedenle denenmişi yineleyerek çoğaltmaya yönelmediği görülüyor. Bu nedenle olsa gerek; var olan şiire, bozuk bir eşya ya da eski bir oyuncak gibi davrandığının, söküp dağıtmak için tornavidalarla giriştiğinin bilinmesini istiyor. Levent Karataş’ın izlenimci bir şair olduğu söyleniyor. Çok yanlış bir değerlendirme değil bu. Ancak onun biçemi rüyadan gelen o hülyalı şiir dilinin “büyülü gerçekçilik”le de bağı olamaz mı acaba diye bir soru da oluşturmuyor değil:

O düşçü yorgunluğuna

Uçurumlar arasından denize baktığımız

zamansızlığa

Yağmurun dik yağdığı o eski Moda’lardan

Gürültücü seslerle Kadıköy’e yokuş iniyoruz;

Dünya biz geliyoruz bağırışılarıyla

Şair zamanın dibe itmesine karşın bir hayalet gibi geri dönüp hayatın akışına karışan anları, olduk olmadık yerde görüntüye giren günlük yaşantının dağılıp yokluğa karışmak yerine kristalize olmuş kesitlerini bir aynaya dönüştürüyor adeta. Kendisine bir de ordan bakmak istediği bir geçmiş zaman aynası da diyebiliriz buna:

Zamanımın içinde ben görünüyorum sonunda.

Bunu da yazıyorum işte,

saklıyor an içine ânı.

Ancak Karataş, şiirlerinde geçmişteki yaşanmışlıklarından yalnızca bir ayna oluşturmakla kalmıyor. Bir yandan da o aynaya yansıyan geçmişe, gençliğin ve çocukluğun coğrafyası olarak bakıyor. Üstünde uçarak yolculuğa çıktığı coğrafya da diyebiliriz buna. O yolculukta geçmişinin kimi düğüm ve teyel yerlerine, kırılma anlarına dönüyor. Oralarda geziniyor. Yukarıdan uçarak gördüklerini rüya boyutundan, rüya mesafesinden dile getiriyor. O mesafeden görüşün sıcaklığı oluşturuyor “Son Görüş”teki şiirlerin duygusal ve düşünsel atmosferini… Kitapta altını çizdiğim ve aktaracağım şu dörtlükte de söz konusu olan bu:

eşitlendik, rüyamızı denize anlatıp.

- Ben ödevlerimi hep yaptım baba -

çağ bu, şiirle hayal edilirmiş meğer

mümkünsüzmüş nakli eşyanın, an’ın.

ÇOCUKLUĞUN ALTIN ÇAĞI...

Levent Karataş dünyayı kanatlarıyla geçmek isteyen bir şair, ama bir şair olmadan önce bir insan. İnsan olarak da yaşamanın bedelini kanatlarıyla karşılamaktan yana… Belki de o nedenle “Son Görüş”, içinde Richard Bach’ın martısı Jonathan’ın uçtuğu bir otobiyografi kitabı olarak da değerlendirilebilir diye düşündürüyor. Beslenmek amacıyla uçan öteki martılardan farklı olarak uçmak için uçan özgürlük tutkunu martı Jonathan’ı bilen bilir. Bilmeyenler için öneri, bu vesileyle bilmek için adım atmaları. Ben Levent Karataş’ın kitabındaki şiirlerin çoğunda, ama özellikle şu dizelerde duydum martı Jonathan’ın kanat seslerini:

Kuşun dirilişini gördüm. Büyük varlığımla seyrettim onu.

O oldum. Küçüldüm, kahramanım oldu.

Bu şiirde de kuşu ben olarak seyrettin okur. Ya içsel seyirinde?

Son görüş. Kuş uçtu.

