Oğuz Atay’ın 'Unutulan' öyküsüne bir bakış

Sultan Komut, Oğuz Atay’ın “Unutulan” öyküsüne başka bir pencereden bakıyor. ''Çoğu için yazmak, yaşamanın diğer adıdır.''

Google Haberlere Abone ol

Sultan Komut

DUVAR - Her metin; hangi dil, üslup ya da türde yazıldığına bakılmaksızın, okuyucu ile yazar arasında bir iletişim aracıdır. Yazan kişi; yazar olarak adlandırılmadığı durumda dahi, başkaları tarafından okunmayı arzulamasa metinlerini başkalarıyla paylaşmasa bile metin -yine de- bir iletişim aracıdır; yazan kişinin kendisiyle iletişimini sağlar. Bu nedenle birçok yazar yazıyla ilişkisini tanımlarken yaşamak ile ilişkilendirir. Çoğu için yazmak, yaşamanın diğer adıdır.

KATMANLI VE ÇOK SESLİ METİNLER

oguz-atayt .

Kimi metin, bu iletişimi çok açık bir şekilde yürütür; net cümleler kurar ki meramını anlatabilsin. Kimi metin ise ketum olur, kelimeler ortaya çıkmaya nazlanır, sakınır kendini okuyucudan ya da tam tersi olur; onlarca söz saçılır ortaya, öyle karmaşık ve yüksek perdedendir ki cümleler, anlamı çıkarmak, eksiltmek ve/ veya çoğaltmak okuyucuya kalır. Şüphesiz, Oğuz Atay metinleri ikinci gruba dâhildir. Bir bakıma metin, okuyucuyu seçer onun eserlerinde. Orhan Pamuk’un ifadesiyle Atay’ın “çok zekice gevezelikleri”1, yenilikçi üslubu, karakter dönüşüm ve değişimleri, farklı anlatım teknikleri Atay’ın eserlerinin katmanlı ve çoksesli olmasına neden olur.

Selim İleri, bu metinleri tanımlarken “büyük ve gürültülü, adeta korolu metinlerdir.” der. İleri gibi, Nurdan Gürbilek de benzer bir yorum yapar Oğuz Atay’ı anarken; “Gürültülü bir adam olmayı göze alıp, gürültünün içinden bir edebi dil yaratmaya çalıştı.”

''BEN BURADAYIM SEVGİLİ OKUYUCUM...''

Korkuyu Beklerken yazarın tek hikâye kitabıdır. Kitabın son cümlesi olan ve sıklıkla alıntılanan “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?”  sorusunu, okuyucular kitabı ‘satın alarak’ cevaplamışlardır. Ancak kitabı satın alarak ve hatta okuyarak ne kadar iletişime geçebilmişizdir Oğuz Atay’la. Metni, okuyucu ile yazar arasında bir iletişim aracısı olarak kabul eden ben ne kadar iletişim kurabilmişimdir metinle? Metin ne kadar açılmıştır karşımda? Beni okuyucu olarak seçmiş midir metin? Kaçımızı, kaçınızı seçmiştir ya da?

Oğuz Atay metinleri, birden çok şekilde yorumlanabilir. Metinler arası göndermeler, çok katmanlılık, çokça bahsedilen ironik dil okuyucunun düz, yüzeysel bir okumayla içinden çıkamayacağı derin bir kuyu gibi görünebilir. Dolayısıyla okur; kitabı satın alıp okumakla ‘orada’ olmuş olmaz, gerçekten ‘orada’ olmayı gerektiren metinlerin yazarıdır Atay. Korkuyu Beklerken de Tutunamayanlar ve / veya Tehlikeli Oyunlar kadar seçici metinlerdir, okuyucusunu seçer hikâyeler. Unutulan hikâyesi önemli örneklerden biridir. Yüzey metinde, metnin ilk okumada kendini ele verdiği hâlinde, basit bir olay örgüsü var gibi görünür.

Hikâye başkişisi kadın, eski kitapların para ettiğini söyleyerek onlara göz atmak için tavan arasına çıkar. Burada eski fotoğrafları, kıyafetleri, çeşitli objeleri karıştırırken eski sevgilisine rastlar. Eski sevgilisi bir kavgaları sonucunda tavanarasına çıkmış, hikâye başkişisi kadın onun gittiğini varsaymış, şimdi de eski kitapların, eski fotoğrafların olduğu tavan arasında cesediyle karşılaşmıştır. Kimi eleştirmenler, bu üst, yüzey metni olduğu gibi kabul ederek Atay’ın gotik ya da fantastik ögeler kullandığını ileri sürmüşler, kadın karakteri modern dünyanın umursamaz, bencil ve unutkan insanı olarak göstermişlerdir.

Elbette bir metni farklı şekillerde çözümlemek mümkündür. Zira aynı okuyucu farklı zaman dilimlerinde farklı türlü de okuyabilir metni. Ancak Unutulan’ı bu kadar düz okumak ve eski sevgilinin tavan arasında unutulduğunu iddia etmek Oğuz Atay’a haksızlık etmek olur diye düşünmeden edemiyorum.

