Şairliğin cinsiyeti olur mu?

Şair kadınlar edebiyatı ve kadın mücadelesini anlattı. Betül Tarıman, Zehra Betül Yazıcı, Betül Dünder ve Emel İrtem 'kadın şair- şair kadın' sorununa değindiler.

Google Haberlere Abone ol

Şair Betül Dünder, Zehra Betül Yazıcı, Emel İrtem ve Betül Tarıman ile edebiyat ve kadın mücadelesi hakkında konuştuk. Dünder, İrtem ve Tarıman, eril dilin şiir üzerindeki etkisini anlattı.

Fotoğraf: Betül Dünder Betül Dünder

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için ne düşünüyorsunuz? Şair kadın olarak kadın mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Betül Dünder: Soru bizim değişmez paradoksumuzu barındırıyor. Söylemsel olarak dilimizde olanı tarihsel olarak karşılayabilecek bir bilince sahip miyiz acaba? ‘Emek’ harcanmamış bir kadın olma hali, hangi söylemle günü karşılasa iflah olmaz bana kalırsa. Bilindiği gibi bağımsız kadın mücadelesine kadar karma yapılarda kadın oluşu emek-sermaye çelişkisi ezen-ezilen bağlamında değerlendiren ve bu çerçeveden sorgulayıp eylemselleştiren sosyalist kadınlardı.

Hâl böyle olunca kıymetlidir 8 Mart’ı “yoldaş” Clara Zetkin’in önerisiyle kabul edildiği bağlamıyla dillendirmek. Ne var ki “kadın”ı 8 Mart’ta kapitalizmin tüketim çarkına bırakmaya da gerek yok. Kadın kadındır. Patriyarka üzerine kurulacak bir cümleniz varsa Beauvoır’ın “Kadın doğulmaz kadın olunur” sözü son derece önemlidir. Son kertede mesele: Kadın oluş ve bilinç. 8 Mart’ı “birlik dayanışma ve mücadele günü” olarak kutlayan anlamlandıranlardır aslolan. Kadınların 8 Mart’ı kutlu olsun!

Kadın mücadelesinin edebiyata ve oradan da şiire sirayet edişine bakıldığında ilk önce göze çarpacak olan Cumhuriyet aydınlanmasının bir uzantısı olarak yazar kadınların üretimlerinin kurmaca edebiyatta fark edilecek oranda oluşuna rağmen şair olarak Gülten Akın dışında 70’ kuşağına kadar kadınların şiirde kendilerini var edememesi dikkat çekicidir. Askeri darbe sonrası feminizmler ile tanışan ve bağımsız kadın mücadelesini yükseltmeye çalışan kadınlar hem içeriden hem de toplumsal olarak bir bilinç yükseltirler.

Özellikle 80’lerin ikinci yarısından başlayarak 90’larda kadın mücadelesi içinde olan, organik olarak bir bağ kurmasa bile, varolan mücadeleden etkilenerek, esinlenerek, güç alarak yazan birçok şair kadından bahsetmek mümkün. Şiir gerçekten eril bir alan. Buradan ses verecek olanın kendi mücadelesini kadınların mücadele tarihini umursamadan, öteleyerek kurmasını, sürdürebilmesini kusurlu bulurum. Başka kusurlarımız olsun affola ama şair kadınların bu bilinçten ilhamla yaşaması, üretmesi ve dayanışması da pek güzeldir laf aramızda…

Şair kadın diyoruz, ama en doğrusu sanırım sizin tanımlamanız. Sizce kadın şair mi, şair kadın mı? Neden?

Ben de üretim alanını öne alarak varolan özellikle şiir bağlamında gelenekten itibaren önümüze konan fotoğrafların ve imajın erkek oluşunun önkabulüne bir ret olsun için ‘şair/yazar’ı sıfat olarak öne koyuyorum. Farklı gerekçelerle farklı söylemler var dolaşımda olan. 2005 yılında “Yasak Meyve” dergisinde Emel İrtem ile birlikte editörlüğünü yaptığımız “Dilin Kurdelasını Çözenler: Şair Kadınlar” dosyası sonrası tartışılan bir şey bu aslında.

Üç sayı devam eden dosyayı merak edip bulanlar, okuyanlar görecektir ki; her sayının girizgâhında “toplumsal cinsiyet” bağlamında bir değerlendirme yaparak, kendi deneyimlerimizi de bundan muaf tutmadan (ki deneyim esastır) bu tamlamanın o dönem için bir farkındalık yaratması temennisini dillendirdik. Öngördüğüm/üz birçok şey oldu aradan geçen on küsür yılda. Bugün gelinen noktada şiirin kadınları kendini nasıl tanımlıyorsa sesleniş odur. Ben edebi kamunun -özellikle kadınların- bu ikiliği önünde sonunda aşacağını düşünüyorum. Sonuçta ne yazıyorsak oyuz!

