Leyla Serpil: Biz kadınlar saflarımızı birleştirmeliyiz!

Leyla Serpil'in yeni kitabın Şşşşt!, Bilgi Yayınları'ndan çıktı. Serpil ile yeni kitabı hakkında konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Bilgi Yayınları’ndan çıkan, kadına karşı soyut ve somut şiddetin konu alındığı imzalı Şşşşt! isimli romanın yazarı Leyla Serpil ile konuştuk. Serpil, şiddetin sürekliliğinden bahsederken haklı bir serzenişte konuştu: "Kızlarımıza ve kadınlarımıza dayatılanın aksine korkmayacağız, üstünü örtmeyeceğiz, sinmeyeceğiz, susmayacağız. Aksine çığlık atacağız ve göğsümüzde kızıl güllerimizle hayata karışacağız."

“…dünyanın bütün kızlarına! Özgürlüğünüzü bir kızıl gül gibi göğsünüze iliştirin ve korkusuzca hayatı yaşayın!” ithafıyla başladığınız son kitabınız Şşşşt!'te kadına şiddeti ve kadın cinayetlerini ele alıyorsunuz. En güncel romanınızı yazdığınızı söyleyebilir miyiz?

“En” mi bilmiyorum ama romanımın güncelliği su götürmez. Daha dün üç kadın cinayeti işlendi. Her gün birileri “cinsel taciz”e uğruyor, üstelik 5-6 yaşında çocuklardan başlayarak... Cinsel taciz, çocuk gelin gibi, olayların ağırlığını bilinçli olarak hafifleten söyleyişler sokuldu dilimize. Cinsel taciz deyince aklıma ufak tefek sarkıntılıklar geliyor. Oysa işin aslı tecavüz, ırza geçme; küçücük kızlarla evlenenler pedofili sapıktır. O kızlar da evcilik oynayan çocuk gelinler değildir. Bunu böylece bastıra bastıra söylemenin zamanıdır. Bu suçları hafifletmek isteyenlerin oyununa gelmeyelim. Keşke bunlar yaşanmasa da, romanım gündem dışı kalsa...

. Şşşşt!, Leyla Serpil, 184 syf, Bilgi Yayınevi, 2017.

“Aile” mefhumu Şşşşt!'te olduğu gibi, diğer romanlarınızda ve öykülerinizde de karşımıza sıkça çıkıyor. İlk dönem eserlerinizi de düşündüğümüzde kadının varoluşunu aile üzerinden biçimleyen bir edebi anlayışa sahip olduğunuzu düşünebilir miyiz?

Kadının varoluşunun aile üzerinden biçimlendiği, hele ki son yıllarda, gerçeğini yadsıyabilsem edebi anlayışıma hiç yansıtmazdım. Ama gelin görün ki kadının aile dışında gerçekten adı yok. Biliyorsunuz kendi çapında bir kadın bakanlığımız vardı. Çok da işe yaradığını görmedik ya… Onu bile sindiremediler de, ‘Aile Bakanlığı’na çevirdiler, daha ne olsun. Kadına kadın diyemediğimiz bir toplumda, kadın nasıl kendince var olsun? O, kibarca “bayan”, “hanım”, kabaca “karı”dır dilimizde.

Kadın özgürlüğü konusunda geri kalmış bir toplumu resmederken kadına şiddetin bütün unsurlarını hikâyenizin içine yerleştiriyorsunuz. Cinsel şiddet, aile içi şiddet, ruhen şiddet, fiziksel şiddet, medya üzerinden yeniden üretilen şiddet… Şiddeti, özgürlük karşıtı bir metafor olarak kullanmanıza sebep olan etken ne? Sizce şiddetin felsefi olarak karşılığı özgürlük müdür?

Açıkçası yazarken özgürlük ve şiddet arasında bilinçli bir metaforik ilişki kurmadım. Öte yandan, şiddet demek korku demek, baskı demek, acı çektirmek demek, boyun eğdirmek demek... Böyle baktığımızda, bu iki kavramın doğasında söz konusu karşıtlık zaten bulunmaktadır diye düşünüyorum.

Kitapta, kadın sığınma evine yüklendiğiniz anlamlardan biri de “kadın dayanışması”nı idealize etmesi… “Kadınlar ancak ve ancak dayanıştığı, şiddete karşı birleştiği oranda mücadeleyi kazanabilir” fikri Leyla Serpil’in edebi kimliği dışında, hayatının neresinde yer alıyor?

