'Makale' muhteşem zor

Bir öğretim üyesi. Ne olduğunu anlamadığı, kabul edemediği çok şeyle; dinle, aşkla, bilimle...

Google Haberlere Abone ol

“Gördünüz mü?” dedi.

Artık ne kadar zor. Görmemek için onu kapat bunu kapat bıktık. Bir yerden çıkıyor karşımıza.

O sırada bir mevzuu merak etmişsiniz, tararken pat bir "makale" çıkıyor; okudukça halden hallere giriyorsunuz. Üzülüyor, şaşırıyor, öfkeleniyorsunuz -insansınız, yerime koyun. Bakın ne diyor “akademisyen yazar”: "Erol, eserlerinde bireyin olgunlaşması için aşkı gerekli görür. Aşkı kişilerinin yaşantısına yön vermede kullanır. Aynı zamanda din eğitimini birey ve toplumun erdemliliğinde vazgeçilmez olarak görür. Sonuç olarak kadın merkezli olaylarda aşkı konu edinen Safiye Erol aşkı ve kadını bir bayan hassasiyeti ile ortaya koyması oldukça etkilidir, ancak yazarın toplumsal ve dini kabul noktasında eleştiriye açık bir yönünün olduğu da unutulmamalıdır." (Son cümlenin sentaksı evlere şenlik.)

s11 Safiye Erol

Kamuya açtığı “Safiye Erol Romanlarında Kadın Olgusu” başlıklı makalenin sonucu buymuş. Açtıkları diyeyim çünkü alta atılan yıldızlara bakılırsa akademisyen makaleyi lisans öğrencisi ile birlikte yazmış: Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ayyıldız – Rahime Baytok. Yalnız bu ikiliden hangisinde “bir bayan hassasiyeti” var anlayamadım. Dr.nin yaptığı işten hiç anlamadığı ve öğrencisine acımadan kıydığı ise çok açık.

NEDİR BU HAL?

Ulema-yı kiramın cehl-i basit ve cehl-i mürekkeb diyerek cehaleti tasnif ve tarife tabi tutmasında, manası zamnında mündemiç nice ferasetler vardır. Bu “makale” mebzul miktarda terkipli cehalet örneğinden biri. Dicle mürekkep olsa yazılmaz kalem ile. Evinde bir başına (mutlaka yalnız) oturup basit cehaleti ile vakit geçirse, kimse görmese duymasa okumasa onu sevebilirdik de belki. Bizi bundan da mahrum etmiş. Cehli tahsil ve terkip ile ikmal etmiş, kamuya takdimden de geri kalmamış; dört başı mamur.

Bir öğretim üyesi. Ne olduğunu anlamadığı, anladığı kadarını da kabul edemediği öyle çok şeyle; dinle, aşkla, bilimle... mugalata yapıyor ki şaşarsınız. Yok şaşırmazsınız, etraf bunlarla dolu. Puana/statüye/iktidara/ekonomik gelire ihtiyacı olmasa saçma sapan bir gazetede köşe yazarı olur ne diyecekse orada der huzurumuzu bu kadar kaçırmazdı. Memlekette bir yığın zengin varken neden bu kabil eşhas için çok sayıda gazete çıkmıyor anlamıyorum.

ZOR

İnsana dair herhangi bir şeyden söz etmek Lacancı anlamda “muhteşem zor”dur. Buna Marilyn Monroe da dahil, eksiğiyle fazlasıyla. 36 yaşında veda bile etmeden çekip giden çok güzel bir kadın o. Ne’liğine aldırmadan adı daha kim bilir kaç 36 yıl dilimizden düşmeyecek. Safiye Erol onun ardından “Kumrunun Ölümü”nü yazmıştı. Bir hafta sonra, Yeni İstanbul’da, 12 Ağustos 1962’de.

“O kusursuz minyon çehre, o balla gülden yoğrulmuş sanılan hârika vücut gözümün önünden gitmiyor.” Oysa diyor, “Güzellikleri estetik kritiğe daha az dayanıklı diğer artistlere, mesela Rita Hayworth ve Ava Gardner’e bayılırdım.” O halde neden bu kadar yandı “lâtilokum”a? Onun ölümünde kumruyu görmüştü. Monroe bir büyük felaketin tesellisiydi. “Sarışın bombanın zuhuru atom bombasının zuhuruyla aynı zamâna düşer.” Ama onu o teselliye bağlayan yıllar geçmişti. Refî Cevad Ulunay tuhaf bulduğu teessüre şaşkın “Bir fâni hüzün için nedir bu galeyan?” diyordu. Ondan aldığı bu sözü Safiye Erol de tekrarlıyordu. Fakat o bir kadındı, ne çektiğini biliyordu. Monroe’nun Artur Miller’le evliliği anlayamayacağı şeylerle tanışmasına ve hırçınlaşmasına sebep olmuştu. “Aşkın huzûruna çıktı, seksin iflâsını yaşadı.” O muhteşem vücudu bir örtüye sarıp otopsiye götürdüklerinde Safiye Erol şunu hatırladı: gazeteciler gece yatarken ne giydiğini sormuştu Marilyn’e, “Çıplak tenime üç damla lavanta”.

“Özneleşmek” diyor Foucault, “muhteşem zor”dur özneleşmek. Safiye Erol bir devrin özneleşen yazarlarındandır. Sayın dr.yle “bayan” öğrencisi önyargısız okumalar yapmayı deneseler olmaz mı?

unnamed (2)AŞK

Bana “Gördünüz mü?” diye soran doktora talebesi Erol’u aşkla okuyup yazmak istiyor, altından kalkmakta ne kadar zorlanıyorum bilemezsiniz hocam diyor. Ona sesleniyorum. "Aşk" diyorsun. "Aşkın yerine başka bir şey konması kesinlikle mümkün değildir" Luhmann, Aşk. Bir Alıştırma, Edebi Şeyler, 2014. Yerine başka bir şey koyamadan devam ettiği bir hayatı olmuş Erol'ün. Aşkın nasıl’ını nihayet anlatabileceği biri çıkmış karşısına, 46 yaşındaymış. Yaz demiş ses o da içini Ciğerdelen'e dökmüş: Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2003. Bir daha hiç ayrılmamış o sesten.

Erol'a "Aşk"la yaklaşacaksan, zorluğunu kabul ediyorsun demektir. Bu kabul aşk cesareti ister, can u gönülden kutluyorum. Bugüne kadar çok okudun, çok kişiyle konuştun, başkalarına da açık olma kaydını elbette mahfuz tutarak artık eleme yapsan. Onu kimle/kimlerle daha iyi anlayabilirim önceliğini tespite başlasan.

Yeteneğin, merakın, istikrarın var. Merkeze kendini al. Kimseye değerinden fazla kıymet verme. Anlatan sen ol. Nakillerin sadece kendi tasvirinin malzemesi olsun. Harika bir iş çıkaracağına eminim, unutma.

Not: Safiye Erol’ün mektuplarını okudun. O döneme ve o devrin mektup diline aşinasın. Refî Cevat Ulunay’ın adı geçmişti. O türden bir kitap daha çıktı, ona da bakıver: İki 150’liğin Mektupları. Refî Cevad’dan Rıza Tevfik’e Rıza Tevfik’ten Refî Cevad’a Mektuplar, Haz. Abdullah Uçman, Kitabevi, İstanbul, 2017.