Futbolca düşünmenin tarihi

Jonathan Wilson'ın 'Futbol Taktikleri Tarihi - 2-7’den Tiki-Taka ve Ötesine' kitabı, İthaki Yayınları etiketiyle Türkçe'de. Kitabın başlığında geçen taktik sözcüğü, geniş bir anlama sahip; çoğu zaman oyuncuların sahaya diziliş düzenini belirten bir sözcük olmasına rağmen, oynama tarzı, kazanma stratejisi, ahlaki öncelikler, kullanılan antrenman yöntemleri gibi, on bir oyuncudan bir takım, parçalardan bir bütün yaratmanın formülü nedir sorusuna bulunan yanıtların tümüne taktik deniyor.

Google Haberlere Abone ol

Can Evren [email protected]

DUVAR - 'Futbol Taktikleri Tarihi' kitabı, futbolun “saha içinin” küresel tarihini, yani sahada oynanma şeklinin/tarzının küresel evrimini resmetme girişimi. Ne Simon Kuper’in saha dışı olaylara odaklanan 'Futbol Asla Sadece Futbol Değildir'i benzeri bir futbol-siyaset ilişkisi tarihi örneği; ne Türkçede çok iyi bir örneğini Sevecen Tunç’un 'Mektepliler, Münevverler, Meraklılar' başlıklı Trabzonspor monografisinde gördüğümüz türden, genelde akademik tarihçilerin ürettiği türden bir toplumsal tarih örneği; ne de Türkiye’de en kapsamlısını Mehmet Yüce’nin yazdığı futbol vakanüvisliği türüne ait.

h

Toplumsal değişimler, siyasi gelişmeler, kültürel tuhaflıklar...bunların hepsinden biraz var kitapta ama taktik düşüncenin ve futbolun oynanma şeklinin evrimine, sahadaki oyunun kendisi hakkında soyutlamalar ve soyut düşünce tarihine temas ettikleri ölçüde konu oluyorlar. Futbol oyunu hakkında yaratıcı ve analitik düşünmenin tarihi, denebilir. Alt başlıkta belirtildiği üzere, '1-2-7’den Tiki-Taka ve Ötesine'.

Kitabın başlığında geçen taktik sözcüğü, geniş bir anlama sahip; çoğu zaman oyuncuların sahaya diziliş düzenini belirten bir sözcük olmasına rağmen; oynama tarzı, kazanma stratejisi, ahlaki öncelikler, kullanılan antrenman yöntemleri gibi, on bir oyuncudan bir takım, parçalardan bir bütün yaratmanın formülü nedir sorusuna bulunan yanıtların tümüne taktik deniyor. İthaki Yayınları'ndan keyifli ve okunaklı bir Türkçe çeviriyle geçtiğimiz haftalarda yayımlanan kitap, okura bu yanıtların zincirleme evrimini, bu evrime katkıda bulunmuş “büyük futbol mucitleri”nin kısa yaşam öykülerini ve bu mucitleri etkileyen toplumsal koşulların, entelektüel ilhamların ve siyasal atmosferlerin özetini sunarken, taktik fikirlerin gezgin antrenörler eliyle ülkeden ülkeye yayılma sürecini anlatıyor. İngiliz spor yazarı, futbolda takım fikrinin, oyunun biçimsel bütünlüğünü resmeden soyutlamaların, bir nevi oyunun “form-bilimi”nin, morfolojisinin gelişim tarihini anlatıyor bize.

Futbol Taktikleri Tarihi: 1-2-7’den Tiki Taka ve Ötesine, Jonathan Wilson, çev.Deniz Arslan, 592 syf, İthaki Yayınları, 2017. Futbol Taktikleri Tarihi: 1-2-7’den Tiki Taka ve Ötesine, Jonathan Wilson, çev.Deniz Arslan, 592 syf, İthaki Yayınları, 2017.

Hızlı, güçlü, çevik ve çalışkan olmak, kazanma isteği, kararlılık, mücadelecilik gibi rekabetçi ferdi nitelikler veya erdemlerin bütün spor branşlarında ifade bulduğunu, tüm yarışmacı fiziksel oyunların bu erdemleri harekete geçirdiğini veya talep ettiğini söyleyebiliriz. Teknik ve taktik ise her spor branşında ayrı seyreden bedensel/bireysel ve zihinsel/kolektif tarzları anlatıyor. W-M, 4-4-2, 3-5-2, tiki taka, santrhaf, ofsayt tuzağı, total futbol, katenaçyo, libero gibi, birçok dilden ifadeler barındıran ama oyunu candan tanıyan futbolseverlerin dil engeline takılmadan okuyabildikleri bir terminolojisi var futbol formbiliminin.