Türkçe eril bir dil. Malum Yunus Emre’ler, Karacaoğlan’lar, Pir Sultan’ların ve daha nice şairin birikimi var modern Türkçe şiirin arkasında. Geleneksel şiirde olduğu gibi modern Türkçe şiirde de eril dilin iktidarı söz konusu… Şair kadınlar açısından bunun nasıl bir anlamı var?

Kadının ağıtlarla, türkülerle, masallarla, ninnilerle hayata kattığı sözün kulaktan göze gelişi arasındaki mesafe uzun. Dillendirmek, konuşarak aktarmak sözün ağırlığını ağızda değil de kâğıtta tartmak kadın açısından tarihsel/toplumsal olarak hep güç oldu. “Önce söz vardı” ise onun ilk bilicisi, öğreticisi kadın. Yine aynı kadın; halk şiirinde de Divan şiirinde de kadın şiirin nesnesi konumunda idi. Modern edebiyatta niceliksel artışa rağmen şiirin iktidar alanları -ki bunu zorlayan birçok örnek var- hâlâ tam olarak cinsiyete dayalı bir eşitlenme taşımamakta.

Eril bir dilin mirasçılarıyız sonuçta. Dil de kültürün aktarımı ve göstereni olduğuna göre bu erkek egemen düşünce yapısı ve kalıplarının içinden gelerek ondan bağımsızlaşarak kadının kendi dilini kurması ne kadar yorucu ve meşakatlidir siz de bir an/ara düşünün isterim. Şiir yazmanın öncesi, iyi bir şiir okuru olmaksa şiir geleneğini bilerek ilerleyen ve okur yazarlığını tamamlamak isteyen her şair kadın bu paradoksla karşı karşıyadır. Şiir zevki oluşurken şair kataloğu erkeklerin oluşturduğu bir toplamdır ve oradan “kendine” seslenen şiirle karşılaşır kadın. Kendi içine bağırdıklarını paylaşması zordur ilk seferde. Yaptığımız tam olarak zora talip olmak. Hep zorumuz var bu yüzden var olan gelenekle, ona inatla sahip çıkıp erkeğin dışında olanı yok sayanla.

Modern Türkçe şiirde son kuşaklarda kadın şairler yönünden hızlı bir nicelik ve nitelik artışı var. Hani neredeyse şiiri şair kadınlar kanatlandırıyor. Bununla ilgili neler söylersiniz?

Doğrudur. Çünkü dil doydu bir yandan. Eskinin tozunu toprağını bugüne taşımaktan öteye gitmeyen şiirleri okumakta güçlük çekiyor okur doğal olarak. Daha çok kimlikler öne çıkıyor bu dönem “şiiri yazan kim?” sorusu yanıtını birçok açıdan almak istiyor. Çünkü şairin görüntüsü, imajı o tekil fotoğraftan özgürleşiyor farklılaşıyor. Elinde sigarası, gizemli, ceketli pardüsülü erkek fotoğrafları, kadının meze gibi durduğu şair masaları lav ediliyor. Bunların yerine ne geldiği ne geleceği önemli elbette.

Oraya birbirinden farklı, bağımsız, dili eğip büken, yazdığı şiire gövde olabilen birçok şair kadının fotoğrafını koyabiliriz bugün zannımca. Bunu bir galibiyet olarak değil de; şiirin kadınlarının yüzyıllardır masal, hikaye anlatıcısı olarak; yaktığı ağıtlara bağır olarak açtığı sözün kanatlanışı diye bakarsak şenliği daha rahat görebiliriz, katılabiliriz, oradan varoluşsal haz ile çıkabiliriz. Kadın edebiyatına dair birikimler de böyle böyle oluşacaktır.

Şair kadınlar şiire nasıl katkıda bulunuyorlar?

Yukarıda söylediklerime zeyl: Yazarak.

Şair kadınların kimliklerinden dolayı karşılaştıkları engeller var mı? Neler yaşıyorlar, karşılaştıkları engellerle nasıl başa çıkıyorlar?

Toplumsal rollerin arasına sıkışmış her kadın gibi şair kadını da gündelik hayat içerisinde birçok sıkıntı karşılar: “anneliği”, “eşliği”, “tekliği” evdeki, mahalledeki, sokaktaki, işteki kadınla yer değiştirip durur. Bu süreçte bir şizofren gibi hareket eden “ben” kendini ne bu hastalıklı halin tanımına yakıştırır ne de ondan bağımsızlaşabilir.

Kendi labirenti içinde kaybolup kaybolup durur. Örneğin: Anneeee! ünlemiyle kendine gelen şair; kendi şiirinin sınırlarında dolaşırken o anki başkalaşmaya, anne olmaya ve kalmaya meydan okuyamazsa eğer, geceleri köstebek çukurları kazarak yaşamaya yazmaya mecbur kalır.

Deneyimler, paylaşımlar ve az da olsa şair kadınlara/şiirlerine dair incelemeler/çalışmalar gösteriyor ki; şair kadının cinsiyete dayalı iş bölümünden dolayı üzerine yığılan nice görevi’nin yanında şiir yazabilmesi için ayrıcalıklı zamanlar talebi, çoğunlukla toplumsal olanın dayatmacı tutumu karşısında ısrarını kaybetmiştir. Bu sebepledir ki, “hayat mı şiir mi” sorusuna kendinin bile duyamayacağı bir sesle “şu an şiir değil” cevabını vermek zorunda kalan şair kadınların sayısı hiç de az değildir… desem.

