Zeynep Alpaslan: Mizah özgür ruhlu bir köstebektir

Çocuk edebiyatında mizah anlayışı hakkında bir soruşturma hazırladık. Yiğit Bener, Ayşe Güren, Gülsevin Kıral, Cem Akaş, Melek Özlem Sezer, Arslan Sayman ve Zeynep Alpaslan çocuk edebiyatında mizah anlayışını anlattı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Mizah söz konusu olunca çocuk edebiyatının eksiği yok fazlası var diyebiliriz. Dünya ve Türkiye edebiyatının unutulmazlarından (ve unutulmayacaklarından) Goscinny, Dahl, Lindo, Ogden, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz ve Behiç Ak gibi isimler bile tek başlarına bunun en güzel, en usta örnekleri.

Gazete Duvar’ın mizah soruşturması kapsamında çocuk edebiyatı için emek veren yedi yazarımızla görüştük. Bu yedi isimle, çocuk edebiyatında mizahın ustaları kimler, en çok kimleri okurken gülerler, bazı mizahi çocuk kitapları neden yetişkinlerden tepki görüyor, çok beğendiğimiz bazı kitapları biz yazsak ne olurdu, çocuklar için yazarken otosansür uygulanıyor mu, sistemle dalgasını geçen karakterlerimiz neden az, konuştuk.

Yanıt verme sıralarıyla Yiğit Bener, Ayşe Güren, Gülsevin Kıral, Cem Akaş, Melek Özlem Sezer, Arslan Sayman ve Zeynep Alparslan bu alanda kalem oynatan ve oynatmak isteyenlere ders niteliğinde yanıtlar verdiler. Mizah “dilimize neden bulaşıyor” çok güzel anlattılar.

Yiğit Bener Yiğit Bener

YİĞİT BENER: BENİM İÇİN O USTA RENE GOSCINNIY

Sizin için çocuk edebiyatında mizahın ustası kimdir? Neden?

Yiğit Bener: Çizgi romanları da hesaba katıyor musunuz bilmiyorum, ama katsak da katmasak da benim için o usta hiç tereddütsüz René Goscinny’dir. “Neden?” derseniz, çünkü çocukken hem senaryosunu yazdığı çizgi romanları ('Astérix', 'Iznogoud', 'Red Kit') hem de çocuk romanı 'Le Petit Nicolas' serisini (Türkçeye Vivet Kanetti tarafından 'Pıtırcık' adıyla kazandırıldı) yutarcasına okurken kahkahalar atıyordum, hem de bugün o ciltlerden birini elimi alıp sayfalarını karıştırdığımda hâlâ gülmeye devam ediyorum, hatta ilk okumalarımda gözümden kaçmış olan yeni espriler dahi bulduğum oluyor.

Uderzo, Morris, Tabary ve Sempé gibi birbirinden çok farklı ama her biri olağanüstü çizerlerle gayet uyumlu bir şekilde çalışmasını da başarmış olan René Goscinny’nin mizahının üç ana özelliği var kanımca:

Öncelikle metinleri çok katmanlı metinler; başka bir deyişle farklı okumalara izin veren, farklı yaş gruplarının farklı anlamlar keşfederek okuyabilecekleri, çok sade gibi görünmekle birlikte aslında incelikle kurgulanmış karmaşık metinler. Dolayısıyla aynı cümlede bazen iç içe geçmiş, birden fazla ve farklı düzeylerde espriler yer alabiliyor.

İkinci özelliği, Goscinny’nin dili çok iyi kullanması, esprilerini yer yer kelime oyunlarına, çağrışım zincirlerine, tarihi ve kültürel referanslara yapılan göndermelere dayandırması; başka bir deyişle kaba ya da fazla düz esprilerle kolaya kaçmayışı.

Üçüncü ve belki en önemli özelliği de sahne betimlemesine dayalı, satır aralarına gizlenmiş, söylenmeyeni de kullanmasını bilen, okurun zekasına ve düş gücüne hitap eden espriler üretme yeteneğine sahip olmasıdır. Özellikle, anlatıcının gayet sade, safdil bir çocuk diliyle ve birinci tekil şahısla kendini ifade ettiği Pıtırcık dizisinde bu yönden zirveye ulaştığı kanaatindeyim.

Dilinin bu özellikleri nedeniyle René Goscinny’yi layıkıyla, yani tüm katmanları ve satır aralarıyla, kültürel göndermeleriyle, imalarıyla çevirmek son derece zordur. Bu açıdan bakınca Vivet’in gayet iyi bir iş çıkardığını, buna karşılık Astérix çevirilerinin arzulanan nitelikte olmadığını düşünüyorum.

