Akdeniz direniyor!

“Akdeniz Akdeniz”, “Endülüs” ve “Parçalı Bulutlar Ülkesi” kitaplarının yazarı İlker Özünlü ile üç kitabını konu alan bir söyleşi yaptık.

Google Haberlere Abone ol

“Akdeniz Akdeniz” isimli kitabında Akdenizlilik kimliğini ve kültürünü konu alan Özünlü, “Endülüs” kitabında bu kültüre dair yaptığı çalışmasını gezi notları ile süslüyor. “Parçalı Bulutlar Ülkesi” isimli romanında ise 1 Mayıs 1977’ye atıf yaparak başlattığı hikâyesini, 2010’da Taksim Meydanı’nda kutlanan 1 Mayıs ile bitiriyor.

Kültürün ve kahramanlığın bitişindeki en temel problemin tüketim olduğunu düşünen Özünlü, Subcomandante Marcos’tan alıntı yapıyor: “Yaptığımız en büyük yanlış, medyada Marcos gibi bir figürün öne çıkartılmasına göz yummak oldu. Bundan böyle Marcos olmayacak.”

“Akdeniz Akdeniz” kitabınızda tarihsel bazda bir kültür incelemesi yaptığınız görülüyor. Ölümlerden düğünlere, kostümlerden yemeklere benzeşen pek çok ritüel olduğu okuyucuya sunuluyor. Akdeniz kültürüne dair farkındalığınız ne zaman oluştu?

Sanırım bunda çocukluğumun Tarsus’u belirleyici oldu. O zamanların toplumsal ilişkileri insan odaklı ve sevgi etkileşimliydi. Açık, samimiydi insanlar ve düşkündüler birbirlerine, insanın asıl derdi yine insandı. Bu bir gelenek, kültürel bir mirastı sanki ve Akdeniz’di tabii ki. Çok sonraları, yurt dışına, özellikle Avrupa’ya gittiğimde, insanın suratına tokat gibi çarpan keskin bir karşıtlık üzerinden yeniden keşfettim varlığını ve sanırım bilinç öyle çıktı ortaya.

Kitapta yer alan “Belli bir çağa kadar Akdeniz havzasında önceki yerine değil, öncekinin devamı olarak yenisi eğilimi hâkim olmuş, bu eğilim uygarlık tarihimizin ana dinamiğini oluşturmuştur.” sözleriyle kültürel sürekliliğe dair bir değer olarak atfettiğiniz Akdenizlilik kavramının, modernite toplumlarındaki takipçileri hangi halklar sizce?

Takipçisi olmaktan çok, belki uygulayıcısı olmaktan bahsetmek daha doğru olur. Akdenizlilik mirası kültürel bir olgu ve kültür ne kadar koruyabilirse kendini, o kadar varlığını sürdürebiliyor doğal olarak. Günümüzde, neo-liberalizmin tarihin hiçbir devrinde olmadığı ölçüde (hatta neredeyse tarihin sonlandırılması pahasına bile diyebiliriz) baskın ve egemen iktidarı sonucu kültürel kimliklerin hayatta kalması neredeyse imkânsız hale gelmiş bulunuyor. Bu anlamda, neo-liberalizme direndikleri ölçüde, kimlikleriyle ayakta kalabiliyor halklar. Akdeniz’de Malta Adası, Sicilya ve tabii ki İspanya hâlâ direnen coğrafyalara örnek gösterilebilir. İspanya bunu büyük ölçüde âdemi merkeziyetçi otonomi yapısına borçlu bu arada…

endulus .

GEZİ KİTABININ ÖTESİNDE ENDÜLÜS

“Endülüs” kitabınızda ise Akdenizlilik kültürüne sahip çıkarken tutkuların diri tuttuğu bir yerelliğinin kapitalist modernite karşısındaki direnişini resmediyorsunuz. “Endülüs” klasik anlamda bir gezi kitabının çok ötesinde bence… Sizce “Endülüs” halklarını bir arada tutan şey ne?