Donanımlı bir şair kadının birçok erkeğin doğuştan sahip olduğu ya da ayrıcalıklı olarak edindiği bir kimliğe sahip olabilmek için diğer hemcinslerinden daha fazla yorulmayı göze almak zorunda olduğunu, edebi kamu içerisindeki dağılıma bakarak söylemek de mümkün. Bu bahsettiğim kadınların her zamanda yaşamış ve yaşayacak aynı türdeş mücadeleci kadınlar olduğunu da ekleyeyim. Kendi yeteneğini başkasının gücüne hibe etmeyen, ana akım tarafından onaylanmanın hayaline düşmeyen ve sadece kendisi için değil başkası için de varoluş talep edebilenler onlar…bir de bütün bu debdebenin içinde hakikaten iyi şiirler yazıyor şair kadınlar.

Çünkü şimdiye kadar çamaşır iplerini, balkonları, gaz ocaklarını denediler. Şimdi yaşamdan yana kelimeleri deniyor onlarla hayata meydan okuyorlar. Bunda da ısrar eden bir yıldız takımı gibiler. Hepsinden aynı ışığı beklemek de yersiz. Bu ışık hezeyanları yerden göğe bakanların sıkıntısı, onların tuzağı… Biz yaşadığımızı biliyor, nasıl hayatta ayakta kalırız öğreniyoruz da yazarken; ama şu kadını kadına yıldızı yıldıza kırdırma taktiklerine hamlelerine ne demeli…Bundan bir eğlence alanı yaratanları ne yapmalı? Bilirsiniz o ezber dili, “sen iyisin iyi şiirler yazıyorsun aferin ama şu işe yaramaz” hizipçiliğini…işte bir meteor olup üzerlerine düşesim geliyor onların!

emelirtem Emel İrtem

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için ne düşünüyorsunuz? Şair kadın olarak kadın mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Emel İrtem: 8 Mart bir tarafıyla beni hep üzmüştür. Hatırası itibarıyla değil sadece, böyle bir günün olma mecburiyeti yüzünden. Kadınların günü, erkeklerin günü, çocukların günü, eşcinsellerin günü..vs..vs.. Keşke yok cinselliğin günü olsaydı daha güzel olurdu. Fakat tarihi nedeniyle bugüne sahip çıkmalıyız elbet. Bu sadece cinsel kimlik meselesiyle bitmiyor, kadınların ücretli olarak iş alanında kendilerini var etme sebebiyle bir emek mücadelesi aynı zamanda.

Hâlâ daha bütün yaşam alanlarına işlemiş masculin yapı yüzünden o alanlardan kovuluyoruz, yok sayılıyoruz, yok ediliyor yahut dönüştürülüyoruz. Daha çok 8 Mart’lar olacak gibi görünüyor. Ama biz de hep olacağız. Umut hep var.

Şair kadın diyoruz, ama en doğrusu sanırım sizin tanımlamanız. Sizce kadın şair mi, şair kadın mı? Neden?

Bu çok konuşuldu çok tartışıldı. Varlık dergisinin bu ayki soruşturma soruları da bir anlamda bu sorunun etrafında şekilleniyordu. İlk soruda verdiğim cevabı burada da yineleyeceğim. Keşke sadece “Şair” desek de iş bitse. Olmuyor. Sabit Kemal Bayıldıran “şaire” diye tutturuyor mesela. Bazı hemcinslerim severek bu tanımı kabulleniyor. Bunu tartışıyoruz hep. O bir gramer yapısından yola çıkarak bunu kullanmayı tercih ettiğini söylüyor.

“Şair Arapçadan dilimize geçmiştir erildir dişili de şairedir” diyor. İyi de Türkçe gramerde eril dişil neutrum çekimler yoktur. Bu bir ayrımın daha çok da cinsiyetimin altını çizmek gibi oluyor. Suni bir şey. Şair Kadın derken özellikle önce şairliği vurgulamak istemiştik. Yoksa bu bir tanım olarak kalıcılığını korusun hep böyle tanımlanalım değildi elbet.

Ama ne yaparsın bizler kodlarla yaşıyoruz, kodlamadan kolaylaşmıyor hiçbir şey. Bu zihnimizi körelten alışkanlığımız bakalım bize daha ne oyunlar oynayacak… Dolayısıyla “şair kadın” tanımlamasını doğru buluyorum… En azından gereklilik arz ettiğinde böyle demeliyiz, deme sebeplerimiz ortadan kalkana kadar böyle…Yoksa sadece şair demeyi elbet tercih etmek lazım .

Türkçe eril bir dil. Malum Yunus Emre’ler, Karacaoğlan’lar, Pir Sultan’ların ve daha nice şairin birikimi var modern Türkçe şiirin arkasında. Geleneksel şiirde olduğu gibi modern Türkçe şiirde de eril dilin iktidarı söz konusu… Şair kadınlar açısından bunun nasıl bir anlamı var?