Eğer sinemayı da bir tür çeviri olarak değerlendirirsek, Pıtırcık filminde Goscinny’nin bu çok katmanlılığının kaybolduğunu, dolayısıyla izleyicinin daha düz, lezzetsiz bir mizahla yetinmek zorunda kaldığını söyleyebilirim.

Ayşe Güren: Bir kişinin adını veremem. Türk edebiyatından bahsediyorsak elbette ve hâlâ ustalarımız Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Muzaffer İzgü’dür. Onların ardılı sayabileceğim Behiç Ak’tır. Dünya çocuk edebiyatında da Calvino’dan Rodari’ye, Eric Carle’dan Réne Goscinny’ye (elbette Sempé’ye) kadar pek çok isim sayılabilir. Mizahtan kastımız kaba güldürü değil de incelikli bir akıl, yazın ya da çizgi-resim ürünüyse tabii.

Gülsevin Kıral: Çocuk edebiyatında mizah deyince Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz ve Muzaffer İzgü’yü anmadan geçmek olmaz. Bu büyük ustaların verimi bugün bile güncelliğini koruyor, zamana karşı direniyor. Günümüz yazarlarından ise Behiç Ak’ı sayabilirim.

Cem Akaş: Roald Dahl derim. Büyüklerle çocuk gözünden dalga geçmeyi becerdiği ve pedagojik sıhhiliğe önem vermediği için.

Melek Özlem Sezer: Ben en çok okul öncesi 'picture booklar’daki mizahı seviyorum. Daha büyük yaş grupları için de harika kitaplar var kuşkusuz, ne ki onlar yetişkin kitaplarından çok da farklı bir mizah tekniği kullanmıyor. Picture book’lar ise kendine özgü, zekayı zirveye çıkaran bir yalınlıkta, üstelik görsel espriler ve bunların metinle ilişkisi müthiş. Bu açıdan da zekaya çok yönlü tatminler sunuyorlar.

Çok güldüğümüz ama sonra neye güldüğümüzü değil de yalnızca güldüğümüzü hatırladığımız kitaplar vardır. Zekanın cirit attığı picture booklar ise, sarsıcı yaratıcılıklarıyla ve yenilikçi tavırlarıyla bambaşka. Peki ustası kim? Aklıma tek bir isim gelmiyor ve şu anda Yunanistan’da kütüphanemden uzakta olduğum için “İşte bunlar müthiş!” diyeceğim listeyi yazamıyorum ne yazık ki. Ama özellikle bir çiçeği değil de, büyülü bir bahçeyi hatırlamanın tatlı duygusu geziniyor içimde.

Arslan Sayman: Çocuklar için yazılan mizah kitaplarını (ulaşabildiklerimi elbette) severek, kahkahalar atarak okurum. Beni en çok güldüren isim Goscinny’dir, evrensel olmayı başarabildiği için de usta O’dur.

Zeynep Alpaslan: Kesinlikle Goscinny ve Sempé, çünkü hayatımda Pıtırcık kadar komik bir şey okumadım! Ayrıca, Hababam Sınıfı’yla büyümüş biri olarak, Rıfat Ilgaz’ı da anmadan edemem. Bir de, Şişkolarla Sıskalar’ı bugün bile düşündüğümde kahkaha atarım!

Ayşe Güren Ayşe Güren

Okuduğunuz en komik çocuk kitabını bizimle paylaşır mısınız? Ve bu kitap hakkında birkaç cümle kurabilirseniz seviniriz…

Yiğit Bener: 'Pıtırcık' serisinin tümü güzeldi elbette, ama ben çok Türkçe'de 'Pıtırcık Tatilde' ve 'Pıtırcık Kampta' diye sanırım iki ciltte yayımlanan 'Les vacances du petit Nicolas'yı sevmiştim.

İlkinde babanın, ikincide kamp müdürünün -yani aslında her ikisinde de eril otoritenin- içine düştükleri gülünç durumlar beni fazlasıyla neşelendirmişti.

Zaten Goscinny’nin tüm metinlerinde otoriteyi tiye alma ve iktidara baş kaldırma temaları hakimdir: Astérix’te küçücük bir Galyalı köyü koca Roma İmparatorluğunu (emperyal işgal gücünü) dize getirir, en gülünç tipler daima hem garnizon komutanları, hem de köyün şefidir. İznogoud baştan aşağı salak ve saftorik Halifeyle iktidarı ele geçirmeye çalışan kötü ve beceriksiz Vezirin çekişmesine dayanır. Petit Nicolas’da ise çocuğun ağzından yetişkinlerin dünyası eleştirilir, çelişkileri yüzlerine vurulur, yetişkin iktidarı tiye alınır. Tek istisna gibi görünen Ret Kit’de bile, aslında geleneksel iktidarlar (şerif, belediye başkanı, kabile şefi, bankacılar, hapishane gardiyanları, vb.) sürekli sarakaya alınır.

