Koç: 'Edebiyat geçmişinde tek görebildiğim çile'

Günümüzün sevilen yazarlarından Hamdi Koç'un 'Yalnız Kaldınız Peyami Bey' isimli kitabı Can Yayınları'ndan okurlarla buluştu. Yazara neden Peyami Safa diye sorduğumuzda, "En çok hatayı Peyami Safa yapmış çünkü. Yazılarıyla. Öfkesiyle. Kindarlığıyla. En çok dostu o kaybetmiş. Ama aynı zamanda en çok o okumuş, en çok o yazmış." diye cevap verdi.

Google Haberlere Abone ol

Hamdi Koç ile yeni kitabı "Yalnız Kaldınız Peyami Bey" hakkında konuştuk. Koç, kitabı, Peyami Safa ve Türkiye Edebiyatı ile ilgili görüşlerini bizimle paylaştı.

Kitap Peyami Safa üzerinden ilerliyor ancak bir biyografi metni değil. Peyami Safa’dan bir karakter yaratmak zor olmuş olmalı, uzun bir çalışma süreci gerektirdiği de ortada, nasıl bir çalışma yöntemi izlediniz? Safa’yı kurgu içerisine yerleştirmek onu epey yakından tanımayı getirmiş olmalı.

Hayatı hakkında bulabildiğim her şeyi okudum. Romanlarını da elbette. Biraz da, pek hoşuma gitmedi ama, makalelerini okudum. Uzun yıllara yayılmış bir süreçti. O kadar ki bazen kendi kendime, beni izleyip duran, bazen azarlayan bir kabus yarattığım hissine kapıldığım oldu.

Bazen de kapısını çalıp kendimi içine attığım, sığındığım bir arkadaş evi gibi oldu. Her uzun ilişki yorucudur, bilhassa özenli bir anlayış mecburiyeti üzerine kuruluysa. Romanda da anlatıldığı üzere, doğrusu ikimizin de yorulduğu zamanlar oldu.

Romanda Peyami Safa ile birlikte bir yazar daha var baş karakter olarak niteleyebileceğimiz, bu farklı nesilden iki yazar arasında ne gibi bir ortaklık var?

Peyami Bey eski zor zamanların tek başına ayakta kalma, vargücüyle mücadele etme iradesiyle dolu bir kişilik. Bizim yazarımız ise çağın en büyük ve en itibarsız hastalığına, depresyona teslim olmuş durumda. Peyami Bey için depresyon herhalde büyük bir lüks olurdu. Ve başka karşıtlıklar. Benzerlik ise belki ikisinin de hayal kırıklığı içinde sona ermiş meslek hayatları. İkisi de farklı şekilde başarısızlığa uğramış.

hamdiiç Hamdi Koç

Peki neden Peyami Safa? 

 En çok hatayı Peyami Safa yapmış çünkü. Yazılarıyla. Öfkesiyle. Kindarlığıyla. En çok dostu o kaybetmiş. Ama aynı zamanda en çok o okumuş, en çok o yazmış.

Ve nihayet dilimizdeki en güzel romanlardan birkaç tanesini de o yazmış. Sonra bir de beni cezbeden bir tarafı psişik dünya gibi merakları olması.

Yalnız Kaldınız Peyami Bey'de şöyle bir cümle geçiyor: "Sonra çok hayati bir şey vardı. Sadece işimi yaparak, yani yazarak birilerinin canını sıkacaktım, hem de çok kötü ve çok güçlü birilerinin. Etki yaratmak yazının arzu edilen bir sonucudur. Yıkıcı, çıldırtıcı bir etki yaratmak ise yazarın istisnai ödülüdür." Her yazarın bir nedeni vardır yazmak için kimisi "dünyaya dayanmak" için yazdığını söyler, kimisi “intikam almak” için bu cümleler sizin yazma sebebinizi karşılıyor mu? Veya size göre sizi yazmaya iten ne?