''İKİLİ BİR DİL''

Jale Parla, Atay’ın dilini “dilekçe ve mektup”, “kişisel ve kamusal” ve “itiraf ve itiraz” başlıkları altında “ikili bir dil” olarak tanımlar. 5 Buradan hareketle Unutulan’ı yorumlarken ikili bir dilden yararlanarak okumayı istiyorum: görünen ve gizlenen dil. Gizleneni önemseyip görüneni kullanan bir okuma. Bu bağlamda hikâyede kullanılan “fener” imgesi görünen ve gizlenen ikili okumasını daha da imkânlı kılmaktadır. Hikâyenin başında, “tozlu, örümcekli, karanlık tavan arası”ndaki kadın karaktere sevgilisi tarafından uzatılan fener, görünenin ardında gizleneni ortaya çıkarmak için kullanılan bir araçtır. Görünen sevgili ile gizlenen sevgili arasında geçen zaman dilimine, kimi fotoğraflara, nesnelere ve duygulara vâkıf olmamızı sağlar fener. Kadın kişinin görünen düzlemde karanlığa tuttuğu fener, aslında geçmişe tutulmaktadır.

Dolayısıyla “tozlu, örümcekli, karanlık” alan tavan arası gibi görünse de geçmişi ifade eder. Fener imgesiyle zamanda bir yolculuk tasarlanır. Burada kastettiğim şey, gizlenen düzlemde kadın kişinin objelere bakarak geçmişi hatırlaması değil, bundan daha öte, daha gizil bir alandır.

“Korktu, fakat yararlanabileceğini düşünmek kuvvetlendirdi onu”  yazarak Atay bize daha derine bakmamızı söylüyor bana kalırsa.

Okumanın tam burasında, metnin o anki okuyucusu olarak başkarakteri o tozlu tavan arasından çıkartıp bir koltuğa iliştirdim. Karşısındaki kişiye -ister okur diyelim buradan bakarak ister onu iyileştirmeye çalışan bir doktor- geçmişini anlatan bir kadını rahat bir koltuğa oturttum. Ona uzatılan feneri, geçmişini hatırlamasına yardımcı olabilecek bir fotoğraf, bir obje, bir soru ya da bir sözcükle değiştirdim. Aslında korktuğu, kaçtığı, bu sebeple yok saydığı, görünen düzlemde unutulan geçmişine dönmeye, anıp anlamaya ve böylelikle kabullenmeye hazırlanan bir kadınla tanıştım orada. Kadının korkusu bundan ve “...fakat yararlı olabileceğini düşünüp…” devam ediyor kadın. Çünkü biliriz: bilincimiz travma anlarını, kişide travma yaşatacak bilgileri, olayları yok sayarak kendini korumayı dener. Ve yine biliriz ki bu koruma kalkanı ebedi değildir; geçmiş her zaman şimdiki gerçekliğe sızmanın bir yolunu bulur.

BİLİNÇ AKIŞI MI?

Hikâyenin bu bölümlerini bilinç akışı olarak yorumlamak belki yanlış olmayacak ancak eksik kalacaktır. Çünkü bilinç akışı daha anlık hatırlamalar, daha kuralsız, daha savruk bir biçimde, kendini açığa çıkaran zihinde olduğu kadar hareketli yer değiştiren cümleler, anlamlar barındırır. Oysa Atay bu bölümde iç monolog diye adlandırılan biraz daha farklı bir yöntem kullanır. Metnin bu bölümlerinde hâkim olan birinci kişi anlatımından, üçüncü kişi anlatımına yapılan değişiklikler de iç monolog kullanımının direkt olarak uygulandığı bir türüdür. Bizler görünen düzlemde fotoğrafları karıştırıp geçmişe dalan ve kendi kendisiyle konuşan bir kadınlayızdır.

“Ona yardım etmek mi? Bilmiyorum, bazen karıştırıyorum; özellikle, başımda uğultular olduğu zamanlar.”  Atay burada, benim gizlenen düzlemimde dahi, işlerin biraz daha karışmasına neden oluyor. Yardım eden/ yardım edilen /yardıma muhtaç karakterler birbirine karışıyor. Sınırlar gittikçe bulanıklaşıyor. Burada bir adım daha ileriye götürüyorum ve hikâye kişisi kadının görünür benliği ile gizlenen benliği arasındaki bir konuşmaya kulak misafiri oluyorum. Travmasını atlatabilmek için bilincin öteki bir benlik yarattığını ve iç monolog olarak yorumladığım kısımların aslında bir diyalog olarak da adlandırılabileceğini düşünüyorum artık.

Bunları yazarken, Atay’ın bu öyküde görünen ya da gizlenen düzlemde bilinç akışından yararlanmadığını söylemiyorum. Sürekli yüzeye çıkan anne-baba, ilişkiler, eski günler, kıyafetler, yine anne baba, yine evlilik. Tüm bunların ardı ardına, kuralsız, savruk bir şekilde kullanımı başlı başına bir bilinç akışı örneği. Zira Atay’ın bilinç akışı tekniğinin ustalarından Henry James’e hayranlığı da bilinir. Selim İleri, Henry James ile ilgili olarak Atay’ın şu sözlerini aktarır: “Kederle ironinin iç içeliği diye bir şey varsa, mümkünse bu, Henry James’tedir.” Unutulan tam da burada durmaktadır; görünen düzlemdeki ironiyle gizlenen düzlemdeki kederin iç içe geçtiği bir metindir o.