Futbolun küresel ayrıksılığını ve ayrıksı yaygınlığı en iyi temsil eden kültürel ifadesi sanırım bu çok dilli şemalar ve terimler havuzu; futbolca diyebileceğimiz başlı başına bir dil. Kitabın albenisi burada yatıyor; futbolseverler cemaatine özgü iç âlemin sınırlarını çizen dili merkeze alıyor ve futbolsever okuru savaşlar, ekonomik kalkınma ve kriz, darbeler, göçlerden oluşan dünya tarihinin içinde ama dünya tarihinden yeterince soyutlanmış bir saha içi tarihinde gezintiye çıkarmayı beceriyor.

Bunun bir futbolsever okur için, oyunun kirli emellere alet edildiği siyasi entrikaları okumaktan veya kuru bir “endüstrileşme” hikâyesi dinlemekten daha cazip ve neşeli olduğunu söyleyebiliriz. Çevirmeni de tebrik etmeyi ihmal etmeyelim; soyut ve bazıları kullanımdan düşmüş terimlerden oluşan kitabı Türkçeleştirmekte gayet başarılı olmuş.

MÜCADELECİ BİR 'HIRİSTİYANLIK' OYUNU

Futbolca düşünmenin tarihini yazan Wilson’ın sık sık vurguladığı bir nokta var ki yazarın “İngiliz taşralılığına” duyduğu şahsi antipatiyi biraz abartılı şekilde kitaba yansıttığını düşündürmüyor değil: Taktik düşüncesi ve futbol üzerine soyut düşünce, baskın değeri “anti-entelektüelizm” olan ahlakçı İngiltere spor kültürü içinde doğamazdı. Kurallı, topa elle dokumanın kaleciler dışında yasak olduğu futbolun doğduğu Viktorya dönemi, futbol veya ragbi gibi sporlara eğitim değeri olan yarışmacı idman çeşitleri olarak görüyordu. Oyundan ziyade yarışmacı bir terbiyenin, ahlaklı ama fiziki kavgadan korkmayan, mücadeleci bir Hıristiyanlık'ı öğretme aracı olarak kurallaştırmıştı futbolu.

Nitekim futbol gibi sporların hâkimiyeti, amatörlük ahlakının icadı sonrası seçkin okullardan mezun olan eğitimli sınıflara geçmişti. Top sürme futbolu veya “vur ve saldır”, daha temaslı, daha bireyci bir fiziksel yarışmacılığın simgesi. Futbolun soyut düşünceyle buluşması, oyunun kendine özgü bir sisteme tâbi olabileceği fikri, oynamanın hazzı için, seyir zevki için daha güzel ve yenilikçi şekillerde oynanabileceği iddiası olsa olsa, bu terbiyevi âlemden sıyrılıp seyir, tefekkür ve eğlence alanına taşmakla mümkündü.

Nitekim kitap, önce başına buyruk İskoçya’ya, sonra 1920’lerin Viyana kafelerindeki “nazenin” okumuşların futboluna ve kâğıtadamların kıvraklığına, “kara kuru” Uruguay işçi sınıfına uğruyor ve futbolun Güney Britanya okullarından çıkıp sivil topluma, toplumsal yaşamın daha açık, dinamik ortamlarına bulaşarak geçirdiği modernist devrimle açılıyor. Tıpkı İtalyan fütürist ressam Boccioni’nin 1913 tarihli Futbol Oyuncusunun Dinamizmi tablosunda olduğu gibi, futbolun ve futbolcunun; kuralları, terbiyeyi, ahlakı, Thomas Hughes romantizmini, şekil almayı ve düzeni değil, form değişimini, dinamizmi, hareket için hareketi, yabancılığı, yenilikçiliği ve modernizmi çağrıştırması için Britanya dışı bir ortama ihtiyaç vardı.

