Toplumsal cinsiyet rollerinin açtığı yaralar

İktidarsızlar, yatak odalarına hapsolmuş iktidar mücadelesini mizahi bir dille anlattığı kadar, altında barındırdığı detaylarla toplumsal cinsiyet rollerinin bizlerde açtığı yaralara da dokunuyor.

Google Haberlere Abone ol

Ezgi Daryürek

Toplumumuzda kadına biçilen cinsiyetçi rolleri eleştiriyoruz. Peki ya söz konusu erkekler olduğunda? Biz toplumun omuzlarımıza yüklediği görevlerden bıkan kadınlar, bütün bu çektiklerimizin erkekler yüzünden olduğunu düşünüyoruz. Sistemin karşısında değil, erkeklerin karşısında konumlanıyoruz. Peki aslında erkeklerin de kendilerine yüklenen görevleri taşıyamadıklarını neden aklımıza getirmiyoruz?

İktidarsızlar’ı okurken oldukça eğlendim ancak kitabı bitirdiğimde zihnimdeki sorularla baş başa kaldım. Yurdum erkekleriyle yeterince empati yapmamış mıydım? Kadının cinselliğinin tabu olduğu, erkeğin cinsel organı uğruna ise düğünler düzenlendiği bir toplumda erkek olmak, kadınlarla normal ilişkiler kurmak düşündüğüm kadar kolay mıydı?

ÜÇ ERKEĞİN DERDİ DE İKTİDARINI KORUMAK

Kitaptaki, farklı sosyal sınıflardan, farklı eğitim düzeylerinden üç erkek karakter, bu sorularımın yanıtı için bir araya geliyordu sanki. Taksici Nuri'nin de, emekli Bahtiyar'ın da, ünlü televizyoncu Faruk Bollu'nun da derdi aynı. Erkek olmak, iktidarını korumak.

Kitap, bir intihar sahnesiyle başlıyor. Sahnesiyle diyorum çünkü anlatılanların hepsi sanki birer film karesi. Metin Üstündağ kitap için boşuna "Kaçırdığınız sahneler olursa ağır çekimde de okunabiliyor" yazmamış. Sürükleyici bir film tadında ilerliyor, gözünüzde her şeyi tek tek canlandırarak okutuyor kendini.

Yer: İstanbul'da en popüler intihar mekânı, Boğaz Köprüsü. Aynı zamanda da riskli. Biliyorsunuz sürekli gelip vazgeçiren oluyor. Cumhurbaşkanı ayrı, taksicisi ayrı. Faruk Bollu şanslı, kendisini vazgeçiren cumhurbaşkanı değil, taksici Nuri oluyor.

iktidarsizlar-kitap İktidarsızlar, Fatih Altınöz, 178 sayfa, Çınar Yayınları, 15 TL.

ERKEKLERİ ERKEK GÖZÜNDEN OKUMAK

Hikâye ilerledikçe kurtarıcının Nuri olmasının şans olarak değerlendirilemeyeceği ortaya çıkıyor ama olsun. En azından biz okuyucular ve hikâyeyi anlatan Bahtiyar şanslı. Suya sabuna dokunmadan dinliyoruz olanları.

Bahtiyar'a da şanslı dedim, affınıza sığınarak. Sevgilisinden gelen mesajı karısı ve oğluna yakalatıp, don gömlek kapının önüne konan bir adam ne kadar şanslıysa o kadar şanslı o da. Vazgeçtim, kitaptaki üç erkekten herhangi birinin ismini şans kelimesiyle yan yana getirmeyeceğim. Yakışmıyor.

Hikâyeye gelirsek, erkeklerin düştüğü durumları erkek gözünden okumak ilk anda beni nasıl keyiflendirdi anlatamam. Sayfalar ilerledikçe bir acıma duygusu hasıl oldu ki neredeyse milyarder Faruk Bollu'ya üzüleceğim. Medyanın en tepesinde de olsan, dilediğin kadınla birlikte olmaya gücün de olsa, paran da yetse Türkiye'de iktidar grafiği maalesef böyle çizilmiyor. Dünyanın en güzel yerlerinde, en pahalı şarapları yudumlayarak ömrünü geçirebilecek ünlü bir adam bile, eğer bu toplumda yetiştiyse bir kadının lafıyla intihara sürüklenebiliyor.