Karataş, gençliğinin ve çocukluğunun kimi anlarına, o anların, anıların geçmiş ve gelecekle bağlantısını kurduğu durumlara dönerek hem kendi kişisel tarihini sorun ediniyor hem de kişinin geçmişini görme biçimiyle ilgili deneyimini aktarıyor şiire:

Ötelerden ovaya inen bir kaval sesi dolaşır

Altındır akan su, yeşermiş yemlik ve çay balıkları

Levent Karataş’ın şiir dilinin yapısını çözümlemek için onun ifade tarzıyla ilgilenmek yeterli olmayabilir. İfade tarzını algı ve kurgu yöntemiyle birlikte düşünmek ve değerlendirmek gerekir. Yukarıdaki dizeler bize çocukluğun bir altın çağ ya da cennet olarak tasvir edildiğini gösteriyor. Annesinin hikâyesini masal gibi dinlemiş bir çocuğun, zaman sonra yarı masal, yarı hikâye olarak anımsamasıyla geri döndüğü bir altın çağ. Yani özlem duyulan çocukluk.

Aslında Karataş şiirlerinde, hafızada kayıtlı geçmişe ait anlardan, anılardan yola çıkarak seçtikleri yaşantı kesitlerinden seçtikleriyle kendini yeniden kuruyor, kurguluyor mu demeliyim yoksa? Bununla da kalmıyor; sıkıcı hayata, baskıcı dünyaya karşı özgürleşme seçeneği olarak öneriyor bu girişimini. Şairin kitabında değinmeden geçilmemesi gereken bir duygu söz konusu: Vefa duygusu! Seyhan Erözçelik, Didem Madak gibi şairleri anıyor, eksikliklerini duyuyor ve duyumsatıyor. “Düet” başlıklı ve Seyhan Erözçelik’e ithaf edilmiş şiirde “Çocukluğun dur’duğu yer’den yukarı yaşıyor musun eksik hayatını?” diye soruyor ustamsın dediği şaire ve anlatıyor:

O Ahmet Oktay’la Meşrutiyet Caddesi’nden Tepebaşı lo kantalarında

Ner’de söndürelim feneri meselesini konuşuyordu

Ben merdivenin başında konuşan bu iki azama “iyi akşamlar” diliyordum

Levent Karataş’ın “Son Görüş”ü, modern Türkçe şiirin geleceğinde de var olacak nitelikte bir kitap. Şiirlerin çağının hayat tarzına yönelik eleştirel yaklaşımıyla öne çıkardığı farkındalık ve duyarlılık dikkate değer. Şairin niyeti önemlidir, ama yapıtının sunduğu mesaj daha çok önemlidir. Yapıtın mesajın açığa çıkarılması, içeriğinin anlaşılması ve yorumlanması amacıyla irdelendiği yazıların işlevi budur. “Son Görüş” aynı zamanda Emel İrtem, Nilay Özer, Haydar Ergülen, Şeref Bilsel gibi isimlerin arka kapakta yer alan sözleriyle kefil oldukları bir kitap. Söylenenler okur için önemli referanslar oluşturmakta. Ancak esas olan elbette yapıtın zamanla imtihanından çıkacak sonuç. Son sözüm editöre ve yayıncıya. Okuyup bitirdiğimde; bende kitaptan keşke sadece şiir kalsaydı. Keşke o tashihler olmasaydı demeseydim ve keşke bana bunu söyletmeseydiniz.

BU AYIN DERGİLERİ

Bir not

İncelediğimiz aylık ya da iki aylık olarak yayımlanan kültür, sanat, edebiyat ve şiir içerikli dergilere bakınca önemli bir eksiklik olduğunu fark ettik. Dergilerin çoğunda başka dillerden şairlerin yapıtlarına rastlanmıyor. Bunu bir çeviri krizi olarak mı yorumlamak gerekir? Yoksa daha da önemli nedenleri mi vardır? Bilemedik ve fakat bunun elbette bir açıklaması olmalı diye düşünüyoruz…

Yeni e.

