O. Bilge Kula: Livaneli muhalifliği süs olsun diye yapmaz

Onur Bilge Kula ile 'Livaneli Kitabı' hakkında konuştuk. Kula Livaneli için, "İnsanı insanlığından uzaklaştıran, onu özüne yabancılaştıran toplumsal durumlara ve koşullara karşı eleştirel yaklaşan bir sanatçıdır" dedi.

Google Haberlere Abone ol

Tuğba Gür 

DUVAR - Hacettepe Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Onur Bilge Kula, Zülfü Livaneli'nin yazınını, 'Livaneli Kitabı'nda irdeliyor. Doğan Kitap tarafından yayımlanan kitapta Kula, Alman Edebiyatı'nın önemli isimleri ile Livaneli'nin estetik anlayışını ortak bir paydada buluşturuyor. Onur Bilge Kula ile, yeni kitabı hakkında konuştuk.

Onur Bilge Kula. Onur Bilge Kula.

İlk önce ilk bölümden başlayalım: 'Livaneli’nin bir sanatçı olarak portresi' adlı ilk bölümde nasıl bir portre ortaya çıkıyor?

Zülfü Livaneli, toplumsal duyarlılığı, insancıllığı ve eleştirel tutumunun yanı sıra, edebiyat, müzik, sinema gibi alanlardaki üretimi nedeniyle, sanatsal çoğulluğun simgesi olarak nitelendirilebilir. Sadece Türkiye sanat tarihinde değil, dünya sanatında da Livaneli gibi birçok sanat dalında estetik yetkinlik düzeyi yüksek yapıtlar üreten sanatçı pek azdır, hatta yoktur denilebilir. Sanatsal çoğulluğu, estetik üretiminde somutlaştıran bu sanatçıyı nitelendirmek, aynı zamanda onun sanatını ve sanat yapıtlarını nitelendirmek demektir.

Livaneli'nin belirgin özellikleri arasında, duyumsama ve düşünme derinliği, Hegel'in deyişiyle, tinin en yüksek ilgilerini bilince çıkarma ve sanat alımlayıcısını devindiren estetik bir yetkinlik sayılabilir. Bu nitelikleri nedeniyle, Livaneli'nin bütün yapıtları, duyumsayan ve düşünen insanı, insanlığı üzerinde yeniden düşünmeye, öznel özgürlüğünü ve başkasının özgürlüğünü önemsemeye, çokluğu çoğulculuğa dönüştürmeye çağırır.

Sanat-politika-toplum ilişkisi ve entelektüel sorumluluk bağlamında Livaneli’yi günümüzün kültür ve sanat dünyasında nasıl bir yere oturtuyorsunuz?

Zülfü Livaneli, sanatsal üretiminin ilk aşamasından itibaren, insanı insanlığından uzaklaştıran, onu özüne yabancılaştıran toplumsal durumlara ve koşullara karşı eleştirel yaklaşan bir sanatçıdır. Livaneli, eleştirelliği, muhalifliği, süs olsun diye yapmaz. Onun muhalif tutumu, birçok sanatçının sergilediği konjonktürsel süs gibi duran tavırdan farklıdır.

Aynı zamanda felsefi yönü derin bir entelektüel olan Livaneli'nin muhalifliği, toplumsal yaşamı insanileştirmek, böylece insanın öz çabasıyla kendini tümlemesine ve özünü gerçekleştirmesine ortam hazırlamak olarak tanımlanabilir. Bu yönüyle, Livaneli, adını duyurmak ve güncel kalmak için günlük politikaya ilişkin görüş belirtmez. Onun politik tavrı, insandan yola çıktığı ve insanın yetkinleşmesini amaçladığı için zaman üstüdür. Yapıtlarının özsel çekiciliği ve kalıcılığı da buradan kaynaklanır.

Livaneli Kitabı, Onur Bilge Kula, Doğan Kitap, 2017. Livaneli Kitabı, Onur Bilge Kula, Doğan Kitap, 2017.