Goscinny’nin sanırım en çok bu asi yönünü seviyorum: Mizahının merkezinde zayıflarla, azınlıklarla değil, güçlülerle ve iktidarla alay etme, başkaldırma var. Ama hep eğlenceli biçimde, zekaya hitap ederek… Mizah zaten başlı başına başkaldırıdır. Resmi anlatılardan, hamasetten, kutsallıktan uzaklaşmaktır, çelişkileri, çeşitliliği, farklılığı ortaya koymaktır, sorgulamaktır.

Ayşe Güren: Benim hayatımda “en”lere pek yer yok sanırım. Yukarıda bahsettiğim yazarların kitapları komiktir ama sadece komik değillerdir. “En çok” hangisi komiktir, bunu ölçemiyorum. Çok önemli olduğunu da düşünmüyorum. En son Gianni Rodari’nin kitaplarını okuduğumdan aklımda kalan Bir Telefonluk Masallar ya da Masal Masal İçinde örneğin. Rodari’nin yaratıcılığı hem özgür hem sorumlu hem de çok incedir. O yüzden gülerken şaşırır, bir şeyi keşfeder, büyülenir, büyüyerek metinden çıkarız. Bir de Janosch var. Bütünüyle çocuksu bir damardan yürür. Palavracı Lari Fari’de Janosch’ın yaratıcılığı dur durak bilmez. Lari Fari palavraları sıraladıkça biz de peşinden neşeyle, güle oynaya koşarız. Bitmek bilmesin isteriz. Tüm bu gülmece, edebiyatın, terbiye edilmiş kalemin sınırları içindedir elbette.

Gülsevin Kıral:  Aklıma ilk gelen birkaç kitabı saymak istiyorum. Aziz Nesin’in Şimdiki Çocuklar Harika kitabındaki müfettişin/otoritenin korkusu yüzünden cevapların çorbaya döndüğü öyküyü unutmak mümkün mü? Çocukken okuduğumda çok eğlenmiştim, hatırladıkça hâlâ gülerim. Christina Nöstlinger, Kim Takar Salatalık Kral’ında, kendini diktatör ilan eden bir salatalığın çevresindekiler kendisine önem vermediğinde nasıl çürüyüp yok olduğunu çok eğlenceli bir dille anlatıyor. Behiç Ak’ın Tombiş Kitaplar dizisinde de farklılıklar ve öznellikler, sevimli ve eğlenceli karakterler vasıtasıyla işleniyor.

Cem Akaş: Ben çocukken en çok Aziz Nesin’in 'Şimdiki Çocuklar Harika'sına gülmüştüm. Anırdığımı hatırlıyorum. Elimin altında değil, şimdi okusam nasıl bulurum bilemiyorum, ama okuduğumda çocuk olmaktan gurur duyduğumu, “Ben hep çocuk kalacağım!” dediğimi biliyorum.

Melek Özlem Sezer: En komik değilse de, en son fena halde çarpılıp aşık olduğum için ince mizahıyla, yalınlıktaki ustalığıyla büyüleyici, 134 kelimelik bir şaheser olan Richard Byrene’in 'Bu Kitap Benim Köpeğimi Yedi' adındaki kitabı geliyor aklıma. Metin resim ilişkisi çok iyi kurulmuş, öyküsü müthiş tatlı, ferah bir şekilde işlenmiş, ayrıca çok sevimli. Hemencecik okunan ve kendini hemencecik özleten bir kitap.

Arslan Sayman: Pıtırcık serisinin tümünü sayabilirim ama tek kitap istiyorsun… ‘Pıtırcık Tatilde’ diyeceğim. Serinin en başıbozuk diyaloglarının olduğu kitap budur diyebilirim.

Gülsevin Kıral Gülsevin Kıral

Siz edebiyatınızda mizaha ne derece ve hangi işlevle yer veriyorsunuz?

Yiğit Bener: Yukarıda söylediklerimden anlaşılacağı gibi, sanırım benim de otoriteyle, kutsallarla, resmi doğrularla, hamasetle, efsanelerle aram pek iyi değil. Bunlara karşı çıkmanın, saçmalıklarını sergilemenin en güçlü yöntemi de kanımca mizahtır. Örneğin Gezi direnişi sırasında koskoca devlet aygıtı ve iktidar karşısında gençleri bu kadar güçlü kılan en önemli unsurlardan biri kendilerini karşı şiddet diliyle değil, mizahla ifade etmeleriydi.