Aylık olarak yayımlanan kültür, sanat ve edebiyat dergisi yeni e’nin Kasım 2017 tarihli son sayısı okurla buluştu. Derginin bu sayısında şiirleriyle yer alan isimler şunlar: Paul Eluard (Çeviren: Mehmet Atala), Asım Gönen, Elif Firuzi, İbrahim Tığ, Arife Kalender, Şahin Altuner, Önder Karataş, İakovos Kambanellis (Çeviren: Mahir Ergun), İdris Sezgin, Yusuf Yağdıran, Serkan Atay ve Okan Yılmaz.

Varlık: En eski aylık dergi

Türkçenin aylık olarak yayımlanan en eski şiir, edebiyat ve kültür dergisi Varlık’ın Kasım 2017 tarihli son sayısı yayımlandı. Derginin bu sayısında şu şairlerin şiirlerine yer veriliyor: Hüseyin Ferhad, Oya Uysal, Lâle Müldür, Orhan Alkaya, Altay Öktem, Ali Selçuk, Aziz Telci, Bekir Dadır, Öner Alaca ve Mualla Kâtip.

Yasak Meyve

Şiir dergisi olarak yayımlanan Yasak Meyve’nin Kasım Aralık 2017 tarihli 89. sayısı okurla buluştu. Derginin son sayısında şu şairlerin yapıtlarına yer veriliyor: Oya Uysal, Oğuzhan Akay, Gültekin Emre, Ahmet Günbaş, Serdar Ünver, Zehra Betül, İbrahim Halil Akdağ, Şeyda Üzer ve Muhammed Abdullah.

Sincan İstasyonu

İki aylık edebiyat dergisi Sincan İstasyonu’nun Kasım-Aralık 2017 tarihli 92. sayısı okurla buluştu. Derginin bu sayısında şiirleriyle yer alan isimler şunlar:

Mehmet Mümtaz Tuzcu, Mehmet Atilla, Öner Fikri, ba Müslim Çelik, Yılmaz Arslan, Nazlı Yıldırım, Şivan Zeren, Ümit Yıldırım, Fatma Akilhoca, Tataryen Lokman, Tolga Özen, Dimitır Hristov, Fatma N. ve Ruhsan İskifoğlu.

Kitap-lık

Yayımlanmaya başlandığı 1993’ten günümüze kadar değişik format ve periyotlar izleyen Yapı Kredi yayınlarına ait iki aylık edebiyat dergisi Kitap-lık’ın 194. sayısı okurla buluştu. Derginin Kasım Aralık 2017 tarihli son sayısında çoğunluğunu eski kuşaklardan isimlerin oluşturduğu şu şairlerin yapıtlarına yer veriliyor: Güven Turan, Gültekin Emre, Tarık Günersel, Hüseyin Ferhad, Lâle Müldür, Metin Celâl, Betül Tarıman. Ali Asker Barut, Mehmet Can Doğan, Ali Ayçil, Nilay Özer, Mehmet Erte, Mehmet Öztek ve Hüseyin Serhat Arıkan.

SÖYLEŞİ.. ETKİNLİK…

Fuarda son iki gün

Bu yıl 36’ncısı düzenlenen TÜYAP İstanbul kitap fuarında bugün ve yarın gerçekleştirilecek şiir içerikli söyleşi ve etkinlikler şöyle:

“Turgut Uyar 90 Yaşında” başlıklı panel bugün saat 15.45’te başlıyor. Marmara Salonu’nda düzenlenecek ve Özge Şahin’in yöneteceği panele konuşmacı olarak Murat Belge, Orhan Kahyaoğlu ve Yalçın Armağan katılacak.

Bugün düzenlenecek bir başka etkinlikse saat 18.15’te Marmara Salonu’nda yapılacak Ahmet Telli’nin şiir dinletisi. Fuarın son günü olan yarın “Aşığız, Can Bulur Söz Ağzımızda” başlıklı şiir dinletisine Şükrü Erbaş ve Haydar Ergülen katılacak. Kalamış Salonu’nda gerçekleşecek etkinlik saat 14.30’da başlayacak.