'İyi insan ama Alevi'

Nimet Okan’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabı “Canların Cinsiyeti”, “Alevilik’te kadın-erkek eşittir” söyleminin samimiyetini inceliyor. Gündelik yaşamdaki yansımalarını inceleyen, söyleşilerle zenginleştirilmiş çalışma alevilik ve ve kadın temasında tüm sorulara cevap veriyor.

Google Haberlere Abone ol

Alevilik, yüzyıllardır bu coğrafyadaki toplumsal uçurumları derinleştirilmesinde alet edilmiş öğelerden biri. Maalesef, sadece bir mezhep olmaktan çok daha fazlası. Sünni söylemleriyle toplumdan ayrıştırılmaya çalışılan Aleviler, çoğunlukla kadınları konumlandırışlarıyla suçlanıyor, cinselliğe dair akıl almayacak efsanelerle karalanıyor. Zira Sünnilik’te tüm günahları omzuna yüklenen ve kapalı kapıların ardına hapsedilen kadınların, Alevilik’te göz önünde bulunmalarında hiçbir sakınca görülmez. İşte tam da bu noktada Nimet Okan, Aleviliğin çok da dışarıdan göründüğü gibi yaşanmadığını derin bir alan incelemesiyle gözler önüne seriyor.

İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabı “Canların Cinsiyeti”, “Alevilik ve Kadın” alt başlığıyla bu mezhebe dair en büyük tabulardan birini detaylarıyla inceliyor. Alevilik’teki “Kadın-erkek eşittir” söyleminin pratikteki karşılığını kadınlara soruyor. Sivas, Kocaeli ve İstanbul’da yaşayan 41’i kadın, 57 kişiyle görüşen Okan’ın saha deneyimleri gerçekten çarpıcı. Özellikle topluluklarına bir kadın adı seçerek eşitlik argümanını destekledikleri düşünülen Anşabacılılar’la uzun zaman bir arada kalan Okan, topluluğun üyeleri ve önde gelenleriyle gerçekleştirdiği görüşmeleri paylaşıyor okuruyla. Kadınlardan aldığı yanıtlar ise üzerine yorum gerektirmeksizin topluluk içindeki “eşitlik” algısının aslında ne kadar gerçekten saptığını, bir başka bakışla, yanlış anlaşıldığını açık ediyor. Nimet Okan’la bu yanlış anlaşılmaları, “kadın”lığın dini ve siyasi dildeki ağırlığını ve Aleviliğin bu topraklarda nasıl ayrıştırıcı bir silaha dönüştürüldüğünü konuştuk.

Alevi bir kadın olarak siz nasıl bir deneyimin ardından böyle bir çalışmaya ihtiyaç duydunuz?

canlarin-cinsiyeti-1-199x300 .

Ben ise Alevi bir anne ve babanın üç çocuğunun en büyüğüyüm. Okumaya çok hevesli, eğitimine ilişkin hayalleri olan bir öğrenciyken babamın, erkek kardeşimin eğitimine verdiği öncelik nedeniyle, kendimi sağlık meslek lisesinde buldum. Üniversiteyi okurken çalışmak zorundaydım. Pek çok kadının eğitim meselesi düşünüldüğünde, bugün bir meslek sahibi olduğum için şanslı sayılabilirim.Bu soruya yanıt verebilmem için kişisel hikâyemden bazı kesitleri paylaşmam gerekiyor. Anneannem dedemin ikinci eşiydi. Yani kumaydı. Ancak, üvey anneannemin vefatından sonra resmi nikâh yapılabildi. Zihnimde gerek üvey anneannemin gerekse kuma konumundaki anneannemin yaşadığı zorluklara ilişkin pek çok hatıra hâlâ taze. Annem ise öğretmen okulunu kazandığı halde, gözleri önünde üvey ağabeyinin sınavı kazandığını gösterir belgeyi parçalayışını izlemiş, yalnızca izleyebilmiş bir kadın.