Yani uzun lafın kısası, mizah benim edebiyat dilime de enikonu bulaşmıştır, üstelik sadece çocuk kitaplarımda değil, yetişkinler için yazdığım kitaplarda da!

Ayşe Güren: Ben seviyorum kullanmayı. Yazarken de çok gülüyorum. Miryalı Sarp Sakin’e Göre Dünya serisinde ve yakında çıkacak olan Kaptan Kâzım’ın Sağ Yanağı’nda mizah öğeleri kullanmadım, dili mizah üzerine kurdum. Neden? Öyküler onu talep ettiğinden. O dille o öykülerde daha iyi yol alabildiğimden. Ama bu her öykümde yaptığım ya da yapacağım bir şey değil. 'Şemsiyesine Saklanan Adam’da örneğin, hüzünlü öyküler var.

Gülsevin Kıral: Ben yazarken aklımdaki hayali okuru eğlendirmeyi, kitaptan zevk almasını sağlamayı hedefliyorum. Çocuğa göre yazılmak kaydıyla her konunun çocuk kitaplarında işlenebileceğini düşünenlerdenim. Örneğin, 'Umut Sokağı Çocukları’nda Suriye’den göçen bir ailenin İstanbul’da, bir mahalle ile kaynaşmasını konu almıştım. Savaş, ölüm, göçmenlik gibi ağır temaları mizahla dengeleme ihtiyacı duydum.

Cem Akaş: Daha çok ironi üzerinden işliyor benim mizahım sanırım. Diyaloglarda sarkastik laflar ettirmeyi seviyorum karakterlerime. Komik olan çok çabuk eskiyor, o yüzden güvenemiyorum pek.

Melek Özlem Sezer: Yetişkinler için yazdıklarımda, mizah fazla yer almıyor. Ama çocuk kitaplarında mizah yalnızca sevdiğim değil, seçtiğim de bir araç. Çünkü çocukluk hemen hemen hepimiz için demir leblebi olup boğazımızda takılı kalmış bir şey. Adaletsiz, kaba, baskıcı, bireyi, özellikle çocuk olan bireyi ezen kültürümüzde köklü değişiklikler olmadıkça da, bu yeni kuşaklar için de böyle kalmaya devam edecek. Ki elbette bu ağır meselelerle mücadele etmek gerek ki bunun için mizah en iyi zemin. Böylece meseleleri analiz ederken, devrimci çözümler önerirken; mücadele edecek gücü, enerjiyi de sağlayabiliriz. Ben kendime Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri’ndeki meseleleri anlatmaya çocukken söz vermiştim. Bu kitabı yazarken de mizah temel dayanağım oldu. Yoksa sanırım ben de o ağırlığın altında ezilir kalırdım.

Arslan Sayman: Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıkan ‘Ufaklık’ (belki biraz Pıtırcık’a öykünerek) mizah serisidir. Güldürsün hatta kahkahadan gözyaşları döktürerek okunsun diyerek yazdım, dilerim öyle de okunuyordur. İşlevin tillahı da budur bence.

Zeynep Alpaslan: Ben inanılmaz bencilim, çünkü mizahı en başta kendim gülmeyi çok sevdiğim için kullanıyorum! Ehm, bir de, başkalarını, özellikle de çocukları güldürmeyi sevdiğim için… Yaşasın komedi! Ama bunun dışında, çok hüzünlü bazı sahneleri yumuşatmak için bir espri patlattığıma çokça tanık olunmuştur.

Cem Akaş Cem Akaş

Çocuk edebiyatında mizah yeterince yazılıyor mu sizce?

Yiğit Bener: Çocuk edebiyatının tümünü değerlendirecek kadar işin uzmanı değilim. Ama görebildiğim kadarıyla mizahı başarılı biçimde kullananlar olduğu gibi, ciddiyetten kaskatı kesilmiş öğütler ya da vaazlar vermeyi, talimatlar yağdırmayı, korkutmayı, kahramanlık öykülerini ballandırmayı seçenler de var. Eh, oyuncakçıları dolduran gerçeğinin tıpatıp benzeri oyuncak silahlara da böylesi yakışır!

Ayşe Güren: Çocuk edebiyatında mizaha, yetişkin edebiyatından daha çok yer veriliyor, evet. Ama esas olan öyküdür. Yani önce edebiyattır. Dili şöyle ya da böyle kurmak ya da öyküde mizahi öğeler kullanmak ya da kullanmamak yazarın tercihi. Gülmek en çok çocuklara yakışır elbette ama durmadan gülmelerini de isteyemeyiz. Nefessiz kalmasınlar sonra.

Gülsevin Kıral: Bence mizah ve mizahi bir üslup edebiyatımızda artık daha fazla yer buluyor. Benim çocukluğuma didaktik kitaplar damgasını vurmuştu. Bugün çocuğa ders vermek yerine, onun muzır gözüyle bakan yazarlarımızın sayısı giderek artıyor.