fitbol

Wilson kitabın omurgasındaki bu mecazi karşıtlığı abartmakla birlikte, İngiliz pragmatizmi ile küreselleşme hikayesi arasında gidip gelen makul bir şema oluşturabilmiş. Bu şemada İngiltere, inatçı muhafazakârlığın, yaratıcılık eksikliğinin, soyut düşünce düşmanlığının, sağlamlığın, kıvraklığı erkekliğe yakıştırmayanların, pragmatizme saplanıp kalanların simgesi olarak karşımıza çıkıyor. Kıta Avrupası, Güney Avrupa, Güney Amerika ve Sovyetler Birliği ise futbolun şehir mimarisiyle, felsefeyle, sanatla, dansla, yaratıcılıkla ve hatta siyasi düşünceyle daha içli dışlı olabildiği; nitekim ahlaktan ve terbiyeden fazlasını simgeleyebildiği teknik ve taktik inovasyon coğrafyaları.

Taktiklerin tarihi, pragmatizm ile estetiğin, sonuç odaklılık ile güzelliğin, düzen ile akışkanlığın, ferdi beceri ile işbirliğinin çatışmalı birliğinden doğuyor. Taktik yaratıcılığın tarihi, tekerrür eden bu zıtlıklardan doğan sentezlerin tarihi. Kuzey ile Güney’in diyalektik bütünlüğünden doğan bir küreselleşme tarihi alegorisi kitap aynı zamanda.

1960’lar ve 1970’lerde Hollanda ve SSCB’de eşzamanlı icat edilen total futbol, bu sentezin en yüksek noktası gibi resmediliyor kitapta. Sarkık forvet kullanarak savunma hattında boşluk yaratma çabalarında ortaya çıkan, Puşkaşlı Honved’in mükemmelleştirdiği, savunmacını birebirde mağlup etmek yerine savunma hattında boşluk yaratarak pas kombinasyonlarıyla hücum etme stratejisi, Rus antrenör Maslov’un prese dönük dörtlü orta sahayı keşfi ile topsuz simetriğine kavuşuyor.

Hücumda alan açma icatları, topsuz oyunda alan daraltma icatları ile buluştuğu zaman, oyun iki yönde birden alansal/uzamsal oynanmaya başlıyor ve bundan sonra dizilişler giderek simetrikleşerek, orta sahanın şişkin tutulduğu şekillere bürünüyor. Hücum ile savunma stratejilerinin ikisinin birden uzamsallaşması, sahanın ortasını ve ileri geri dinamizmi merkeze koyuyor. Ondan sonrası bildiğimiz futbol aslında, 80 metrelik koridorları koşabilen kenar savunmacılar, çalışkan ısırgan orta sahalar, deplase olmayı bilen forvetler... Bu noktadan sonra geri döndürülemeyecek şekilde kolektifleşiyor oyun: Top sendeyken alan yarat, top rakipteyken alan daralt; takımca hücum, takımca savunma.

. .

Hücumda genişlik, savunmada darlık. Bugün neredeyse her maçta tekrarlanan o akordeon benzeri kolektif hareketin icadı. Viktor Maslov, Valeriy Lobanovski ve Rinus Michels’in futbola hediyesi veya sevmeyenler için futbola soktukları zehir. Artık topa egemen topçular değil, sahaya hâkim total futbolcular sahnede.

Bu değişimle beraber atletten takıma, bireyden kolektife geçiş tamamlanıyor kitabın sunduğu anlatıda çünkü artık hem savunmada hem hücumda icra ediliyor ve oyunun iki yüzü, giderek bölünmez bütünlük kazanıyor. Topu kaybeder kaybetmez, kaybettiği yerde toplu rakibin başına üşüşen Guardiola Barcelonası, savunma ile hücumun bütünleşmesi, oyunun işlevsel bütünlük kazanmasının zirve örneği.