Edebiyatta ve sanatta biçimsel oyunların öne çıktığı bir dönemde Livaneli’nin içeriği hiç geri planda tutmayan tavrı mı okurun ilgisini çeken? Bir başka deyişle okur, estetik tercihini biçim ve içerik dengesinden yana mı koyuyor?

Livaneli, estetik felsefesini dizgeleştiren Kant'ın, biçim-içerik ilişkisi bakımından özellikle de Hegel'in geliştirdiği düşünsel önermeleri içselleştirmiş bir sanatçıdır. Livaneli müzik, edebiyat ve film sanatlarında ürettiği yapıtlarda, derin ve kapsayıcı insani içerikleri estektikleştirir. O, Hegel'in çizgisini izleyerek, 'her derin ve kapsayıcı içerik, özgün biçimini yaratır' ilkesini edimselleştirir.

Sanatsallaştırma, biçim vermedir; biçimleştirmedir; Brecht'in deyişiyle, sanatçının işi, dolgun içerikleri biçimlemektir. Öte yandan, sanatta biçim, son çözümlemede kendisini yaratan içeriğin dolayımıdır. İçerik, özünden türettiği biçimde kendini açığa vurur. Dolayısıyla, büyük sanatçı, içerik-biçim arasındaki bu diyalektik ilişkiyi estetikleştirmeyi başaran sanatçıdır. Livaneli, bu gerilim ilişkisini yetkin bir tutumla yapıtlarında yeniden üretmeyi başaran sanatçıdır.

Zülfü Livaneli’nin edebi tavrını “modernist ruh”la tanımlayabilir miyiz?

Bertolt Brecht'in önemli bir belirlemesi vardır: Her tarihsel dönem, sanat için yeni görevler ve özgün anlatım tarzları üretir. Sanatta modern veya güncel olan, gelenekselin içinde oluşur; ancak gelenekseli aşar. Gelenekseli aşamayan sanat yapıtı özgünleşemez. Sanat yapıtını özgünleştirme, onu başkalaştırmadır.

Bu ilke, hem geleneksel, hem de modern için geçerlidir. Modern ruh, sanatta yeniliklere, yeni denemelere açıklık olarak tanımlandığında, Zülfü Livaneli'nin söz konusu ruhu yeterince taşıdığı ve estetikleştirdiği rahatlıkla söylenebilir. Fakat modern ruh, biçim oyununa indirgendiğinde, Livaneli bundan uzak durmayı yeğler; çünkü sanatı önemser. Livaneli, bu nedenle, müzik ve edebiyatında gelenekselin içinde barındırdığı evrensel insanlık değerlerini, modern ruhla buluşturmaya uğraşır ve bunu başarıyla gerçekleştirir.

Kitapta sanatta çoğulluk kavramı üzerinde çok duruyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız? Livaneli’nin edebiyatını bu kavram çerçevesinde nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sanatsal yetkinlik ayırıcı bir özelliktir. Birden fazla sanat dalında estetik yetkinlik ise, olağanüstü ölçüde bir niteliktir. Ayrıca, her sanat özgün bir dolayımdır. Bu nedenle, sanatsal çoğulluk, aynı zamanda dolayım çoğulluğudur. Zülfü Livaneli, sanatsal çoğulluğu, çok-dolayımlılık ve dolayımlar-arasılık kavramlarında somutlaştırmak suretiyle, estetik kavrayışın ve alımlama yetkinliğinin de çoğullaşmasına ortam hazırlamıştır.

Bir sanat yapıtını ölümsüzleştiren niteliklerden biri, belki de en önemlisi, o yapıtın, bir sanatsal dolayımdan öbürüne geçirilmesi, dönüştürülmesidir. Livaneli'nin yazınsal üretiminde bu belirlemeyi örneklendirmek olanaklıdır: Livaneli 'Mutluluk' romanını senaryoya dönüştürmüş, daha sonra da filmleştirmiştir. Böylece, anılan roman üç ayrı dolayımda anlatımını bulmuştur. Bu sanatsal açıdan çok değerli bir durumdur, hafife alınamaz, görmezden gelinemez.