Cem Akaş: Mizahi yazmak zor, yetişkinler için edebiyatta da zor. Çocuk edebiyatındaki ekstra zorluğu, kendini okuyucu yerine koymanın daha zor olmasından kaynaklanıyor herhalde – sizin neye güldüğünüz, siz çocukken neye güldüğünüz değil, şimdi çocukların neye güldüğü daha önemli. Kitlesini tanıyan ve iyi mizah yazmayı beceren yazar sayısının az olması şaşırtıcı gelmiyor bana.

Melek Özlem Sezer: Çocuk edebiyatının en heyecan verici bulduğum yanlarından biri: Yeterince kelimesini kabul etmiyor.

Arslan Sayman: Kültürel geleneğimizde ve bence genlerimizde mizah ciddi bir yer tutmakla birlikte, asık yüzlü insanlar topluluğu olduğumuz ortada. Haliyle çocuk edebiyatı da bundan payını alıyor. Çok değerli mizah yazarlarımız var ancak daha çok olsaydı, daha çok gülseydik iyi olmaz mıydı?

Zeynep Alpaslan: Asla yeterince kahkaha atamayız! Ama çocuk olmanın nasıl bir şey olduğunu unutuyoruz belki de… Çocuklara ders vermeye çalışıyoruz hep… Onları pamuklara sarıyoruz! Oysa kitap okumanın tek bir amacı olmalı: bizzat okuma sevgisinin kendisi! Ve okuma sevgisi en çok eğlenerek, gülerek kazanılan bir şeydir. Bu yüzden, mesaj kaygılarımızı bir kenara bırakıp, daha komik şeyler yazmalıyız bence.

Melek Özlem Melek Özlem Sezer

Çocuğa görelik adı altında çocuk edebiyatında mizaha otosansür uygulanıyor mu? Ebeveyni, öğretmeni, herhangi bir büyüğüyle ya da sistemle dalgasını geçen karakterlerimiz neden az bizim?

Yiğit Bener: Bizde hâkim kültür dinci ve milliyetçidir, düzene itaat ve büyüklere biat üzerine kurulu kahramanlık masallarına dayanır. Bizler varlığımızı Allah'a ve Vatana, millete ve devlete armağan ede ede, ulu önderlere, peygamberlere, kahramanlara tapına tapına büyüdük. Başkaldıranlarımız bile bu sefer “dava”ya adadılar kendilerini ve davanın önderlerine biat ettiler. Gezi öncesi direniş tarihimizde başkaldıranlar yeterince dalgalarını geçemediler, aksine “ser verdiler sır vermediler”, direnerek öldüler, “devrim şehidi” oldular. Dolayısıyla bizim başkaldırımız bile fazlasıyla kutsal ve hamasi değerlere dayandı, fazlasıyla ciddiydi, asık suratlı, eril ve militarist idi, yanılmaz şaşmaz şefleri ve kendince kutsal metinleri vardı.

Ne mutlu ki artık kadınlı erkekli ve gökkuşağı her rengine bürünen gençler kahkaha atarak başkaldırıyorlar.

Ayşe Güren: “Otosansür mü uygulanıyor?” dediğinizde tek tek yazarlara sormak gerekiyor. Ben kendime, hayatta neleri yasaklamışsam, yazıda da onları yasaklıyorum. Örneğin bedenle ilgili rahatsızlıklara gülmem. Yazımda da güldürmem. Birine “geri zekalı” demek bana kaba gelir, komik değil. Yazıda da bunu yapmam. Benim Miryalılar, büyükleri de sistemi de çok sıkı eleştiriyorlar. Ne ben kendime ne de yayınevi bana yasak koydu bu konuda. Sanırım yine her şeyin edebiyat içerisinde olup bitmesi önemli. Dalga geçmenin bir ucu kabalığa, amaçsızlığa, “sarıp durmaya” çıkabilir. Bu da anlayışı, kavrayışı, mizahi zekâyı artırmaz köreltir. Yerine bir şey önermeden ya da neden dalga geçtiğinizi anlatmadan (ima etmeden) karşı çıkmak da çok anlamlı değildir. Çocuk edebiyatında genel olarak bir kalem tutulması var, eğer onu söylemek istiyorsanız. Ama gün geçtikçe daha nitelikli eserler geliyor. Aşılır bu.