Her alanda olduğu gibi şiirde de durum vahim. Kadınlar kendi edebiyat tarihini yeni yazmaya başladılar. Bir taraftan da kadınların eleştiriye el atması gerekiyor. Bu biraz taşları oynatacak. Roman öykü demiyorum, nitelikli şiir eleştirisi diyorum. Biraz biraz başladı gibi. Bu günkü edebiyat ortamı bizim 20-30 sene öncesi gibi değil. O zaman daha fena idi.

Dergi az ve hep erkekler vardı. Bu gün pek çok dergi var, çoğu derginin yayın kurulunda kadınlar var, İnternet var, bloglar var, sosyal medya var, var (oğlu) kızı var.. başka bir yabancı dile hâkim çok arkadaşımız var. Gönül istiyor ki kadınlar bu iktidar oyununu bozsunlar. Daha nitelikli yazılara şiirlere ulaşalım bunu da bunu dert edinen kadınlar yapsın.

Modern Türkçe şiirde son kuşaklarda kadın şairler yönünden hızlı bir nicelik ve nitelik artışı var. Hani nerdeyse şiiri şair kadınlar kanatlandırıyor. Bununla ilgili neler söylersiniz?

Bu dönemin şiirini de elbet bu dönem geçtikten sonra daha iyi göreceğiz. Fotoğraf o zaman ortaya çıkar. Çok şair kadın var, ama aynı oranda iyi şiirle karşılaşmıyoruz. Olsaydı nefis olurdu. Fakat bununla birlikte çok güzel şiirler de okuyorum çok genç arkadaşlardan. Biliyorum daha iyiler de çıkacak, çıkmalı. Yani demem o ki kalabalık aldatıcı olmasın. 50 yaşından sonra şiire başlayanlar var, burada onlardan bahsetmiyorum. Ağlamadan, sızlamadan ülkesini aşkını derdini anlatan şiirler yazan şairler var. Onların daha neler yazacağını merak ediyorum… Heyecanlı bu.

Şair kadınlar şiire nasıl katkıda bulunuyorlar?

Şimdi bu çoğul yalnızlığımızdan daha fazla güzellik çıkacak. Gördüğün gibi ben çok iyimserim. Bu gün için dili değiştiriyorlar yumuşatıyorlar dönüştürüyorlar. Bu bile son derece önemli.

Şair kadınların kimliklerinden dolayı karşılaştıkları engeller var mı? Neler yaşıyorlar, karşılaştıkları engellerle nasıl başa çıkıyorlar?

Bunu çok yerde söyledim ve yazdım. Bu yüzden kısaca geçeceğim. Kadın olarak var olmak zaten büyük bir mücadeleyi gerektiriyor. Buna tahsil iş hayatı evlilik annelik gibi yeni roller de eklenince durum iyice çetrefilleşiyor. Bir de bu arkadaş şair olacağım demişse vay haline. Bir zamanlar “güzel kadından şair olmaz, ona ancak şiir yazılır” diyenlere de rastlamışlığımız vardır. Aman yahu güzel ve zeki kadınlar takır takır güzel şiirler yazıyorlar şakır şakır okuyorum onları. Her şeye rağmen var olmak pek güzel..

betül736 Betül Tarıman

8 Mart dünya emekçi kadınlar günü için ne düşünüyorsunuz? Şair kadın olarak kadın mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Betül Tarıman: Kadınlar uzun zamandan beri görmezden geliniyor, ev ile sınırlandırılmış hayatlarında toplumsal olanın dışında bırakılıyorlar. Bu da beraberinde pek çok sorunu getiriyor. Dünyanın pek çok yerinde kadınların hak arama mücadeleleri sürüyor. Sorunlar çözüme kavuşturulmadıkça mücadele devam edecek. Bu nedenle ben 8 Mart’ı, dünya kadınlarının eşitlik ve mücadele günü olarak düşünüyorum. Yapılacak çok şey var. Katliama dönüşmüş kadın cinayetleri, kadına uygulanan şiddet…

Şair kadın diyoruz, ama en doğrusu sanırım sizin tanımlamanız. Sizce kadın şair mi, şair kadın mı? Neden?

Bu konu ne yazık ki şiir gündemini çok meşgul etti. Dün olduğu gibi şimdi de konuşulmaya devam ediyor. Kadın şair değil; şair kadın… Aslında bu açıklama bile gereksiz. Cins ayrımcılığına tamamen karşıyım. Şair şairdir. Bunun erkeği kadını olmaz. Konuşulacak konu şiir olmalı. Şiir üzerine düşünmeli, konuşmalı.

Türkçe eril bir dil. Malum Yunus Emreler, Karacaoğlanlar, Pir Sultanların ve daha nice şairin birikimi var modern Türkçe şiirin arkasında. Geleneksel şiirde olduğu gibi modern Türkçe şiirde de eril dilin iktidarı söz konusu… Şair kadınlar açısından bunun nasıl bir anlamı var?