Kitabınızda Livaneli’nin birçok romanı hakkında yazdığınız geniş analizler var. Romanlarında gördüğümüz tematik ve söylemsel çoğulluk, Türkiye toplumunun da çoğulluğu aynı zamanda, diyebilir miyiz?

Sanatsal yaratım ve alımlama öznel bir etkinliktir. Bu estetik ilke uyarınca, Zülfü Livaneli romanlarına ilişkin yaptığım çözümleme denemeleri, Livaneli edebiyatının konu ve söylem çoğulluğunu belirginleştirmeyi amaçlar. Livaneli edebiyatı elbette Türkiye toplumunun çoğulluğunu, bu çoğulluğun değerini ve aynı zamanda çoğulluğu değersizliğe dönüştüren gelenekleri-görenekleri de anlatır. Bu özellik, Livaneli edebiyatının en çekici yönlerinden biridir. Öte yandan, Livaneli, vurgulamaya çalıştığım gibi, çoğulluğun kalıcı bir değer niteliği kazanabilmesi için, çoğulculuğa, çoğulcu bilince dönüşmesinin gerekliliğini bilince çıkarmaya çalışır. Hemen bütün romanlarında estetikleştirdiği bu arayış veya uğraş, Livaneli edebiyatının ayırıcı özelliğidir.

Kitapta Alman yazınından, Thomas Mann, Anna Seghers ve daha birçok isimle Livaneli arasında paralellikler kuruyorsunuz? Bu paralellikler, tematik olduğu kadar, devlet-entelektüel ilişkisine dair ortak noktaları içeriyor. Almanya ve Türkiye arasındaki benzerlikleri biraz açabilir misiniz? Özellikle entelektüelin, yazarın devlet-kültür ilişkisi içerisinde varoluşu bağlamında?  

Thomas Mann ve Zülfü Livaneli arasındaki koşutluklar, hem bu iki önemli yazarın, demokratik ve hümanist tavırları nedeniyle, uzun süreli sürgün yaşamını deneyimlemek zorunda bırakılmalarında, hem de sanatsal yaratım sürecini romanlarında anlatılaştırmalarında somutlaşır. “Ben neredeysem, Almanya orasıdır” sözüyle ünlenen Thomas Mann ve Türkiye için aynı anlayışı sergileyen Zülfü Livaneli doğup büyüdükleri toprakları, bu topraklarda geliştirilen insancıl ve özgürlükçü kültür birikimini çok önemser.

Öte yandan, her iki yazar da içten bağlı oldukları ülkelerinin kültürel birikimini eleştirel bir yaklaşımla ayrıştırır. Demokrasi ve insan haklarında eşitlik ilkesinin yaşam tarzına dönüşmesine katkı yapmak amacıyla, yoğun bir savaşım verdikleri için, bu iki yazar ülkelerindeki baskıcı faşist yönetimlerin hedefi durumuna getirilmiştir. Ancak her ikisi de hiçbir ödün vermeksizin muhalif tutumlarını sürdürmüştür.

Thomas Mann ve Zülfü Livaneli arasındaki bir başka koşutluk, bizzat sanatsal yaratımı, edebiyatın konusu yapmalarıdır. Thomas Mann 'Doktor Faustus' romanında bir müzik parçasını besteleme uğraşını başlıca izlek olarak yazınsallaştırır. Zülfü Livaneli 'Konstantiniyye Oteli'nde roman yazma serüvenini anlatılaştırır.

Anna Seghers de Nazi faşizmi sırasında Almanya’yı terk etmek zorunda bırakılmış, yurttaşlıktan çıkarılmış, yapıtları yasaklanmış ve yakılmış yazardır. Sürgün deneyimi ve sanatsal-yazınsal üretim, Seghers ile Livaneli’yi benzerleştirir.