Gülsevin Kıral: Bunu ataerkil, otoriter bir toplum olmamızla açıklamak mümkün. Ahmet Ümit, batı toplumlarında işlenen babayı öldürmek temasının bizde olmadığından söz eder. Bu kültürle büyüyen, gelişen çocuk edebiyatının temelleri de haliyle didaktik eserlere dayanıyor. Bugün bile çocuk edebiyatından eğitici hatta öğretici olması bekleniyor. Yanlış hareket etmeyen, küfretmeyen, argo kelimeler bile kullanmayan steril karakterlerin çocuğun kendini inşa sürecinde olumlu rol oynayacağı beklentisi hâkim.

Oysa hayat televizyonlardan, yetişkin sohbetlerinden, kimi zaman bizzat sokaklardan çocukların kulaklarına, gözlerine akıyor, onlar da yetişkinler kadar yaşanan vahşet ve haksızlıklardan haberdar oluyorlar. O zaman da hayatı, gerçekleri yansıtmayan kitaplar çocukların ilgisini çekmiyor, böyle kitaplar çocuğa dünyayı tanıtamıyor, onu çorak bir arazide pusulasız bırakıyor. Takip edebildiğim kadarı ile Batı’daki çocuk edebiyatı bizimki gibi hanım hanımcık değil. Sertliğinden, umutsuz mesajlarından irkildiğim pek çok kitap okudum. Batılı çocukların bu kitaplar yüzünden olumsuz karakterlere dönüştüğünü söylemek mümkün değil elbette. Tersine belki de çok katmanlı okumalarla daha küçük yaşlarda tanışma fırsatı buluyorlar.

Cem Akaş: İstatistiksel bir şey olabilir. Çocuk yazarımız zaten az. Doğru düzgün eleştirel mizah yazarımız da az. Bu iki kümenin kesişimi de haliyle küçük oluyor.

Melek Özlem Sezer: O sansürün nedenleri arasında “çocuğa görelik” varsa bile, piramidin en altında kalır sanırım. Asıl mesele, çocuğa ulaşmak için aşılması gerekenler ve cesaretsizlik. Sistemle dalga geçmek için yalnızca sistemin dışında bir akıl değil, o aklın kalemine destek verenler de gerekiyor. Ayrıca sırf dalga geçmek için rastgele ve özellikle Amerikan filmlerini taklit ederek şarjörü doldurup boşaltan kitapları da sevmiyorum. Bence önce neye karşı çıktığını bilmek, karşı çıktığın yapıyı oluşturan sosyal ve kültürel mekanizmayı iyi analiz etmek, alternatif bir dünyaya çıkan yolları keşfetmek ve bunları mizaha sindirmek gerek.

Arslan Sayman: Ben ne yazıyorsam yazayım kendimi sansürlemem ama yayınevi ya da editörler kastırabiliyor. ‘Dondurma’ isimli bir şiirimde ‘yalamak’ fiiline takan bir editörüm vardı, feciydi. Buyrun size kara mizah.

Kalem oynattığımız alan oldukça ‘netameli’ bir alan, elbette her yazar azami dikkati gösteriyordur. Benim şansım psikoloji mürekkebi yalamış olmam. Dolayısıyla ‘neyi, nereye kadar ve nasıl’ yazacağıma dikkat ediyorum diyelim.

Yeterince olmasa da eskiye nazaran daha çok ‘dalgacı karakter’lerimiz var aslında. Bu soruyu sen sorduğun için seni örnek vereceğim, ele avuca sığmayan bir tomar kahramanın var, yok mu?

Zeynep Alpaslan: Ben ne yazıyorsam yazayım kendimi sansürlemem ama yayınevi ya da editörler kastırabiliyor. ‘Dondurma’ isimli bir şiirimde ‘yalamak’ fiiline takan bir editörüm vardı, feciydi. Buyrun size kara mizah.

Kalem oynattığımız alan oldukça ‘netameli’ bir alan, elbette her yazar azami dikkati gösteriyordur. Benim şansım psikoloji mürekkebi yalamış olmam. Dolayısıyla ‘neyi, nereye kadar ve nasıl’ yazacağıma dikkat ediyorum diyelim.

Yeterince olmasa da eskiye nazaran daha çok ‘dalgacı karakter’lerimiz var aslında. Bu soruyu sen sorduğun için seni örnek vereceğim, ele avuca sığmayan bir tomar kahramanın var, yok mu?

Lunaparklarda bir oyun vardır hani, köstebekler başlarını deliklerden çıkarır, sen de sopayla kafalarına vurarak onları deliğe geri sokarsın ve onlar bir saniye sonra yeniden meydana çıkıverirler. Delirtici bir şeydir! İşte, mizaha da yapılan tam olarak bu bence. Ama mizah özgür ruhlu bir köstebektir, asla bir deliğe tıkılamaz! Şaka bir yana, daha cesur olalım lütfen, sistemle dalga geçmekten korkmayalım! Çocuk kitapları da pekala sistemi eleştirebilir ve eleştirmelidir de!