Ama erkek çocuğun kız çocuğu karşısında “doğuştan” üstün olduğunun kabul edildiği bir kültürel atmosferde bunu deneyimlemek, sonraki yaşamınızda sizi hep bu sorunla mücadele etmeniz gereken alanlara doğru itiyor. Tabii bütün bunlara içinde yaşadığım çevrenin diğer kadınlarının deneyimleri eklenince, Alevi kadınların yaşamlarının zannedildiği kadar kolay, sorunsuz, eşitlikçi bir zeminde sürdürülmediğini söylemek benim için bir zorunluluk oldu.

MUM SÖNDÜ AĞIR BİR SUÇLAMADIR

Mezheplerin birbirini çoğunlukla cinsel deneyimler üzerinden vurmaya çalışması nasıl okunmalı?

Temelde kadın cinselliğinin aşağılanması, hor görülmesi ve tehlikeli bulunması üzerine kurulu olan orgia iftiralarından birisi de maalesef Alevilere yönelik olarak dile getirilen mum söndü suçlamasıdır. Bu suçlama aynı zamanda ensest çağrışımlı, ağır bir suçlamadır. Aslına bakarsanız gündelik yaşamın sıradan çatışmalarından tutun da siyasetin sığ sularında yaşanan tartışmalara kadar yaşamımızın pek çok anında kadın cinselliğine yönelik aşağılamalarla karşılaşıyoruz. Gündelik yaşamda erkeklerin diline pelesenk ettikleri malum küfürler bunun en belirgin göstergesi.

Ama mum söndü iftirasının, gündelik yaşamımızda karşılaştığımız karalamalardan önemli bir farkı var. Bu fark, bu suçlamaların belirli inanç gruplarına yönelik düşmanlık oluşturma, dışlama, ötekileştirme siyasetinin etkili bir aracı olarak yüzyıllarca kullanılmış olması. “İyi insan ama Alevi” sözü Alevilere çok tanıdık gelen bir mazereti hatırlatır. İşte Alevilere yönelik “ama”sız kurulan cümlelerin önündeki engellerden birisi olmuştur mum söndü iftirası.

Günümüzde bununla ilgili önyargılarla zaman zaman karşılaşılsa da, Alevilerin siyasetin bir öznesi olmaya başlamaları, Alevilikle ilgili araştırmaların ve yayınların artışı, bu önyargıları tartışmaya açmada, bu suçlamaların gerçeklikle ilişkili olmamakla birlikte, belirli bir etno-dinsel topluluğu karalamada kullanılmak üzere kullanıldığını anlatmada ve anlamada etkili olmuştur.

Kitapta, özellikle de örneklendirilen yaratılış anlatılarında, kadınlara açıkça çok çirkin anlamlar atfedildiği görülüyor. Bu saldırganlığın temel sebebi kadınların yüzyıllar boyunca anlaşılamamış fiziksel rutinleri, yani doğurganlıkları olabilir mi?

Kitapta yer verdiğim yaratılış anlatılarında karşılaştığımız imgeler üzerinden konuşursak bu imgeler temelde bize kadının erkek için bir tehdit oluşturduğunu söyler. Örneğin anlatılarda “şeytan” Havva’nın Adem’i huri kızından kıskanması, kötülüklerin “şeytani” düşüncelere sahip olan Havva’nın küpünden dünyaya yayılması, Havva’nın Âdem’i yoldan çıkararak haram lokmayı yedirmesi ve Cennet’ten kovulmaları, yine bir kadın yüzünden Habil’le Kabil’in kavgası ve bu kavganın ölümle sonuçlanması… Bütün bu imgeler, erkeğin kadın üzerinde kurduğu iktidarı pekiştiren ve süreklileştiren bir işleve sahiptir.

Biz bunun sonuçlarını kadının gündelik yaşamındaki rollerinden tutun da dinsel ritüellerdeki rollerine kadar ya da kadının siyasetteki temsil gücünün zayıflığından, çalışma yaşamında cinsiyetinden dolayı yaşadığı ayrımcılığa kadar pek çok alanda görebiliriz. Bunun sebebi saban tarımına geçmeden önce bereketle ilişkilendirilen “kadın doğurganlığı”nın saban tarımına geçtikten sonra “erkek aklı” karşısında ikincilleştirilmesidir.