“Erkek egemen” ifadesi bilindiği gibi erkeğin çıkar ve ilgi alanlarının kadının çıkar ve ilgi alanlarından öncelikli sayıldığı toplumlara ve o toplumlardaki güç ilişkisine verilen addır. Oya Batum Menteşe, erkek merkezli görüşlerin, erkek egemen toplumlar içinde üretildiğini söyler. Türkçe eril bir dil. Yunus Emreler, Karacaoğlalar, Pir Sultanlar ve daha nice şairin birikimi var modern Türkçe şiirin arkasında.

Bir de kadınlar zaten uzun zamandan beri şiir yazıyorlar. Bazen adlarını gizleyerek yazsalar bile biz söylemden yazanın kadın olduğunu anlıyoruz. Sayılarının az olmasının sebebi eş, akraba, toplum baskısını üzerlerinde hissetmeleri. Örneğin 15. yüzyıldan itibaren Mihri Hatun, Zeynep Hatun, Ayşe Hubba Hatun gibi isimlere rastlıyoruz. Bu isimleri Fıtnat Hanım, Şeref Hanım, Seniye Hanım, Leyla Saz gibi kadınlar izliyorlar. Cumhuriyet döneminde de Halide Nusret Zorlutuna, Şukufe Nihal, Türkan İldeniz gibi isimler şiir yazan kadınlar arasında yerlerini alıyorlar. 60’lı, 70’li, 80’li yıllarda da kayıplarla birlikte kadınlar yazmayı sürdürüyorlar.

Gülten Akın, Gülsüm Cengiz, Sennur Sezer, Nilgün Marmara, Gülseli İnal, Lale Müldür, Ayten Mutlu, Arife Kalender adı ilk anda aklıma gelenler. 90’ları 2000’li yıllara bağlayan yelpaze ise çok geniş. 2000’li yıllarda nitel ve nicel anlamda bu artarak sürüyor. Eril iktidara rağmen sayı az da olsa kadınlar dergi de çıkarıyorlar. Örneğin şimdiden geriye doğru gittiğimizde, 1869 tarihli Terakki-i Mukadderat dergisi feminizmi anlatan bir dergi olarak göze çarpıyor. 1886 tarihli Şukufezar adlı derginin sahibi bir kadın. 1908 tarihli Demet adlı dergi, erkek yazarların yanı sıra kadın yazarların yazılarına da yer veriyor.

1930’lu yıllarda Sabiha Sertel’in yazarlık ve yayıncılık görevini üstlendiği Resimli Ay Mecmuası da unutulmaması gerekenler arasında yerini alıyor. 1947 tarihinde İffet Halim Oruz tarafından çıkarılan Kadın Gazetesi’nin yayın kurulunu kadınlar oluşturuyor. Bunu diğer dergiler izliyor. Hatta Osmanlı’da bir kadın hareketi de var. Öte yandan geleneksel şiirde olduğu gibi modern Türkçe şiirde eril iktidarın söz konusu olduğunu nerdeyse bilmeyenimiz yok.

Lakin değil Türkiye’de dünyada kadın olmak, kendini yazarak ifade eden kadın olmak zor. Fakat bu aşılamayacak bir durum değil. Bildiğiniz gibi son yirmi yılda kendini şiir yazarak ifade eden kadınların sayısı nitel ve nicel anlamda arttı. Bu kadınlar şiire ivme kazandırdılar. Sizin deyiminizle şiiri şair kadınlar kanatlandırdılar. Erkek diline yönelik itirazı güçlendirdiler. Sonuçta mücadele sürüyor.

Modern Türkçe şiirde son kuşaklarda hızlı bir nicelik ve nitelik artışı var kadın şairler yönünden. Hani nerdeyse şiiri şair kadınlar kanatlandırıyor. Bununla ilgili neler söylersiniz?

Sanki dünyaya gelmemizle başladı her şey ve sanki dünyanın, hayatın kadınlarda açtığı yara daha derin de bundan çığlık atar gibi yazıyor kadınlar şiirlerini. Çünkü önlerinde erkekliğin iktidarı var. Bu edebiyat tarihimizde de farklı değil.

Fakat uzun zamandan beri sizin de söylediğiniz gibi şiiri şair kadınlar kanatlandırıyor. Özellikle 90’lı yıllardan itibaren kadınlar, kendilerine özgü duyarlık geliştirip nitelikli ürünler ortaya koydular. Eril dünyanın kendilerine çizdiği sınırlar içerisinde kendilerine özgü bir ses geliştirip nerdeyse Türkçe şiire müdahale ettiler. Tabii bunda kadınların kendilerini özel alandan kamusal alana taşımalarının da etkisi büyük oldu.

Şair kadınların kimliklerinden dolayı karşılaştıkları engeller var mı? Neler yaşıyorlar, karşılaştıkları engellerle nasıl başa çıkıyorlar?