Bu soruyu da geçmiş zaman üzerinden sormak gerekiyor. Vakti zamanında Endülüs’ün, Arap, Berberi, Yahudi, Kelt-İber halklarını bir arada tutan, çağına göre çok farklı bir dünya görüşü vardı ve bu görüş, tek bir Tanrı tarafından yaratılmış bütün insanların, dil, inanç, renk ve etnik kökenlerinden bağımsız olarak, sadece insan olmalarından hareketle eşit sayılması ilkesine dayanıyordu. Tabii bu görüşü besleyen ana damar zamanın İslam yorumuydu kuşkusuz.

“Endülüs” bir yanıyla kültürel olarak bir başucu kitabı bana göre… İçinde mimariden heykele, resimden dansa pek çok şey barındırıyor. Sizce, bir coğrafyanın sanatı ile anılmasının nesnel özellikleri nelerdir?

Birinci koşul, sanatın yaşamın içinde bir yer işgal etmesi tabii. Ama Endülüs İslam kültürü zaten öyleydi; yani, tıpkı bilimde de olduğu gibi, müziğinden mimarisine, sanatın her alanında var olmak da, ilahi var oluş yasalarının bir gereği olarak düşünülürdü. Bugünden bakıldığında inanılır gibi gelmiyor ama ne kadar bilim, ne kadar keşif, ne kadar sanatsa o kadar insan gibi bir inanç varmış o vakitler.

“Parçalı Bulutlar Ülkesi”, bana göre 1 Mayıs 1977’de yaşanan Taksim Meydanı’ndaki katliama dair bir ağıt özelliği taşıyor. Kuşak çatışmasını da sık sık vurgulayan kitabı yazmanıza sebep olan şey ne? Yer yer Serhat, yer yer Burak olduğunuzu sıkça düşündünüz sanırım.

“Parçalı Bulutlar Ülkesi” aslında siyasi-psikolojik, ama daha çok da psikolojik bir roman. Geçmişiyle bugünü arasında köprüler kuramadığı için yitik bir zamanın peşinde umutsuzca koşturan ve bütünüyle yabancısı olduğu şimdiki zamanın girdaplarında kaybolma kâbusları yaşayan bir karakter Gülçin.

Bu ülkede sürekli bir şeyler değişti ve değişmeye devam ediyor. “Nereye doğru değişiyoruz, neler oluyor bize, hayata?” gibi soruları kaç kişi sorar ya da sormak gibi bir dert taşır içinde, bir bakmak lazım. Bunları sorup zamana ilişkin farkındalık geliştirdiğinizde birer Gülçin ya da Serhat oluyorsunuz “Parçalı Bulutlar Ülkesi”nde.

“… Che Guevara’sı, Deniz Gezmiş’i, Nazım’ı, Yılmaz Güney’i mi kaldı, filmini de yaptılar hepsinin, romanını, kitabını da yazdılar. Onları asıllarının birer karikatür sureti haline getirdikten sonra, tarihin müzelik raflarına kaldırmadan önce, onları sahiplenme yarışına girdiler birbirleriyle. Neden? Çünkü artık herhangi bir ‘zararı’ kalmadı ki adlarının.” Bu cümleyi okuyunca zihnime Lenin’in “kapitalistler, kendini asacak ipi bile satarlar.” cümlesi düştü. Kahramanları birer tüketim nesnesi haline mi dönüştürdük dersiniz?

“Kahraman” olduğunuzda zaten tüketim nesnesine dönüşmüş olursunuz ister istemez. Tüketimi gerçekleştiren ister kapitalizm, ister herhangi bir ideoloji, inanç vb. olsun, fark etmiyor, tanımı gereği kullanıma açık bir durum oluşuyor. Zapatistlerin sözcüsü Marcos’a sorulmuştu, “yaptıkları en büyük hata ya da yanlış neydi?” diye. Marcos şöyle yanıtlamıştı soruyu: “Yaptığımız en büyük yanlış, medyada Marcos gibi bir figürün öne çıkartılmasına göz yummak oldu. Bundan böyle Marcos olmayacak.” Gerçekten de sonrasında Marcos’un sesi soluğu çıkmadı fazla, konuştuğunda da herhangi biri gibi konuştu hep.

Yeni bir kitap çalışması var mı?

Toplumsal bilim kurgu olarak düşündüğüm son romanımın son okumasını yapıyorum şu sıralar. Bir de “Kedigözü Öyküler” adını verdiğim ve bir kedinin gözünden anlatılan öyküler var hâlâ yazmakta olduğum.