Düşünebiliyor musunuz, ne ekonomi ne siyaset ne spor, ülkenin en ünlü televizyoncusunun merak ettiği tek bir soru var: "Nasıldı?" Hayatına girmiş tüm kadınlarla sevişmelerini film şeridi gibi gözünün önünden geçirirken özgüveni yerle bir. Ya hepsi ona yalan söylediyse? Önüne gelen her kadınla aldattığı karısı bile yıllardır arkasından dalga geçiyorsa?

YATAK ODALARINA HAPSOLMUŞ İKTİDAR MESELESİ

Taksici Nuri burada devreye giriyor, kendisi iktidarından çok emin. Hem evde bekleyen karısına posta koyuyor, hem evli sevgilisini idare ediyor, hem de Faruk Bollu'ya öğreten adamlık yapıyor. Keyfi acayip yerinde. Seviyesiz bir adam Nuri. Sevilecek bir tarafı yok. Trafikte en son denk gelinecek türde bir taksici.

Kendisini biraz daha anlatmam gerekirse, kitapta çok beğendiğim bir kısım var o kısımdan örnekle anlatayım; "Kuşlar bizden şanslı. Bir serçe hiçbir zaman bir akbaba tarafından anlaşılmayı bekleyerek vakit kaybetmiyordur. Bulaşırsa canının yanacağını biliyordur. Biz insan denen mahlûklar, kim akbaba kim değil hiçbir zaman sıfatından anlayamıyoruz ve bir sürü vakit kaybedip bir yığın üzüntü çekiyoruz."

İnsan ilişkileriyle ilgili okuduğum en güzel satırlardan diyebilirim. Şimdi bu alıntıya tekrar bakın. Oradaki sıfatından anlaşılmayan akbabayı düşünün. Taksici Nuri o tarife bile uymaz. Adamın sıfatından bile akbaba olduğu anlaşılır. Öyle pis bir karakter.

Bahtiyar için de sütten çıkmış ak kaşık diyemeyeceğim. Bu karakterleri başımıza sardıran o. Kafasının içinde neler varsa artık. Gerçi onun da derdi sabit, bir başka iktidar mücadelesi. Koskoca medya devini otoban kenarında naylon poşet üzerinde lahmacun yiyen bir adama dönüştüren "erkeklik meselesi" zavallı Bahtiyar'a neler yapmaz? Emekliliğinde anasının evine gönderir.

Anlayacağınız, şarabı karafsız servis etti diye garsona çatan Faruk Bollu'yu siyah poşette şişe bira içer hale getiren olaylar da, Bahtiyar'ı annesiyle evde dizi takip eden bir adama dönüştüren meseleler de karışık.

Üç erkeğin hayatlarında tek bir ortak nokta var "iktidar meselesi."

Nuri'nin başına neler geleceği ise kitabın sürprizli finali.

İktidarsızlar, yatak odalarına hapsolmuş iktidar mücadelesini mizahi bir dille anlattığı kadar, altında barındırdığı detaylarla toplumsal cinsiyet rollerinin bizlerde açtığı yaralara da dokunuyor. Kendi adıma, sadece kadının toplumdaki cinsiyetçi görevlerini değil, erkeğinkileri de eleştirelim ki, bu zavallı adamcağızlar da özgürleşsin, dünyayı kendi cinsel organları etrafında dönüyor zannetmesinler diye düşündüm.

Yani kadın erkek fark etmez, cinsel kimliğimizin sosyal ve mesleki kimliklerimizden önde olmasının bizi nasıl delirttiğini bir psikiyatrın kaleminden okumak hepimize iyi gelecek.