Zeynep Alpaslan Zeynep Alpaslan

Roald Dahl’ın 'George’un Harika İlacı' adlı kitabındaki, büyükannesinden kurtulmak istediği için iksir hazırlayan oğlan çocuğunu biz yazsak nasıl tepkiler alırdık sizce?

Yiğit Bener: “Terörist örgüte (henüz?) üye olmadan ona yardım ve yataklık etmekten ötürü” içeri atardık her halde...

Ayşe Güren: Yayınevi böyle bir kitabı basmış. Biz de okuduk. Tepkiler olumlu. Eğer Roald Dahl gibi hem edebiyatın içinde kalıp hem de iyi yazılırsa, çok tutucu bir yayıncı, editör yoksa karşınızda, basılır. Çok hoş, sempatik çizgilerle resimlenmesi de önemli. Quentin Blake farkı tabii. Öykü çok güzel kuruluyor, içine alıp sürüklüyor ve bizi inandırıyor. Her şeyi her şeyle karıştırıp deney yapma, bir çocukluk özelliği. Bence Dahl’ın yakaladığı bu. Bir kere doğru yerden tutunca, büyükanne hikâyesi hem ikincil kalıyor, hem de sindirilebiliyor.

Gülsevin Kıral:  Bu kitapta George kendisini sürekli aşağılayan, dırdırcı anneannesinden yarattığı iksir ile kurtuluyor. Çocukların kitabı çok sevdiğini, batıda kimi okulların okuma listelerinde olduğunu biliyorum. Bunu okuyan çocuk elbette kendisine sözel şiddet uygulayan yetişkinleri öldürmeyi planlamayacaktır. Belki bir ölçüde haksızlıklara karşılık verebileceğini, intikam alacağını düşünerek rahatlayacak, mizahının keyfini çıkaracaktır. Ancak itiraf edeyim ki, bu kültürde yetişmiş biri olarak babasının desteği ile büyükannesini sinsice yok eden bir çocuğun romanını ben yazamam. Yazanın da bütün şimşekleri üzerine çekmesini beklerim.

Cem Akaş: Yayınevine anlatmak zor olabilirdi. Dahl örneğini gösterseniz bile, “O bir marka, o başka,” diyebilirlerdi. Öğretmenler tavsiye etmeyebilirdi, ki bugün çocuk kitaplarının çok önemli bir bölümü okullar ve öğretmenler üzerinden satış şansı buluyor; dolayısıyla adınız bile duyulmazdı belki.

Melek Özlem Sezer: Kitabı okumadım ama Türk yazara konan çekincelerle, olmadık tepkilerle, o tepkiye neden olan şeyi kat be kat yapmış olan yabancı yazara gösterilen hoşgörü, hatta hayranlık arasındaki uçurumu pek çok kez gördüm. Ama bence bu sıkıntılar, gittikçe azalıyor. Hoş azalmasa ne olur? Eğer yazar, söylediği şeyden çok eminse ve önemsiyorsa, söylemeli. Demirden korkan, trene binmesin sözü o treni yapanlar için de geçerli.

Arslan Sayman: Dahl gibi yazacaksanız sorun yok. Ayrıca aksi bir ihtiyar için daha iyi bir ‘halletme’ yöntemi düşünülemez. George’un aklına sağlık.

Zeynep Alpaslan: Cık cık cık! Duymamış olayım! Bütün büyükanneler kutsaldır, bir kere! Bunu herkes bilir!

Arslan Sayman Arslan Sayman

Saftirik serisi bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bol okur buluyor kendine. Oysa başta öğretmenlerimizin, çocukların bu seriyi okuması çok karşı çıktıklarına defalarca tanık oldum. Bunu mizahın edebiyattan sayılmamasına mı bağlamak gerek?

Yiğit Bener: Yok… Mizahın başkaldıran, tabu yıkan, sorgulatan yönlerinin -şimdilik muhalefette olanlar da dahil olmak üzere- her türden otoriteyi ürkütmesine bağlamak daha doğru olur sanırım.

Ayşe Güren: Sorunuzda, yanıtı yönlendirmişsiniz. Ama sizi şaşırtacağım. O öğretmenlerle ve ebeveynlerle aynı fikirdeyim, hâlâ var oldukları için de çok mutluyum. Eğer Calvino, Aziz Nesin, Behiç Ak, Roald Dahl, Rodari vb. doğrudan mizah yapan ya da edebiyatta mizahı kullanan yazarlarsa Saftirik kitaplarını onların kitaplarının yanına koyabilir miyiz? Hatta sizin Hışır Hışır Kırt Kırt ya da Üç, İkiii, Birr, Ateş! kitaplarınızın yanına?