Buruşmuş, küflenmiş mor ayakkabılarını bulur/hatırlar hikâye kişisi. Ayakkabıların tekini ayağına geçirerek topallayarak yürümesi, bir ayağının boş kalması, o eksiklik, aslında görünende unutulan eski sevgilinin aslında hiç unutulmamış olduğunun göstergesidir. Eski sevgilinin yokluğu, onu yarım, topal bırakmıştır. Bu eski sevgiliyi tavan arasında intihar etmiş şekilde bulan (görünür)/ görmüş olan, hatırlayan (gizlenen) hikâye kişisi, görünür düzlemde ayağına geçirdiği küflenmiş ayakkabıyla onun eksikliğini gösterir. İşte tam burada, kadın kişiyi umursamazlıkla, bencillikle, tutunan olmakla suçlayan herkesi yanıltmıştır. Bu topal yürüyüş, asla tutunamadığının göstergesidir. Bunu da Atay bize kadın kişinin eski sevgiliye kurmuş olduğu cümlelerle göstermektedir. “Sen bir yerlerde var olursan, yaşayabilirim ancak.”

'BÖYLECE KENDİMİ CEZALANDIRMIŞ OLDUM'

Atay, Unutulan’da ironiyi belki de görünür düzlemdeki anlamı sağlayabilmek adına kullanmıştır. Gerçekten kaçmayı seçen, görünürde hayata tutunan karakter vasıtasıyla bizi yeniden görünen düzleme çeker. “Sonra, bir türlü olmadı işte…. Orada tavan arasında olduğunu unuttum sonunda. (Onu unutmadım tabii.)” ya da “Hele kendini öldürdüğünü duysaydım, muhakkak çıkardım. Dargın olduğumuza filan bakmazdım.”

Görünen düzlemde tavan arasında sevgilisini unutan kadın kişi, gizlenen düzlemde bir yüzleşmenin ortasındadır. Fener tutarak gördüğü fotoğraflar ile bahsedilen gerçeklerle parça parça yüzleşmektedir. “El fenerini ölünün üzerinde dolaştırdı: Örümcek ağlarının gerisinde sisli bir görünüşü var. Yalnız, ağların arasından elimi, onun kalbine götürdüğüm yer biraz karanlık. Rüya gibi bir resim.” Atay, bu cümlelerle anı ölümsüzleştirip aynı anda onu bir rüyaya benzeterek hikâye kişisi kadının bilincine sahibine karşı oyun oynaması için bir şans vermiş oluyor. Koltuğunda oturan kadın, görünen düzlemde eline verilen fenerle gizlenen düzlemde aslında geçmişe, intihar etmiş sevgilisini bulduğu ana dönüyor. Zihninden silinen, “bir rüya gibi” olan gerçeklikle yüzleşiyor. Sevgiliyle edilen kavga, sevgilinin tavan arasına çıkması, duyduğu o ses anıya dönüşüyor.

“Onun tavan arasına çıkmasından günlerce sonra duymuştum bu sesi. Ve ben günlerce bir köşeye büzülüp kalmıştım. Hiçbir yere çıkamamıştım.”  Ve sonra şu “Sigara içtim durmadan. Evi yaşanmaz bir duruma getirdim sonunda… Böylece kendimi cezalandırmış oldum.” Atay’ın açıktan görünür hale getirdiği bu anılar, bir travma sonrasını anlatıyor.

Her okumanın farklı bir yorum getirebileceğini vurgulamıştım. Ben Unutulan’ı okurken bir kavga sonrası intihar etmiş bir sevgili görüyorum herkes gibi. Fakat gerçekten unutulan, bir gün tavanarasında karşılaşılan bir sevgili görmüyorum orada. Aksine gizlenen düzlemde sevgilisinin intiharına kulak misafiri olan, yaşadığı travmayı atlatabilmesi için bilinci tarafından oyuna getirilmiş, benliği parçalanmış, şimdi korksa da bunun üzerine gitmeyi seçen bir kadın görüyorum.

Benim okumamda kadın karakter tavanarasına çıkmıyor. Yardım alıyor; hatırlamaya, yüzleşmeye, tutunmaya çalışıyor.

Benim okumamda Oğuz Atay “unutulan bir sevgili” imgesiyle, aslında unutulmamış bir karakter yaratıyor. Bunu yaparken Berna Moran’ın ifadesiyle “bilinci okura sergileyen”, “bilince sızan” 8 bir dil kuruyor kendine. Öyle ustalıklı bir dil ki bu görünen düzlemle gizlenen düzlemde birbirinin karşıtı hikâyeler kurmayı başarabiliyor Atay. Bir okumada başkişiyi tutunan olarak görüp dışlarken, öteki okumada tutunamayan bir karakter buluyoruz karşımızda.