Kadınların, daha çocuk yaşta sorunlar yaşadığı, haklarını elde etmek için mücadele verdiği bir kültürde yaşıyoruz. Binlerce yıldan beri yoksanmış olmak belki de kadını daha güçlendiriyor. Ayakta kalmak için daha çok mücadele ediyor kadın. Edebiyat dünyasında da kadınlar, hayatın pek çok alanında olduğu gibi kimliklerinden dolayı sorunlar yaşıyorlar.

Had bildirme, ötekileştirme… Bir erkeğin “Kadın şairler arasında…” diye başlayan sözleri bile çok şey ifade etmiyor mu? Sanırım donanımlı olmak, dahası güçlü bir irade ama her şeyin ötesinde kadının dünden getirdiği mücadeleci ruh erk sahibi ile mücadele etmek için yeterli. Ayrıca kadına ikinci sınıf insan gözüyle bakan bir toplum ne kadar sağlıklı olabilir değil mi?

bbbZEHRA BETÜL (YAZICI)

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için ne düşünüyorsunuz? Şair kadın olarak kadın mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

8 Mart, emekçi kadınların anılması ve seslerinin duyulması için bir fırsat. Yanlış bilindiği gibi kadınlara hediye alınması veya yemeğe çıkılması anlamında tüketim toplumunu besleme amaçlı bir kutlama günü değil. Şairlerin kadın mücadelesi anlamında örgütlü bir çabası var mı, bilmiyorum. Ama kadın olarak feminist hareket içinde aktif olarak yer alan kadın şairler olabilir. Kendi ayakları üzerinde durmaya, kendi sesini bulmaya çalışan, şiir ortamındaki erkek kanonunun dışında kalmaya, o kanonu sarsmaya ve bir kısmı bireysel düzeyde feminist düşüncelere yakın olan kadın şairler olabilir.

Şair kadın diyoruz, ama en doğrusu sanırım sizin tanımlamanız. Sizce kadın şair mi, şair kadın mı? Neden?

Ben kadın şair demeyi tercih ediyorum, çünkü şairlik bir meslek değil, öyle olsaydı şair kadın derdik; kadını tamlayan şaire vurgu yapardık. Bu vurguyu yapanları yeteneksiz şair konumuna indirgeyerek “hepimiz insanız ne gerek var böyle ayrımlara” diyen çoğu kadın ve erkek şairin ve yazarın aksine kadına vurgu yapmak istiyorum. Çünkü bana göre dil, şiir, edebiyat gibi kültürel verimler toplumsal altyapı üstünde yükselen üst-yapı biçimleridir.

Altyapıdan bağımsız değildir. Kadının toplumsal statüsü ve egemen erkek ideoloji dil ve biçim aracılığı ile şiire de yansır. Bunu görmezden gelmekle, yok saymakla, edebiyatı toplumsal alandan soyutlamakla, “böyle ayrımlara ne gerek var” demekle çözümlenecek bir durum değil. Sorunun dilsel düzeyde bir ayrım yaparak çözümlenemeyeceğinin farkındayım. Sadece bir farkındalık yaratmak, hiç olmazsa bu konu konuşulsun, gündemde kalsın diye belki.

Şiir de kadın da dokunulmaz ve kutsal değil. Her ikisini de aşkınlaştırma ve kutsallaştırma, dokunulmaz kılma çabaları var, ama ben hem kendime, hem benden başka olana, hem de şiire dokunmak onları ve aşkı gökyüzünden yeryüzüne indirmek istiyorum.

Şiirde dokunulmaz kadın teması şeklinde işlenen ünlü şiir simalar; Pia da Lavinia da Leyla da kendi hakkında konuşsun, kendi yaşamı üzerinde söz sahibi olsun, büyüleri bozulsun, etraflarındaki haleleri kaybolsun istiyorum. Erkeklerin hakkında konuştuğu değil kendisi hakkında konuşan kadınlar; onların kendi seslerini işitmekten, hikayelerini aracısız olarak, ilk elden öğrenmekten yanayım. Öncelikle bunu nasıl anlattıklarına odaklanmıyorum, bir biçimde anlatsınlar. Dili eğip bükmeyebilirler, sanat statüsünde olmayabilir yazdıkları. Bu yüzden önce şiir değil önce kadın diyorum sanırım.

Öte yandan dokunulmaz, ulaşılmaz olanın ve bilinmezin peşinden koşmak insanın doğasında var, kadının nesneleştirilmesi anlamında sağlıklı bir durum değil gibi, hastalıklı da demek istemiyorum. Bilimsel anlamda düşünürsek bizi bugünlere taşıyan da insanın bilinmeze duyduğu merak ve aşk. Gerçek hayatta aşklar karşındakine dokunana ve ona sahip olana kadar yaklaşık “on saniye” sürerken şiirsel aşklar sonsuza dek yaşıyor. Aslında tasavvufta veya bazı destanlarda hikâyeleştirilmiş veya şiirleştirilmiş aşkların arkasına bakıldığında da tanrı gibi veya yeni bir ülke veya ilke gibi daha ulvî amaçların olduğu görülebilir, kadın sadece araçtır. Hikâye uzun ve karışık…

Türkçe eril bir dil. Malum Yunus Emre’ler, Karacaoğlan’lar, Pir Sultan’ların ve daha nice şairin birikimi var modern Türkçe şiirin arkasında. Geleneksel şiirde olduğu gibi modern Türkçe şiirde de eril dilin iktidarı söz konusu… Şair kadınlar açısından bunun nasıl bir anlamı var?