Bertolt Brecht’in dizgeleştirdiği ‘yabansılaştırma kuramı’nı, sanat üretiminde verimlileştiren yazarların başında Livaneli gelir. Brecht’in söz konusu kuramı, tiyatro izleyicisini ve edebiyat okuyucusunu, toplumsal durumları ve koşulları değiştirmeye çağırır. “Bu başka türlü de olabilir” bilincini geliştirmeyi ve etkinleştirmeyi amaçlar. Livaneli de bütün sanatsal üretiminde bu ilkeyi öne çıkarır.

Kitabın son bölümü de Livaneli’nin müziğine ayrılmış. Müziği ile edebiyatı arasında nasıl bir geçiş var, estetik tavır açısından?

İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından yayımlanan ve üç ciltten oluşan 'Hegel Estetiği ve Edebiyat Kuramı' adlı kitabımda, Hegel estetiği bağlamında edebiyatı bütün boyutlarıyla irdelemeye çalıştım. Zülfü Livaneli’nin müzik ve edebiyatı da kapsayan sanatsal üretimine ilişkin bir kitap yapma düşüncesi belirginleşince, Hegel’in müzik ve müzik-edebiyat ilişkisi hakkındaki görüşlerine başvurmayı ve alandaki kuramsal-kavramsal birikimi Türkçeye aktarmayı gerekli gördüm.

Hegel, sanatları, biçimledikleri bir başka deyişle estetikletirdikleri malzemenin öz-yapısına göre sıralar. Bu anlayışla yapılan sıralamada edebiyat birinci, müzik ikinci olarak yer alır. Edebiyatın malzemesi dildir ve dil, düşünmenin, tinin bir ürünüdür. Dil olmadan, düşünme, düşünme olmadan dil olmaz. Edebiyat düşünsel bir ürün olan dili estetikleştirir; böylece onu bir kez daha tinselleştirir. Sesi, tınıyı estetikleştiren müzik, sanatlar arasında ikinci konumdadır. Ses/tını, işitilebilirliğinden ötürü dışsal olmakla birlikte, asıl olarak içseldir. Bu yüzden, müziğin hem üretimi, hem de alımlanımı derin bir öznel içsellik gerektirir.

Sanat yapıtı, aynı zamanda sanatçının öznel içselliğinin katıksız dışa vurumudur. Hegel’in kuramsallaştırdığı bu ilkeyi, Livaneli edebiyat, müzik ve film sanatlarına büyük bir yetkinlikle uyarlar. Ayrıca Livaneli, edebiyatı müzikleştirir; müziği yazınsallaştırır. Bu, Livaneli’nin ayrıcı niteliğidir. Edebiyatın da malzemesi olan söz, Anadolu müzik geleneğinde önemlidir; hatta türküde belirleyici konumdadır. Bu olgu, Anadolu’da edebiyat ile müzik arasındaki benzerliği daha da belirginleştirir. Livaneli, bu durumu bilinçle ve estetik duyarlılıkla yapıtlarında somutlaştırır. Müzik yapıtı, gerçekleştiren sanatçının eylemli varlığıyla olanaklıdır.

Bu ilke, Livaneli’de en açık biçimde görülebilir; Livaneli’nin yapıtlarının içten katılımla dinlemesinin başlıca nedenlerinden biri de budur. Livaneli’nin bir başka ayrıcı yönü, ruhunu, içsel duyumsamasını tümüyle kullandığı enstrümanlara aktararak mucizeler yaratmasıdır; iç özgürlüğü dışa taşıması, dinleyiciyi bu özgürleşme sürecine katmasıdır. Özetle; Livaneli, Adorno’nun deyişiyle, anlam içeriği derin sözü, nitelikli müziğe dönüştürür; edebiyatı müzik tadına kavuşturur.