Neolitik dönemle birlikte yaşanan geçim yöntemlerindeki değişiklik, beraberinde toprak mülkiyeti üzerinden şekillenen babasoylu sistemlerin de önünü açmıştır. Ataerkil sistemde kadının doğurganlığı öyle aşağılanır ki, kadın “eksik etek” olarak tanımlanır. Kim karşısında “eksik”tir? Yaşamın her alanında iktidarı elinde bulunduran erkek karşısında! Dolayısıyla yukarıda bahsettiğim imgeler ataerkil zihniyet kalıplarının birer göstergesi olmaları açısından önemlidir.

Sessizce değişen bir paradigma: Alevi tarihyazımıSessizce değişen bir paradigma: Alevi tarihyazımı

ŞAMANLIK VE CEM RİTÜELİNDEKİ BENZERLİKLER

Yaşadığımız topraklara uzun yıllar boyunca şamanlığın egemen olduğunu ve bu inanç sisteminde kadının değer gördüğünü biliyoruz. Bu coğrafyada “kadın” olgusu nasıl bugün tartıştığımız bu noktaya gelebildi?

Ben de kitabımda Şamanist ayinlerde kadın ve erkeğin bir arada, konum ve yaşlarına göre dairesel bir biçimde oturmalarıyla cem ritüelinde benzer bir konumlanışla cemin yürütülmesi arasındaki benzerliğe dikkat çektim. Ancak burada gözden kaçırmamamız gereken iki önemli husus var. Birincisi ritüeller üzerinden kurulan benzerlikten yola çıkarak Şaman geleneğine bağlı topluluklarda kadın-erkek eşitliği olduğunu varsaymak biraz sorunlu bir yaklaşım olur. Bugün elimizde Şaman ayinlerine katılan kadınların bu ayinler dışındaki yaşamlarında erkeklerle “eşitlikçi” bir dünyada yaşam sürdüklerine ilişkin bir bilgi, dolayısıyla buna ilişkin bir değerlendirme yok.

Şamanist ayinlerde kadın ve erkeğin bir arada ayine katılması bu topluluklarda kadın-erkek eşitliği yaşamın her alanında olduğunu söylememiz için de yeterli bir bilgi değil. Tabii bir de bugünün kavramlarıyla geçmişi kurmaya çalışmak bir diğer meselemiz. Bu hatayı yinelediğimiz takdirde şu sorunlu alanlara kaymaya başlıyoruz: “Eski Türk topluluklarında kadın-erkek eşitti. Hakan savaşa katılırken bile eşi olan hatun da yanında olurdu”. Peki, “Hatun” olma ihtimali olmayan “sıradan” kadın nasıl yaşardı? Benim temel sorum bu. Zira kitapta da “bacı” ile bacı olamayan, yani adı olmayan “talibin karısı”nın yaşamları arasındaki farka vurgu yapmam bu sebepledir.

Kitapta kadının kadına uyguladığı baskı ve şiddet de genişçe örneklendirilmiş. Eziyetle büyümüş kadın yaşadıklarının intikamını diğer kadınlardan mı almaya çalışıyor? Nasıl bir psikolojik sonuç bu?

Belki böyle de bakılabilir ama benim bu konuda söyleyeceğim şey şu ki, iktidar yaşamın her alanına nüfuz eden, bütün ilişkilerimize sirayet etmiş bir olgu. İktidarın ayrıcalıklarından yararlanan birey, elde ettiği ayrıcalıktan, konfordan, prestijden kolay kolay vazgeçemiyor. Sizce, işveren bir kadının evine gelen gündelikçi kadınla biyolojik olarak cinsiyeti dışında neyi ortaktır? Bu sebepledir ki kadınlar arasında romantik bir kız kardeşlik ilişkisi kurgulayan yaklaşımlar, iktidar kavramıyla ilgili tartışmayı, yalnızca cinsiyetler arası ilişkiler üzerinden yürüttüğü için sorunludur.

