Bülent Çallı: Önce karanlık vardı!

Bülent Çallı'nın ikinci romanı "Duman Otel" İletişim Yayınları'ndan çıktı. Çallı ile romanına dair konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

Merve Yakut

DUVAR - Bülent Çallı'nın ikinci romanı Duman Otel, İletişim Yayınları etiketiyle yayımlandı. "Önce karanlık vardı" cümlesiyle başlayan romanda karanlık, tekinsiz, sürükleyici bir hikâye çıkıyor karşımıza. Emin'in arayışına kâh hüzünlenerek, kâh gülerek tanık oluyoruz.

Çallı ile Duman Otel'den hareketle, keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

bçallı

Duman Otel’in çıkış noktasıyla başlayalım. Nasıl doğdu bu roman fikri?

Duman Otel bir ânda geldi. Bu, çok uzun süredir aklımda tuttuğum, üzerinde çalıştığım bir fikir değildi. Oteller edebiyatta, sinemada sıklıkla kullanılan, kolayımıza gelen mekanlardır. Pek çok olasılığa açıktır çünkü oteller. Anayurt Oteli'miz var, Norman Bates var, Alfred Hitchcock'un Psycho filmindeki. Ama Emin'in sıra dışı hikâyesini buluşum da çok çabuk oldu. Şunu hatırlıyorum, Emin'i bu haliyle düşünmemiştim. Otellerde kalan, sürekli başka isimlerle kaydolup, bir otelden diğerine atlayan bir adamı düşünmüştüm önce. Bu fikir, bir kıvılcım yarattı. Bu adam nasıl biri olacak, neden böyle yapıyor derken Emin'e ulaştım.

Romanlarınızda eşya ve mekân önemli yer tutuyorlar. Simsiyah’ta ayakkabılar ve ayakkabıcı dükkânı vardı. Duman Otel’de ise mekân olarak oteli, obje olarak da antika eşyaları görüyoruz. Eşyanın ve mekânın romanlarındaki konumundan söz eder misiniz?

Ben objeleri seviyorum, bunu Simsiyah ile ilgili bir röportajda da söylemiştim. Müzeleri, az bilinen zanaatlara, sanatlara, ait tarihi objelerin sergilendiği sergileri falan çok severim. Bunların hikâyelerini merak ederim. Kimler bunları icat etmiş, nasıl kullanılmış veya hikâyesi neler; bir bardağın, bir kılıcın, bir aynanın kendi özel hikâyeleri, bunlar beni çok cezbeder ve bunlardan beslenmeye çalışırım.

b22Eşyanın tarihi... Aslında, Tanpınar'ın romanlarında da gördüğümüz temalardan biri bu.

Evet. Bizim geleneğimizde var bu galiba. Evlerde eşyaya verilen önem. Büfelere, dolaplara dizilenler falan. Detay sevgisi, biraz da envantercilik. Ruhun envanteri. Detay deyince, mesela, Evliya Çelebi'nin Seyahatname’sinde İstanbul’daki esnafı en önemsizine kadar, çılgın bir ansiklopedici kafasıyla bir bir sayıyor beni acayip etkilemişti.

Hatta, Duman Otel’de de geçiyor, Evliya Çelebi göndermesi var.

Duman Otel’de var. Simsiyah’ta da Evliya Çelebi'nin ayakkabıcılarla ilgili yazdığı bölümü kullanmaya çalışmıştım. Şimdi tam hatırlamıyorum, romandan çıkarmış mıydım o kısmı diye. Sonuçta, bu tür şeyler hoşuma gidiyor. Bunlardan beslenip bunların üzerine bir hikâye kurmakla, bu mesleklere bir tür saygı duruşunda bulunuyor gibi hissediyorum. Hem de kurduğum hikâyeyi daha gerçekçi bir düzleme oturtabiliyorum. Ya da bana öyle geliyor.

'BİR EDEBİYAT ESERİNDE ESERİNDE İLK BAKACAĞIM YER FİKİRDİR'

Simsiyah’ta da Duman Otel’de dikkatimi çeken dil işçiliğiniz var. Dil, çok mühim. Senin için de öyle olmalı. Dil hakkında düşünceleriniz neler?