'Pasın Zaferi' başlıklı son bölümde Alex Ferguson’ın ağzından 2011 Barcelona'sı için dünya tarihinin en iyi takımı yakıştırmasını okuduğumuzda, kitap kendi modeline bizi ikna etmeye yaklaşıyor: total futbol, etkinlik ile güzelliğin, kazanma ile beğeninin, rekabet ile zarafetin en yüksek sentezi. Futbolun bu modernist zirve noktası, 1960’lardaki yapısalcılık furyası ile özleştiriliyor: Tekil ögeler, bütünlüklü bir yapı içinde birer yer değiştirme olarak bireyliklerini kazanırlar. İnsan sormadan edemiyor okurken: Yazarın bu “İngiliz anti-İngilizliği”, aşırıya kaçan bir soyutlama veya şematizm takıntısı değil mi? Bugün Pogba, Ronaldo, Kante, Messi...Hız, beceri, dayanıklılık, kıvraklık, doğaçlama futbolda hâlâ belirleyici etmenler değil mi?

TAKTİSYEN FİGÜR TARİH SAHNESİNE ÇIKIYOR

Edebiyat eleştirmeni Fredric Jameson, modernizmi tanımlarken şöyle bir önermede bulunuyor: Kültürel bir faaliyet, ancak kendi dışında bir amacın aracı olma niteliğini yitirdiği zaman kendi şekli üzerine düşünen bir yaratıcılık kazanır. “Sanat için sanat” anlayışının doğabilmesi için hem sanatın özerk bir pazarı, profesyonel sanatçı olarak geçinebilme imkânı doğmalıydı, hem de sanatçılar bir “işe yaramazlık” veya amaçsızlık duygusuna kapılmalıydı ki dönüp dolaşıp bizzat sanatın varlık koşullarını sorgulayan form deneylerine girişebilsinler.

Jameson’ın önermesini hatırlatacak şekilde, Wilson’ın modernist futbol devrimleri, profesyonelliğin yayılması ile, amatörlüğe takıntılı, yarışmacı idmanlara araçsalca yaklaşan Viktorya dönemi okumuşlarından veya faşizan/askeri beden terbiyesi programlarından sıyrılmasıyla ve bir futbol düşünürü rolü oynayan taktisyen figürünün tarih sahnesine çıkmasıyla mümkün oluyor. Wilson’ın kitabı, Tanıl Bora’nın “kârhanede romantizminin” veya en şairane ifadesini Galeano’da bulan değişime karşı masumiyet özleminin ve antrenör sevmezliğin tersine, açık bir “futbol modernizmi” savunusu; oyunun şekli üzerine, futbolun en yüksek zirvelerinde yapılan deneylerin tarihinden heyecan duyan, formda devrim üzerine düşünen futbol modernistlerinin, saha içi ilerlemenin tarihi.

Unutmamak lazım: Wilson’ın futbol düşüncesinin doruğu saydığı Maslovcu pres, Ajax’ın total futbolu ve Lobanovski’nin Dinamo Kiev’i, futbolculardan müthiş bir fiziksel zindelik talep etmeleri bakımından futbola ayrılan çabanın, zamanın ve mekânın genişlemesini gerektiriyor. Yarı-profesyonel statüsündeki Sovyet futbolcuları, Lobanovski’nin ağır antrenmanlarına karşı greve bile gitmişler.

Anadan doğma kusursuz yetenekler izlenimi veren tiki taka ustalarının, belki 3-5 yaşından beri futbol antrenmanı yaptıkları Barcelona altyapısında, profesyonel bir hapiste büyüdüklerini, futbol âleminin genişleyen bütçesinin ve bu sayede üretebildiği zaman-mekân özerkliğinin ürünü olduğunu düşünebiliriz pekâlâ. Ustalık ve zarafetin emekle ve kararlı hazırlıkla ilişkisi yeni değil elbette.

Futbolun sorunluluğu, diğer tüm modern kültür alanları gibi bu ikilemde yatıyor: Yaratıcı soyut atılımlar ve teknik mükemmeliyet, futbolun iç aleminin zamansal ve mekânsal genişlemesine (mali kaynağa) bağlı bağlı olmasına, fakat mali, idari, kurumsal ve düşünsel özerklik kazandıkça içine dönük, yalıtılmış bir âlem, “eğlence için eğlence” olma riski taşıyor, ne de olsa paranın suyu seyirden. Futbolun oynanma şeklini anlatmak için kullanılmadığında, yani futbol dünyası dışında hiçbir anlam ifade etmeyen şemalar, rakamlar, uydurma sözcükler ve geometrik şekillerden oluşan bu futbolca düşünme dilinin muazzam inkişafı, kitle kültürüne tâbi futbolun müphem cazibesinin belki de en iyi belirtisi.