Sadece Türkçe değil neredeyse bütün diller öyle, kelimelerin etimolojisine bakmak lazım. Bu konuda duyarlıysanız da kaptan kacağa ve mimariye, yazı-yazar (author) ve yazmakta kullandığımız araçlara (pen) kadar yaşamın her alanda eril yansımalar görmek mümkün. İspanyolcada erkekler ve kadınlardan oluşan bir topluluktan söz ederken kadınların varlığı ihmal edilerek eril takı kullanılıyor.

Ebeveynlerden söz ederken de öyle, anneanne ve dedenin ikisinden birden söz ediyorsak yine eril takı kullanılıyor. Çünkü dil yaşamın ya da sistemin dışında değil. Bu egemen sistemin dilinden kurtuluş, iktidardan bağımsız bir alan inşa etmek çok güç, ama herhalde imkânsız değildir. Neolitik çağdan sonra, av-avcılık, yerleşik yaşam derken kadınlar egemenliği erkeklere kaptırmışlar. Kadınlar üreten kişi olduklarında dili de belirleyebilirlerken üretim ve söz hakkı erkeklere geçtiğinde dili belirleyenler de onlar olmuş. Kadınlar toplumsal hiyerarşide alt basamaklarda kalmış, kölelerden bir basamak üstte yer almışlar.

Bu konuda Doğu ile Batı dünyası ve dinler arasında da büyük farklar yok. Biyolojik farklar değil de daha çok ekonomik güç ilişkileri çerçevesinde belirlenen bir kadın- erkek olmak durumu söz konusu. Kadınlar Batıda Sufrajet hareketi ve çeşitli feminist çabalar sonucu bazı kazanımlar elde etmişler. TC’de ise tepeden inme kadın haklarına sahip olmuşlar, ama Kemalist ideolojide teoride geçerli olan kadın hakları konusu yaygın bir yaşamsal gerçekliğe ulaşamamış çoğu kez. Burada durup kadın olarak elde ettiğimiz hakların her halükârda Osmanlı ve diğer Arap-İslâm dünyasındaki kadınlarla kıyaslanamayacak kadar ayrıcalıklı bir kazanım olduğunun altını defalarca çizmek lâzım.

Kadınlar Cumhuriyet ile birlikte erkeklerle birlikte eşit haklara sahip olmuşlar olmasına, ama doktor olan bir kadın evlenip çocuk yapınca mesleğini bırakmış, ya da erkeklere tanınan haklar, erkeklerin doğal hakkıymış gibi olan durumlar kadınlar için lüks olarak görülmüş. Kadınlar “erkek gibi “ olduklarında, cinsiyetlerini ötelediklerinde, kadın olmalarından kaynaklanan farklarını göz önüne sermediklerinde toplumsal yaşam içinde bir saygınlık kazanmışlar veya itibar elde etmişler. Fırsat eşitliği toplumun her kesimine yayılamamış. Bugün gelinen aşamada ise, tersine tırmanmak ya da inişe geçmek demek daha doğru belki, istisnaların olduğunu her zaman göz önünde bulundurarak, çoğu kadının kemâle ermekten anladığının siyah nûr ile örtünmek yani kara peçe noktasında olduğunu söyleyebiliriz.

Yani gerçeklik ile ilgisi olmayan kadim, dini bir retoriğin egemenliği altında kadınlar. Modernizmin hep ileriye doğru akacak şekilde bize bellettiği veya kurguladığı çizgisel tarih ve zaman kuramı çökmüş durumda. Modernizm çürümüş durumda. Meğer bir sarmalın içindeymişiz ve artık hiç dönmeyiz dediğimiz eski yanı başımızda kolumuza dokunur vaziyetteymiş. Üzücü olan da kadınların bunu, farkında olarak veya olmayarak, çıkar amacıyla, kendi istekleriyle yapıyor oluşları. Burada parantez açıp Lacancı terminoloji ile aslında gerçekten bir kadın ve gerçekten bir erkek olmadığının altını tekrar çizmek gerekli.

Tek gerçek erkek: Egemenliği ya da gücü elinde bulunduran sermaye- sermayenin beslediği ideoloji ya da sistem. Onun içinde erkekler ve kadınlar birbirlerine göre göreceli güç sahibi dişiler olarak konumlanmış durumdayız. Kadın örtündüğünde, erkeklerin temel belirleyicisi olduğu dini bir cemaate dahil olduğunda her türlü fırsat önüne seriliyor, kadın hakları vs. için uğraşmasına gerek kalmıyor. İstediği okula gidiyor, iyi para kazanabiliyor, iyi bir yaşam sürebiliyor, ama kendi istediğini yapamıyor, özgürce düşünemiyor, nesnel aklını kullanamıyor, bir tür modern kölelik durumu; üstüne üstlük köleliğini bir hak olarak görüp savunusunu yapabiliyor.

