İlerleyemeyen insanların yediği tekme tokatlar!

Mevsim Yenice ile “Tekme Tokatlı Şehir Rehberi” üzerine konuştuk. Yenice, öykülerini anlattı.

Google Haberlere Abone ol

Everest Yayınları’ndan çıkan ilk kitabı “Tekme Tokatlı Şehir Rehberi”ni Mevsim Yenice ile konuştuk. Yenice, kendisini anlatmasını istediğimizde, “kendimi illa “biri” olarak tanımlamam gerekirse, tutkuyla okumaya ve öykü yazmaya çalışan biriyim…” dedi.

“Tekme Tokatlı Şehir Rehberi” on bir öyküden oluşan ilk kitabınız… Pek çok dergide öyküleriniz yayınlanmış. Kitap yazma fikri ne zaman ortaya çıktı?

Aslında yola kitap yazma fikri ile çıkmadım. Doğrusu ilk öykülerimi kaleme aldığımda aklımın ucundan bile geçmiyordu yazdıklarımı kitaplaştırmak. Yazdığım öyküler biriktikçe, dergilerden ve yarışmalardan kabul görmeye başladıkça, bir dosya hazırlama fikri kendiliğinden oluştu. Süreç kendiliğinden devam etti.

Kitabı “ablamın eltisinin dayısının küçük oğluna” ithaf etmişsiniz. Kim o?

Benim açımdan kitabımı ithaf etmek için uygun bulduğum tek kişi. Okuyucuya ancak Tekme Tokatlı Şehir Rehberini okuduktan sonra bir şeyler ifade edecek birisi. Henüz okumamış olanlar veya okumayı düşüneneler olabilir, bu yüzden şimdilik  ipucu vermeyeyim.

Özellikle “Açık Artırma”, “Muz ve Kovboylar” ve “Yer Yarıldı İçine Girdi” isimli öyküleriniz aile mefhumu üzerine… Hayatı aile üzerinden tanımlarken edebiyata ne kadar ihtiyaç duyuyoruz sizce?

Aile temasının yoğun hissedildiği öykülerimde yapmak istediğim şey “hayatı aile üzerinden tanımlamaya çalışmak” değildi aslında. Hatta aksine, bahsettiğiniz öyküleri bambaşka fikirlerden yola çıkarak yazdım. Ancak şöyle bir şey var ki, ben çoğu şeyin ailede başladığına ve sürdüğüne inananlardanım. O nedenle bilinçli olmasa da, öykülerime “aile olmanın” etkileri, izlenimleri, detayları sızmış. Bu bir ihtiyaçtan ziyade yazma eyleminin karmaşık ve eğlenceli dünyasının öykülerime kazanımları diyebilirim.

“Tilkiler Aç mı Kalsın?” isimli öykünüz, bir “kaybeden” öyküsünden öte, umut öyküsü niteliği taşıyor bana göre. Öyküde ele aldığınız umut kavramı, özgürlük mefhumu ile sıkı sıkıya bağlantılı. Özgürlük ve umut birbiriyle paralel mi ilerler sizce?

Tilkiler Aç mı Kalsın üzerinden cevap vermeye çalışacağım bu soruya. Oradaki iki karakter de aile yapıları nedeniyle bir şekilde özgürlükleri kısıtlanmak istenmiş kimseler. Biri umut edip uzaklara kaçabilmişken, biri aksine umutsuzluğa kapılıp olduğu yere çakılıp kalmış. Yani bazı yerlerde özgürlüğün kısıtlanması umudu getirse de, bazen de tam aksi olabiliyor bence.

Fakat daha güzel olanı ve beni heyecanlandıran kısmı, bu ikilinin yolları kesiştiğinde özgürlük ve umut kavramlarını farklı özümsemiş, algılamış karakterler tekmetokat1olmalarına rağmen, birlikte zaman geçirmekten hoşlanan iki kişiye dönüşüyorlar. Kaybetmekten ziyade aksine kazanılmış bir şeyler var sanki o öyküde. Belki kendi olma özgürlüğü, belki de sizin söylediğiniz gibi umut.

“Durağan Yolcu” isimli öykünüzde, otobüsü hayatı temsil eden bir metafor olarak kullandığınızı düşünüyorum. Birileri inip, birileri binerken olduğu yerde duran bir yolcu… Otobüs hareket eder ama yolcu hep sabittir. Karakterin yaşadıklarını, duygu durumunu düşününce isyanını anlamak da mümkün? “Durağan Yolcu”nun ortaya çıkışı nasıl oldu?

Herkese olduğu gibi benim de bazı dönemlerde ilerleyemediğimi, tıkanıp kaldığımı hissettiğim süreçler oluyor. Durağan Yolcu’da ilerleyemediğim bir dönemde ilerleyebilmek, yükü hafifletmek için yazıldı sanırım. Öykünün yalnızca ilk kelimesi vardı başlarken aklımda. “İlerleyin,” diye seslenilen birinin ilerleyemeyişini sorgulaması fikriyle başlayan öykü, kendiliğinden bir kayıp sonrası yaşanan eylemsizliğe döndü. Bazı hisleri ve durumları bir kadın olarak daha iyi anlatabileceğimi düşündüğümde karakterin kadın olmasına karar veriyorum. Bu öykü de onlardan biri oldu.

“Tekme Tokatlı Şehir Rehberi” isimli öykünüz, karakterin absürtlüğünden öte bir İzmir güzellemesi de yapıyor. İzmirli olduğunuzu da düşündüğümüzde, bu kentin sizin yazarlığınıza etkisi ne oldu?

İzmir’de doğdum, büyüdüm. Çocukluğum, gençliğim, umutlarım, dostluklarım ve daha bir çok şey İzmir’e ait. Zaman zaman yitirdiğime inandığım ve bir daha bulamayacağımı hissettiğim bir çok his o şehirde saklı. Öte yandan özlem duyduğum kişilerin hepsini de benden o aldı. İzmir’le böyle bir ilişkimiz var işte. Ben de onu verdikleri ve aldıklarıyla bir bütün olarak kabul ediyor ve seviyorum. Aile gibi. Bu öyküde olmasaydı da, başka bir öyküde mutlaka kullanacaktım İzmir’i, kaçışı yoktu. Bir nevi saygı duruşu gibi diyelim...

“Yalandan Kim Ölmüş Ltd Şti” isimli öykünüz, kurgusunu yalan kavramı üzerinden kursa da “önce kendinizi sevin, dürüst olun.” gibi söylemsel sonuçlara varıyor. Dürüstlüğün hakikate giden yolda bir araç olduğunu düşünmek mümkün mü?

Bu soruya ne kadar dürüst cevap verebilirim ben de bilmiyorum. Yine öykü üzerinden gidersek, baş karakterin yalanla olan ilişkisini, yalana bakış açısının zaman içinde nasıl değiştiğini gözlemliyoruz. İnsanların yalan ve hakikat karşısında nasıl etkileştiğine şahit oluyoruz. Öykünün sonuna geldiğimizde de kahramanın seçtiği yol, geldiği nokta, sorunuzun cevabı bence. Henüz kitabı okumamış olanlar için çok ipucu vermemek için bu kadarını söylemekle yetinsek daha doğru sanırım.

Yeni kitap var mı?

Yeni öyküler var, olmaya da devam edecek. Ama kitaba ne zaman dönüşür, buna cevap vermek için çok erken. Daha ilk kitabın heyecanı bitmedi...