Cinsiyetin yaş, ırk, sınıf, din ya da diğer statülerle kesiştiği alanları görmemiz gerekir. Anşabacılılar üzerinden konuşacak olursak kocalarının sahip olduğu dinsel statüleri üzerinden ayrışan kadınlar arasında nasıl bir empatik ilişki kurmaları beklenebilir? Böyle bir empatik ilişki kursalar bile bu çok devrimci bir karşı çıkış olurdu. Çünkü bu aynı zamanda içinde bulundukları dinsel hiyerarşiyi de alt üst etmeleri anlamına gelirdi ki bu, kökleri çok derinlerde olan güçlü bir hiyerarşik ağdır.

Çok açıktır ki toplumsal cinsiyet eşitsizliği köyde olduğu gibi kentlerde de varlığını sürdürüyor. Ayrıca kentlerde yaşayan erkeklerin daha anlayışlı, daha hoşgörülü ya da eşitlikçi falan olduğunu da söyleyecek değilim. Aslına bakarsanız erkekler adına bir riyakârlık da söz konusu değil bu açıdan. Çünkü kadınlar üzerinde sömürü ve denetim mekanizmasını işleten erkek zihniyetinin mekânı yok! Ancak potansiyel sözcüğünün altını çizerek, kentlerin bütün zorluklarına rağmen kadınlar için dönüştürücü potansiyeli yüksek bir yaşamın koşullarını içinde barındırdığını söyleyebilirim.

alevi2-300x169 Semah töreni.

Siz kentte kadına yaklaşımı nasıl buluyorsunuz? Görünürde eşitlikçi olan birçok kentli erkeğin özelde yine ayrımcı fikirlerini koruduğuna rastlıyoruz. Kentlersel medeniyet erkekleri riyakarlaştırıyor mu?

Bunu belirtmekle birlikte kentteki yaşamın sorunsuz olduğunu söylemiyorum, ama köyde yaşayan kadınların ağır bir biçimde hissettikleri toplumsal denetim kentte varlığını -özellikle hemşerilerden oluşan mahallelerde- görece devam ettirse de, kentteki yaşam kadınlara, köyde yaşayan kadınların hissettiği “sıkışmışlık” duygusunun yarattığı çaresizlikle baş etme araçlarını da sunmaktadır.

Peki, köyde kalan ve hâlâ yaşamlarını baskı altında sürdüren kadınlar için ne yapılabilir?

Yaşamını köyde sürdürmek zorunda olan kadınların yaşamına hâkim olan cinsiyetler arası asimetrik ilişkileri değiştirmek hakikaten zor. Zor ama imkânsız da değil. Aslında Anşabacılı kadınlarla yürüttüğüm bu çalışmada da gördüğüm gibi kadınların büyük bir kısmı yaşadıklarını sorguluyorlar. Ama çare üretmede, direnç mekanizmaları geliştirmede yetersiz kalabiliyorlar. Kadınların yaşamlarının değişebilmesi için erkeklerin de değişmesi gerekiyor. Aksi halde kadınlar yaşayacakları gerilimle baş edebilecek donanıma sahip değil. Köyde yaşayan kadınların –ve aslında birçok kadının- eğitimle ilgili sorunları var, hane geliri üzerindeki denetim erkeklerin elinde, erkekler olmadan istedikleri yerlere gitme özgürlükleri hâlâ yok ve bunun gibi dizi sorunla baş başa kalmış durumdalar.

Bu açıdan uzun vadeli çözümleri hayata geçirebilecek bir iradenin ve kararlılığın ortaya çıkması gerekir. Kadınların laik bir eğitimin olanaklarından maksimum düzeyde yararlanmalarının sağlanması ve toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin bir farkındalık yaratmak üzere kullanılabilecek bütün araçların değerlendirilmesi önemli. Kadına yönelik şiddetin hiçbir gerekçesinin kabul edilemez olduğu gerçeğini unutturmamak üzere yasal düzenlemeler yapmak, bu şiddeti meşrulaştırmaya yönelik her türlü toplumsal, dinsel ve kültürel kabulleri tartışmaya açmak önemli. Bununla birlikte kadının sesini duyabileceğimiz, duyurabileceğimiz alan araştırmalarına dayalı çalışmalara ağırlık vermek önemli.