Ben, mümkün olduğunca sade ve az hata yaparak anlatmaya çalışıyorum hikâyelerimi. Az duyulan kelimelerin kullanılması, bir yazarın övülmesi için yeterli olabiliyor bazen. İlginç kelimeleri bulup çıkarmak, az kullanılan, güzel kelimelerin peşinde olmak keyiflidir muhakkak ama bana göre bir edebiyat eserinde ilk bakacağımız fikir olmalı. O eser bize neyi anlatıyor, yazar neyi söylemeyi amaçlıyor ve bunu ne kadar başarmış? Bunlara odaklanmayı tercih ediyorum. İkisi birden, hem dil hem fikir varsa zaten, değmeyin keyfimize.

Emin ve Galip Işık, romanın merkezini paylaşan iki karakter. Emin'i ve Galip'i anlatır mısınız?

Anlatayım... Aslında, ikisi ana karakterler olarak romanın odak noktasını paylaşıyorlar ama Emin daha fazla yer kaplıyor. Çünkü, Galip gerçek bir karakter değil gibi duruyor. Daha çok, Emin'in anılarında gördüğümüz, ancak o şekilde tanıyabildiğimiz bir karakter. Emin, ise romanın anlatıcısı olarak daha fazla yer kaplıyor. Emin, belki de bütün roman kahramanları gibi, bir çatışma içerisinde. Kendini iyi biri olarak görüyor olmalı. Ama kendini aşağıya çeken, bir ağırlık gibi üzerinde taşıdığı bir takım hesaplaşmalar yüzünden kötü biri olmak, kötülükler yapmak zorunda. Bunun çelişkisini yaşarken, bir yandan da kendini haklı çıkaracak, kötülük yapmasını meşru hale getirecek bir takım düşünceler, arayışlar içinde olan, çelişkili, zavallı bir karakter.

Peki, Galip Işık ile Kara Kitap’ın Galip'i arasında bir bağ kurabilir miyiz?

Kuramayız. Biraz çağrıştırıyor tabii. Orhan Pamuk'un Kara Kitap’ındaki Galip, karısını arıyordu. Duman Otel’de ise aranan kişi Galip. Aslında, romanın ilk sayfalarında geçen bir cümle var: “Ahırkapı fenerinin karanlığa galip gelen ışığı...” diye devam ediyor. Galip ve Işık. Karaktere bir isim arıyordum zaten. "Bu güzel bir isim olabilir" dedim. O ânda uydurduğum bir isimdi.

'GÜNLÜK HAYATTA TOPYEKÛN BİR KARANLIK YOK'

Romanınızdaki gerilimi, gizemi ve karanlık tarafları konuşalım biraz...

Ben gerilim seviyorum. Gizemi ve karanlık tarafları seviyorum ama insan ruhu bağlamında seviyorum. Yoksa, içinde yaşadığımız coğrafyanın sosyo-politik halleri bize bolca gerilim ve karanlık tedarik ediyor zaten. Bir seferinde şöyle demiştim. “Günlük hayatta topyekûn bir karanlık yok.” Artık bundan o kadar da emin değilim ama yine de, en sıkıntılı anlarda bile, bir çiçeğin açışı, bir çocuğun gülümsemesi, güzel bir gün batımı bize hemen bir aydınlık sağlamaz mı? Duman Otel’de de bu böyle biraz. Duman Otel karanlık bir roman gibi dursa da muzip yanları da var. Simsiyah da böyleydi. Ben karanlığı, getirdiği kontrastlarla, aydınlık tarafı ima etmesiyle seviyorum.

Değişen dünya, sosyal medya alışkanlıkları yazarlığınızı ne yönde etkiliyor? Sosyal medyanın bunca güçlü oluşu hakkında neler söylemek istersiniz?

Sosyal medyanın yazarlığın özüne bir etkisi olamaz herhalde. İnternet, araştırma yaparken, pek çok kaynağa ulaşmak için tabii ki bir kolaylık. Eskiden kütüphanelere gitmek, başka insanlarla yazışmak, onlardan cevap beklemek gerekirken şimdi, hiç gitmediğiniz, gidemeyeceğiniz bir sokağın bile tüm detaylarını görme olanağı şansımız var. Sosyal medya, günümüzde bir gereklilik midir, bunu uzmanları tartışsın. Ben kendi adıma iki faydasından bahsedeyim.

Birincisi, roman yazıyor olduğumu hiç tanımadığım insanlara sosyal medya üzerinden duyuruyorum. Bu söyleşi de sosyal medyada yayımlanacak mesela. Eskiden sosyal medya mı varmış? Yokmuş ama bu kadar çok kitap da basılmıyormuş. Herhalde ondan. Bu kalabalığın içinde “ben de buradayım” diyebilmek istiyor insan, madem ki yayımlandın. İkinci faydası, yazarları ve sektörün içindeki diğer kahramanları takip ediyorum. Nelerle uğraşıyorlar, ne diyorlar, gece eve saat kaçta giriyorlar gibi detayları merak ediyorum.

