Lacan, Abdurrahman Aydın ve biz

Biz derken Ezgi'yle beni kastediyorum. İlgilenmiyorsanız bırakın, okuyacak şey mi yok Allah aşkına! 

Google Haberlere Abone ol

Bu ara sürekli tartışıyoruz. 'Bu ara' ile 'sürekli' arasındaki ilişkiye bakar mısınız, Kassandra'nın laneti dedikleri bu işte.

Faydasını da görüyorum. Literatür deviriyorum. Havalara girip başkalarına vaaz verişimle yüzleşiyorum. Zor oluyor ama atlatacağım -sayesinde. (Sâye: gölge, sâyebân: gölgelik. “Sayende sayeban olduk İstanbul şehri / Sayende sebil olduk” Attila İlhan; “Cangüzel, süslü sâyebanlı lohusa kerevetinde sabırsızlanıyor” Safiye Erol). Yüzüme alık alık bakıp 'Ay adam ne güzel anlatıyor' diye iç geçirenlerin ne kadar da ahını almışım meğer. Ezgi'nin yüzüne bakamıyorum.

bilinç11 .

Ama sonunda 100 almaya kararlıyım. Tedbir benden takdir Allah’tan demiş erenler.

Mevzu bana "Sen yaşından genç görünüyorsun" demesinden çıktı. Gençliğimi sevgililerime güzelliğimi kitaplarıma borçluyum. Puhahaha dedi, anlamını hâlâ bilmiyorum, yeminle..n. Lacan'ın nereden çıkacağı gerçekten belli olmuyor. Ezgi'yle her konuşmamızda insanları ikiye ayırıyoruz; bizim türümüz, yani homo empathicuslar ve onlara ne ad verildiğini ikimizin bir türlü hatırlayamadığımız. İlk hatırlayan diğerine söyleyene kadar mutlaka unutmuş oluyor. Ve bizi psikanalize birlikte alacak birini hâlâ bulamadık.

O sırada için(/m)den çıkamadığım "ben"ime hadi bir daha bakayım diye (bu çaba da nafile ya neyse) yeni çıkan bir kitap almıştım. Asıl mevzu bu yani, nasıl göründüğüm değil. Öğrenmenin keyfini sürdüren benim gibiler için çok isim çok şey yazdı bu konuda. Hiç öyle Lacan'a, Baker'e dalıp gitmeden aldığım kitaptan ve yazarından söz edeyim. Abdurrahman Aydın, Bilinçdışı Dil ve Arzu. Dilbilimden psikanalize dil ve arzunun eklemlenişi, Biblotech, Ankara, Mayıs 2017.

Kitabı okurken bu ismi bir yerden hatırlıyorum dedim. Ve çıkardım: Aydın aynı zamanda Sean Homer’in başucu kitabının çevirmeni: Sean Homer, Jacques Lacan [Routledge Critical Thinkers: Jacques Lacan, 2005] çev. Abdurrahman Aydın, Phoenix, 2016. Hemen tivitıra baktım buldum ve takip ettim. Sonra kim diye baktım. Cehaletim yüzüme şiddetli bir tokat aşketti.

Abdurrahman Aydın KHK ile ihraç edilen akademik. İmza atmış. Onu benden önce hatırlayıp üniversiten çıkaranlara hunhar küfürler ettim. Sevgili dostlarım Levent Ünsaldı’ya, Ertuğrul Uzun’a, Gökhan Yavuz Demir’e ve onlar gibi asıl işi düşünmek, okumak, yazmak olan, aslî işlerini hakkıyla deruhte eden diğer akademiklere reva görülenler affedilemez! Aydın benden ne istiyorsa emrine amadeyim.

“Lacan’ın söylem dairesi adını verdiği şeyin içine kilitlenip kalmış durumdayızdır” diyor Aydın, tam orada, bağlama aldırmadan, kilitlenip kalmış gibi hissettim. Çıkmalıyım yoksa boğulacağım.

Homer de, “Neden Lacan?” sorusuna cevap ararken, “Lacancı eleştirinin odak noktası karakterin ya da yazarın bilinçdışı değil, metnin kendisi ve metinle okur arasındaki ilişkidir” diyor, Abdurrahman Aydın Lacan’a Türkçe öyle dedirtiyor. Lacan görse “ilişkiyi” severdi bence, okumak sevişmek gibi. Ezgi’yle bunu da tartışmalıyız.

- "Ezgi kim!"

- Ezgi benim.

- "Ay pardon bunu da Flubert'den mi yürüttün? Komik olma!"

Çok kızdı. Birazdan geçer. Yol arzudan geçer hevesten değil. Bunu biliyor.

Tartışma iyidir.