Bu cevabını tatmin edici bir şekilde verebileceğim bir soru değil. Gerçekten. Ben kendimi bildim bileli yazar olmak, hayal dünyasında yaşamak isteyip durdum. Ama bu cümleler kendimle de ilintili diyebileceğim cümleler değil. Yazarken mesela sonucunu düşünemem.

Bir dünya yaratıp ona kendi kendine nefes alıp verebileceği bir can kattıktan sonra oradaki yaşantıları fazlaca manipüle etmeyi sevmiyorum. Kendine haline bırakılsa olabilecek olanı beklemek, sonunda onu görmek bana büyüleyici geliyor.

'ZAMAN VARSA HATA VE KAYIP DA VARDIR'

Kitapta geçmiş, gelecek, şimdi bir arada kullanılmış. Böylece bir çizgide ilerlemeyen iç içe geçmiş bir zaman anlatısı ortaya çıkmış. İnsanın zamanı hakkında ne düşünürsünüz? İnsan geçmişin yükü, şimdinin çıkmazı ve geleceğin belirsizliği arasında sıkışıp kalmış bir varlık mıdır?

Bu cidden iyi bir açılış oldu. Romanı tarif etmeye böyle başlayabiliriz diye hissediyorum. Zaman, evet. Romanda da dediği gibi bilinç varsa zaman da vardır. Zaman varsa hata ve kayıp da vardır. Ve mutlaka bir yerde günah da var ki hiçbiri silinemez, yok edilemez. Nihayet insan kalbi derin duygulara mahkum, özleme, vicdan azabına, pişmanlığa, affedilme ihtiyacına.

0001685934001-1 Yalnız Kaldınız Peyami Bey / Hamdi Koç / Can Yayınları

Kitabın anlatısı içerisinde bir de köpek var; "Sinbad" kitapta köpeğin öldürülmesi çok can yakıcı bir sahne olarak çıkıyor karşımıza. Öncesinde köpeğin doğal olarak olması gereken kendini koruma özelliklerinin, onu yetiştirenler tarafından elinden alındığını vurgulamışsınız çünkü sevgiyle yetiştirilmiş ve insanların kendisine karşı kötü olabileceği öğretilmemiş. Genel olarak düşündüğümüzde insanların dünyasında hayvanların varlığı hakkında fikriniz ne? 

Genel olarak düşündüğümde elbette başlı başına bir konu bu. Ben kendi adıma köpeksiz kedisiz bir hayat hayal bile edemiyorum. İnsan ilişkilerimiz dahil tüm hayatımızda sentetik olmayan tek şey onlar.

Son olarak, Türkiye Edebiyatı son süreçte oldukça üretken bir dönemden geçiyor gibi bir görüntü var. Bu edebiyat adına umut vaat eden bir durum mu? Yoksa nitelik yönünden kaygılarınız var mı?

Bir yirmi yıldır falan roman memlekette çok popüler oldu. Tabii bu hemen nitelik sorusunu akla getiriyor ama zaten hayatta yazılan romanların çoğu niteliksiz olmak zorunda olmasa iyi edebiyat ya da gerçek sanat türü sınıflandırmalara ihtiyacımız olmazdı.

Elbette yazılan şeylerin çoğu üçüncü sınıf olacak. Bu İngiltere’de de böyle. Orada mesela yılda beş altı bin yeni roman yazılıyor. Belki on yirmi tanesi parlıyor, onların da belki bir kaç tanesi sonraki yıllara kalmayı hak ediyor. Bu böyle.

Bizde geç bile kalındı. Bence hoş bir görüntü. İnsanlar şimdi roman yazıp zengin olma hayali kurabiliyorlar. Artık mümkün. Bir de zavallı Peyam Safa’yı düşünün, ta 1930 yılında otursun Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu yazsın ve romanla ilgili kurabileceği tüm hayaller içinde kuramayacağı tek hayal para kazanmak olsun.

Bugüne itiraz edemem elbette. Boşuna olur. Ama geçmiş deyince tek görebildiğim şey çile. Bugün hiç değilse bize vaktiyle yazı yolunu açmış o çileli insanlar baş tacı edilseler.