Beni çıkmaza sokan, afallatan yer de burası. Ama sonuçta egemene biat karşılığında sağlanan konforlu bir yaşam söz konusu. Nesnel aklı kullanmak, bağımsız düşünce, sisteme bir karşı çıkış, iktidara karşı durmak yönünde anarşizan bir tavır yok. Olanlar da gerçekten veya mecazi anlamda öldürülüyor. Sadece dini değil edebi cemaatlerde de durum aynı. Uygarlığın beşiği Mısır’da tanrı Ra’nın gözünün beynimizde amigdala denen bir yerde olduğu söylenir. İç gözdür bu, sezgilerdir. Herhalde tersine bir süreç yaşadı insanlık ve her şeyi görebilen bu iç gözümüz kireçlendi. Kör olduk.

Modern Türkçe şiirde son kuşaklarda hızlı bir nicelik ve nitelik artışı var kadın şairler yönünden. Hani nerdeyse şiiri şair kadınlar kanatlandırıyor. Bununla ilgili neler söylersiniz?

Genellemeleri tehlikeli bulurum her zaman ve hoşlanmam açıkçası. Konu şiir ve şair olunca da genellemelere karşı oluşum daha da belirginleşir. Hangi “şair kadın”lardan söz ettiğinizi veya şiirin kanatlanması ile ne demek istediğinizi netleştirseydiniz belki bu konuda bir şeyler söyleyebilirdim. Genelleme yapmamak, kestirmeden önyargılarla hareket etmemek için nesneye odaklanmak, onu anlamak için durduğumuz yeri değiştirerek bakmak lazım.

Şair kadınlar şiire nasıl katkıda bulunuyorlar?

Kadınlar şiir yazıyorlar, yazdıkları şiirleri, ne söyledikleri açısından çözümlemek, şiirde kendilerinden öncekilerden farklı olarak ne yaptıklarına bakmak gerekir belki. Burada şiirden işlev olarak ne beklendiği önemli. Şiir sanat mı? Bir şiirin sanat olup olmadığını belirleyen şey ne? Kadınların sanat olarak şiire bir katkıları var mı? Bunu kim belirleyecek? Belirlenmesi şart mı ? Herkes bir şekilde şiir yazıyor, herkes kendisini iyi şair öbürünü kötü sayıyor.

İyi şiir – kötü şiir nedir, neye göre belirlenir? Ya popüler şiir, popüler şair? Konvansiyonel şiir- görsel şiir? Şair ve şiir çok, ama nitelik neye göre belirleniyor? Amaç nedir, niyet nedir? Çoğunlukla psikolojik-sosyal tatmin ve bazen de egemenliği ele geçirmek isteyen avangart çabalar belki, belki de böyle bir niyetleri yok bilmiyorum. Şiir yazan çok, ama şiir alanında okuyan, düşünen, itiraz eden, bağımsız beyinler yok denecek kadar az. Bu anlamda erkekler ile kadınlar arasında da anlamlı bir farkın olmadığı söylenebilir.

Şair kadınların kimliklerinden dolayı karşılaştıkları engeller var mı? Neler yaşıyorlar, karşılaştıkları engellerle nasıl başa çıkıyorlar?

Kadın olmaktan kaynaklanan engelleri, bir duruşunuz ve kriterleriniz varsa, erkek olmanızla da ilgili engeller olarak ortaya konabilir. Şiir ortamında egemen kanonik yapılanmaların ya da modern şiirin doğasına ters olmakla birlikte küçük küçük cemaatimsi yapılanmaların içine girmediğinizde, iyi ilişkiler kurmadığınızda popüler şiir- şair yaşantısının dışında kalırsınız. İş veya meslek yaşantısında böyledir bu.

Hedefleriniz ve niyetiniz belirler her şeyi. Kitabınız iyi bir yayınevinden çıkar ya da kendi paranızla bastırırsınız. Gerçekten ne yapmak istiyorsunuz, bunu netleştirerek yolunuza devam edebilirsiniz. İsterseniz yarışmalara girersiniz, ödüller alırsınız, antolojilere, yıllıklara seçilirsiniz, sizi seçtiler diye gururlanırsınız, etkinliklere festivallere, kitap fuarlarına gidersiniz, imza günleri yaparsınız.

Bunlar şiirin pazarı, piyasası, sosyolojisi vs. ile ilgilidir. Bunların hiçbirisini yapmayabilirsiniz de, böyle ortamlara girmeyebilirsiniz, evinizde oturur, kitabınızı okur, şiir yazarsınız. Şiir geleneği içinde kara bir kutu olarak fişlenip raflara kaldırılmak veya tarihsel şiir şeridine bir derkenar olarak düşülmekse gayeniz, bu yönde çaba sarf edersiniz. Ya da etmezsiniz. Herkesin kendi seçimi, kendi yolu.