Üzerinde “Newyork Times Bestseller” damgasıyla, tüm kitapçı raflarını işgal eden bir piyasa düzeneğinin içinden geçip burnumuza sokulan kitaplar bunlar. Yazarlığım bir yana, bunca yıldır edebiyat okuruyum, kitabın neresinin edebi olduğunu kavrayamadım. Çok satan kitabın ne çok okunduğu ne de iyi olduğu hakkında elimizde bir veri var. Bir başarı varsa, büyük ihtimalle, reklam ve halkla ilişkilerin başarısıdır o. Yanıtlarımdan az buçuk çıkardıysanız tutucu da sayılmam.

Güldüğümüz her şey mizah değildir. Hatta çoğu kez gülmek acımasızlıkla eşdeğerdir. Düşen birine, zekâ geriliği olan birine, şiveli konuşan birine, kısa boyluya, uzun boyluya… ortalamadan sapan her şeye güleriz. Kabalık mizah değildir. İçinde eleştirel akıl olmayan gülmece koftur. Çocuklar durmadan gülmek zorunda değildir.  Bu kitaplar ne mizahtır, ne de edebiyat. Kitaplardan birkaçını merak edip okumaları çocukları elbette öldürmez. Edebiyatın gözden düşürülerek, kenara itildiği bir ortamda nefes alamayabiliriz ama. Ben meseleye buradan bakıyorum…

Gülsevin Kıral: Saftirik dizisinde başat olanın çizgi romanın küçümsenmesi, hafife alınması olduğunu düşünüyorum, çünkü kitaplarda bir çizgi romana yaklaşacak ölçüde çizim mevcut. Mizahın edebiyatın alt türü olarak algılanması ikincil olduğunu sanıyorum. Ancak yetişkinlerin, çocuklar kitap okumuyor, diye yakınır, onları bilgisayar oyunlarından nasıl kaldıracaklarını kara kara düşünürken dünyada yüz elli milyondan fazla satmış bir kitabı okumalarını engellemeleri hiç mantıklı değil. Bunun yerine biz yazarlar, yayıncılar bu kitaplarda çocuklara ilginç gelen ne var diye kafa yormalı ve çocukların okumaya klasiklerle başlamadığını, sevdikleri, hoşlandıkları kitapları okuya okuya iyi edebiyat okurlarına dönüştüklerini unutmamalıyız.

Cem Akaş: Saftirik çizgi-romanla roman arasında bir yerde duruyor ya, öğretmenlerin gözünde “gerçek kitap” değil o yüzden. Çizgi-roman okuyan çocuğu kitap okumuş saymıyoruz (bunu ben de yapıyorum!), biraz bunun payı var. Bir de tabii “pedagojik değerler seti”ne açıkça uyduğu söylenemez, öğretmenler bir bakışta “Tamam, dürüstlüğü ve yardımseverliği öğretiyor, okusun,” diyemiyor; kendisi okumak ve açık bir kafayla, okuma görgüsüyle tartmak zorunda. Onu yapabilen pek öğretmen de kalmadı sanırım.

Melek Özlem Sezer: Ben Saftirik’le ilgili meselenin, bir edebiyat meselesi olduğunu sanmıyorum. Bu daha çok çocuk adına karar vermekle ilgili kolaycı tavra bağlı sanki. Karşı çıkışın içi doldurulmuyor. Yalnızca kötü, zararlı, terbiyesizce deniyor ama nedenler net olarak ve sağlam dayanaklarla ortaya konmuyor. Eğer kötüyse bile, bu kadar ilgi çocuğun o kitaplarda ihtiyaç duyduğu bir şey olduğunu işaret ediyor. Çocuğu cezbeden ne ve neden?

Anlamak lazım. Ama doğrusu ben anlayamadım, çünkü ne zaman Saftirik okumaya kalksam çok sıkıldım ve erteledim. Yine de araştırmadığım, anlamadığım bir şeyi yargılayıp, bir seçimi karalamanın yanlış olduğunu biliyorum. Keşke bu kitabı seven çocukların karşısına, yasak koyma ve yargılama değil de, iyi gerekçelendirilmiş itirazlar ve seçimlere saygı duyma çıksaydı.

Arslan Sayman: Seriyi tanıyor ama bilmiyorum. Hakkında laf edemem… Ancak okul etkinliklerinde tanık oluyorum. Konu (eğer gelirse) Saftirik’e geldiğinde öğretmenler sinirle, çocuklar sevinçle havaya fırlıyor.

Zeynep Alpaslan: Eğer öyleyse, mizahı edebiyattan saymayanlar, mizahın ne kadar ciddi bir iş olduğunu anlamıyor demektir!