Sosyal medya, vakti çokça çalan bir alana dönüşebiliyor. Orada kendini durdurabiliyorsunuz galiba?

Sosyal medyayı kontrollü kullanıyorum, evet. Kimi insanların orada ciddi bir varoluşları var, kişiliklerini ortaya koyuyorlar. Ben orada pek yokum. Haber alma ve duyuru yapma amaçlı kullanıyorum. Eskiden daha çok kullanıyordum. Bilgi kirliliği ve onların hakikatin önüne geçmesi, insanların sosyal medyayı bir tür boşalma alanı olarak -hem olumlu, hem olumsuz anlamda- kullanması beni dışarı itti. Fotoğraf çektiğim için Instagram'ı fazlaca kullanıyorum. Çektiğim fotoğrafları orada paylaşıyorum.

Evet. Çok da güzel fotoğraflar... Yazmak için yalnızlığa ihtiyaç var. Öte yandan yalnızlık alanlarımız giderek daralıyor gibi. Yazarken siz bundan nasıl kaçıyorsunuz?çallı33

Sultanahmet'te bir otel var, Ahmet Hamdi orada kalmış diyorlar, ben de orada yazıyorum... (Gülüşmeler...) Ben böyle yapmıyorum. Ben aslında yazmak için yalnızlığa çok ihtiyaç duyan biri değilim. Kafelerde falan bile, kulaklığa ihtiyaç duymadan yazabiliyorum. Kalabalığın içinde yazmayı seviyorum hatta. Yalnızlık bana her zaman iyi gelmiyor.

Her türlü ortamda, bir diskoda bile -disko kaldı mı ya?- yazabilirim. İnzivaya çekileyim, yalnız kalayım gibi isteklerim olmuyor. Şuna ihtiyaç duyuyor tabii ki insan, bölünmeden romanına ayırabileceğin bir zamana. Dış dünyadan gelen şeyler sizi bölebiliyor; işe gitmeniz gerekebilir, bir arkadaşınızın sizi arayıp saatlerce kendi dertlerinizi anlatması olabilir, dünyada ya da ülkede olan olumsuz bir gelişme konsantrasyonunuzu bölebilir. Yazarın yalnızlıktan çok bölünmemeye ihtiyacı var.

Yeni bir romana başladınız mı? 

Başladım. Ben sürekli yeni bir romana başlarım. Şaka bir yana, bu anlamda boş durmayı sevmiyorum. Bir romanı bitirdiğimde, başka bir romanın fikri peş peşe aklımda konuşmaya başlıyor. Ben roman yazmayı seviyorum. Beş tane yazdım bu güne dek. İkisi yayımlandı. Bazen, bir hikâye yazarken bile "Ya acaba bundan bir roman çıkar mıydı? Acaba biraz genişletsem mi?" diye düşünüp, rafa kaldırdığım, bitiremediğim çok oluyor. Romana bir edebiyat türü olarak büyük bir ilgim, merakım ve hevesim var. "Duman Otel" bittikten hemen sonra üçüncü roman için kolları sıvadım.

Birkaç ipucu verir misiniz?

Hikaye bu kez İstanbul dışında, Ege'de geçiyor. Süngercilerle ilgili bir roman olabilir. Hikayenin katmanlarından birinde Piri Reis ve onun haritasıyla ilgili bir gizem var. Onun dışında karakterlerin yine karanlık bir şeyler arayan, tanıdık insancıklar olduğunu söyleyeyim.

Son olarak, sizin gezgin tarafından bahsedelim istiyorum. Seyahatleriniz, yazarlığınızı etkiliyor mu? Başka bir ülkede geçecek olan, yeni bir roman tasarınız var mı mesela?

Gerçek anlamda bir gezgin olduğumu söylemek pek doğru olmaz. Bir dönem Avrupa'da yaşama şansım oldu. Onun sağladığı lojistik imkanlarla Avrupa'nın büyük bölümünü gezme fırsatım olmuştu. Gezip gördüğünüz her yer, insan olarak size çok şey katıyor. Ben de bu gezilerden pek çok şey öğrendim. Ama şu an için başka bir ülkede geçecek bir roman planlamıyorum. Galiba şimdilik, bildiğim yerleri ve bildiğim insanları anlatmayı tercih ediyorum.