Dayanışma faktörü benim hayatımın tam da merkezinde yer alıyor, yalnız kadın dayanışması değil; politik, toplumsal, her türlü birliktelik ve güç birliğinin önemine yürekten inanırım. Kadın dayanışması, toplumda en çok ezilen, horlanan, yok sayılan kesim olarak ayrıca önemli elbette. Öte yandan Türk toplumunun dayanışma konusunda genel bir yetersizlik gösterdiğini düşünüyorum.

Biz kadınlar, saflarımızı birleştirmeliyiz, güçlenmeliyiz, haksızlığa ve şiddete karşı hep birlikte haykırmalıyız. Üç kişi orada, beş kişi burada, cılız seslenişlerle etkili olamayız, olamıyoruz. Her bir kadına yaşatılan acı hepimizin acısı olmalı, yüreğimizde duyumsayıp güçlü tepkiler koymalıyız.

Kitapta dikkati çeken bir diğer nokta şiddetin köy ve kent denkleminden tamamen sıyrılarak toplumun hemen hemen her kesimine nüfuz etmesi… Şiddeti, bu denli hayatımızın içine sokan faktörler sizce nelerdir?

Şiddeti bu denli hayatımızın içine sokan önemli faktörler; bastırılmışlık, kıstırılmışlık, susturulmuşluktur kanımca. Romanımın adı Şşşşt! tüm bunları kapsıyor: “Şşşt sus!”, “Şşşt sakın bağırma!”, “Şşşt sesini çıkarırsan fena olur!”... Kadına kendini suçlu hissettirmek için her yöntem kullanılıyor. Tecavüze uğrasa da suçlu, ensest kurbanı olsa da suçlu, hele bunlara sesini çıkartırsa iyice suçlu. Hayır, artık susmasın kadın! “Çığlık at” diye bir kampanya başlatılmıştı bir süre önce. Ben çok sevmiştim ama tez elden soluğu kesildi, neden, nasıl bilemem. Evet, çığlık atsın artık kızlarımız. Suçlu onlar değil, haksız onlar değil. Önce bunu anlatmalı, özümsetmeliyiz kızlarımıza.

Kitap, kadın kimliği ve özgürlüğü üzerinden psikolog Gönül’ü idealize ederken, sahicilik özelinde toplumsal gerçeklikten ödün vermiyor. Üçüncü sayfa haberleri olarak gördüğümüz kadına şiddet olaylarını kurmaca ve gerçeklik sarmalında dengelerken önceliğiniz ne oldu?

Kitabı yazarken Gönül benim kurtarıcım oldu. Diğer kadınları yazarken yanan canım, Gönül’ün isyanlarıyla biraz hafifliyordu. Sanırım Gönül’ü bu nedenle kurguladım. Onca acıya bir soluk oldu Gönül. Aynı zamanda bir umut... Söylemek, haykırmak istediklerime ses oldu. Gönül’ü konuşturdukça biraz rahatlıyordum. Özetle şöyle diyebiliriz ki: Gönül benim ona olan ihtiyacımdan doğdu.

“Eskiler yenilerin kırık kanatlarını onaracaklar” cümlesi, kitabın asıl cümlesi bizce. Kitap, dayanışma üzerine kurulu bir metinden oluşuyor. Ancak asıl mesele “onarmaya” ihtiyaç kalmadan çözülebilmesi pek çok şeyin… Şiddetin, toplumsal ve bireysel olarak bu coğrafyada var olmasını ve sürekliliğini sağlayan etken nedir?

Bu soruyu kendi bakış açımla yanıtlamaya çalışayım. Ben, şiddetin toplumumuzda var olmasını ergenliği aşamamak, bireyselleşememek, bağımsız, yetişkin kişiler olamamaya bağlıyorum. Burada da bastırılmışlık ve ezilmişlik çıkıyor karşımıza. Elbette her şeyden önce çağdaş eğitim diyeceğim; ailede, okulda, toplumsal hayatta. Peki, bakalım hangi ailede? Hangi okulda? Hangi toplumda? Bu soruları sorduğumda ise umutsuzluğa düşüyorum. Demokrasi olmadan, özgürlük olmadan toplum nasıl iyiye gider bilemiyorum. Ama hep birlikte savaşacağız elbette; cehaletle, şiddetle, haksızlıklarla.

Kızlarımıza ve kadınlarımıza dayatılanın aksine korkmayacağız, üstünü örtmeyeceğiz, sinmeyeceğiz, susmayacağız. Aksine çığlık atacağız ve göğsümüzde kızıl güllerimizle hayata karışacağız.

Yeni bir çalışma var mı?

Evet, yeni çalışma var, çoğu aklımda, azı kağıtta..