Ezgi’nin ezilmesi hakkında

Tarihçiler dönemlendirmelere bayılırlar; dönemleri tarihlendirmekten, başlatıp bitirmekten... “...den beri”siz yapamazlar. Tasnife öyle bir sararlar ki tahlile vakit kalmaz. “Adem’le Havva’dan beri...” böyle bir sorun var.

Google Haberlere Abone ol

“İnsanlardan hiçbir şey istemeyip hep onlara vermeyi alışkanlık haline getirdiğinde, istemsizce asil davranır ki.”

Nietzsche, Kendiyle Bir Başına İnsan, çev. Tuğba Hacaloğlu Tosun, Kafka Kitap, 2017, s.10.

“Herkes benim gibi” dedi Ezgi, “tarihi merak ediyoruz ama öğrenmeyi istemiyoruz.” Ne demek bu şimdi? “Bildiklerimiz söylemsel düzeyde idare edip gidiyor. Bilgiyle ilişkisi sorunlu bir toplumda insan sadece değer yargılarıyla büyüyebilir, biz de öyle büyüdük. Onları -senin kullandığın kelimeyle- “tefrik” etmeden, bilime giden bilgiyle çoğu durumda yanlış karara varan yargıyı ayırmayı öğrenmeden, bilgiye niye ihtiyaç duyulsun ki? Sorun sınav sistemlerini değiştirmek değil, madem genel sistemin temel dinamiği önyargılar, sınavın amacı önyargıları belirlemek, seçmek ve puanlandırmak olsun!” En yüksek puanlı yüzde 1’lik dilim alsın diyorsun? “Evet, önyargı meslek yüksek okullarına onlar gider o okulların kısaltması da ÖMYO olur, ne dersin?” Nerden çıktı bu şimdi?

Geçen hafta arkadaşları arasında en fazla duyduğu article “Tanzimat’tan beri”ymiş. Ona anlattıklarımdan aklında kalanları söyleyecek olmuş, “Ne diyorsun sen ya!” demişler. Muhafazakar mı bunlar? “Yok ya sadece onlar değil; solcusu, ulusalcısı, ‘Ay ben böyle konulardan çok sıkılıyorum’ diyeni hep aynı.”

Al sana Duvar’a bir mevzu daha.

Tarihçiler dönemlendirmelere bayılırlar; dönemleri tarihlendirmekten, başlatıp bitirmekten... “...den beri”siz yapamazlar. Tasnife öyle bir sararlar ki tahlile vakit kalmaz. “Adem’le Havva’dan beri...” böyle bir sorun var. Cemil Meriç buna “Kategorik düşünce hastalığı” diyordu. En masumu, “Hangi dönemde yaşamak isterdiniz?” En acımasızı: Senin olmadığın bir dönemde!

Nedir bunlar? Düzenin şeyleri, “...den beri”lerin kelimeleri. Maurus Reinkowski’nin incelemesine bu adı; Düzenin Şeyleri, Tanzimat’ın Kelimeleri başlığını koyması (çev. Çiğdem Canan Dikmen, YKY, 2017) bundan. 19. Yüzyıl Osmanlı tecrübesini anlayabilmek için önce bir çerçeveye ihtiyacı var tarihçinin. Tasnifin tuzağına düşmemek için o kısmı çabuk geçiyor: 19. Asır 1789-1914’de, yüz yirmi beş yılda olup bitenlerdir. Osmanlı için bu döneme İlber Ortaylı İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı dedi. 1914-1991, 20. Yüzyıldır, seksen sene süren aşırılıklardır. Hobsbawm’ın deyimiyle dünyanın bu dönemi “Aşırılıklar Çağı” (Eric Hobsbawm, Kısa 20.Yüzyıl. 1914 – 1991. Aşırılıklar Çağı, çev. Yavuz Alogan, 10. Baskı, Everest, 2017.) Fırsat bu fırsat, 21. Asır için de ben “...den Beri Çağı” diyeyim.

İşin ciddiyetine gelecek olursak, gerçekten merak eden küçük azınlığa Reinkowski’nin ikazını ben de çok dikkate alıyorum: Karşılaştırmalı çalışmalar yapılmadan bu mevzuu anlamamız gerçekten zor. “Böylesi çabaların ne kadar başında olduğumuzu, siz okuyucuların bu kitabı okurken karşılaşacağı kifayetsizlikler belgelemektedir.” Alman tarihçi söze muhteşem bir tevazu cümlesiyle giriyor. Kusursuz denebilecek tarihçiliğiyle Tanzimat’ı inceliyor. Foucault’nun “İnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi” için gerekli gördüğü “Kelimeler ve Şeyler”e aşina olanlar Reinkowski’yi daha iyi anlayacaklardır. “...den Beri”yi “Ne’den Beri?” sorusu yapmak isteyenler için şeker gibi bir kitaptan söz ediyorum.

GEÇEN HAFTA

Önceki sevgilim histerik bir Barbara Cartland’dı. Sevgili dediğin Woolf - Le Guin - Bachmann karışımı olmalı. Onunla anladım. Gerçi Beauvoir’yı da çok seviyor. Olsun. Bana onun “Evlilik geleneksel olarak kadınlara sunulmuş tek gelecektir. Bir çok kadın ya evlidir, ya bir zamanlar evlilik geçirmiştir, ya da evli olmadığı için acı çekiyordur” dediğini naklederken çok gülmüştü. “Ben seninle evlenmeden acı çekeceğim, kesin kararlıyım,” deyince rahatlayacağımı biliyordu.

Dedi. Felaket tehdittir, tedbiri yoktur. Felaketin varlık sebebi mahvetmektir. İkimiz de felaketiz –her şey ve herkes gibiyiz.

Uzun sürmedi ama. Bachmann’ın insan düşüncesine en büyük katkısı faşizmin iki kişi arasındaki ilişkide başladığını tespit etmek. Latife’yle Atatürk, Atatürk’le Fikriye, Sabiha’yla Atatürk, Dimitrina ile Atatürk, Atatürk’le Eleni... Faşist bir ilişki için evlilik şart değil yani. Ha yine de Uşşakizadeler’in kızıyla evlenmeyeydi iyiydi tabii.

Heidegger Arendt aşkından söz ediyor Bachmann, Heidegger’in Nazizm’inden değil, öyle sanıyorum. Kıskanmak ve kıskandırmak zorundayız; küsmek ve barışmak, eksikleri yüzümüze vurmak, zırıl zırıl ağlamak, artık ondan kurtulsam (mı?) demek... Geride kalan da aşk işte. Kalamayan.

“Bugün” deme hakkı sadece intihar edecek olana aitmiş, Malina’dan orayı çizmiş, kalemi yeşil. “Bugün intihar edelim mi?” Sorar mı sorar. Sormasa da anlarım, elinden tutup atlarım. Kalakalırız. Annemi kaldığı yerde göremedim. Gidene kadar kaldırmışlardı. Kalamamış. Bizi de göremeyeceğim. Görenlerin kör gözüm parmağına.

Kalabalıkta Yüzler. Onun yüzü. Valeria Luiselli büyük edebiyatıyla beni çok etkilemişti. Şimdi yine ondan Dişlerimin Hikâyesi’ne başladım (çev. Seda Ersavcı, Siren, 2017.) İmplant sorunuma iyi geleceğini düşünüyorum. Siz siz olun dişçiye gidin.