‘Ölüm ne kadar gerçekdışıysa, yaklaşan savaş da öyleydi’

Sinemaseverlerin Tom Ford’un unutulmaz filmi ‘Tek Başına Bir Adam’ın yazarı olarak tanıdığı Christopher Isherwood, “Prater’in Menekşesi”nde 2. Dünya Savaşı’na doğru giden dünyaya bakıyor. Sinema da kitabın başrolüne çıkıyor kaçınılmaz olarak.

Google Haberlere Abone ol

Yıl 1933. Londra’da yaşayan genç yazar Christopher Isherwood’un annesi ve erkek kardeşiyle birlikte yaşadığı evin telefonu çalar. Arama büyük bir film stüdyosundan gelmiştir. Telefondaki davudi ses Isherwood’tan 19. Yüzyıl’da Viyana’da geçen bir aşk filminin senaryosunu yazmasını istemektedir. Isherwood’un bu teklifi reddetmek için gittiği randevudan önce hayatının yeni bir dönemine gireceğine dair en ufak bir fikri yoktur. Filmin adı çoktan konmuştur bile: “Prater’in Menekşesi”.

menekse Prater’in Menekşesi Christopher Isherwood Çeviri: Betül Kadıoğlu Yapı Kredi Yayınları 92 sayfa

Dikkatli okur, kitabın adıyla romandaki filmin adının, yazarın adıyla da kitabın karakterinin adının aynı olduğunu fark etmiştir. Christopher Isherwood bazı romanlarında doğrudan kendisinin bir karakter yapan yazarlardan. Sinema ile bağı ise oldukça güçlü. Birçok senaryo kaleme alan yazarın, yine kendisinin bir karakter olarak yer aldığı “Hoşça Kal Berlin, Yapı Kredi Yayınları, 2012) 1955 yılında sinemaya aktarılmıştı. Ama yakın dönem sinemaseverler onu asıl olarak “Tek Başına Bir Adam- Metis Yayınları, 2006” romanından Tom Ford’un aynı adla çektiği filmden tanıyacaklardır. 2009 yılının en iyi filmlerinden birisine kaynaklık eden bu kitap yazarın son eserlerinden birisidir.

NAZİZM YÜKSELİRKEN

“Prater’in Menekşesi” ise İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde 1945 yılında kaleme alınmış. İngiltere’de doğan, Nazi iktidarı öncesinde Berlin’de yaşayan, 1939’da ise ABD’ye yerleşen yazarın hayatındaki bu kırılma anları eserlerinde de oldukça belirleyici oluyor. “Prater’in Menekşesi”, ortalama bir stüdyo filmi için bir araya gelen insanları anlatıyor gibi görünse de Nazi Almanya’sının yükselişi karşısındaki kayıtsızlık ve yaklaşan tehlikeler hakkında çok fazla şey söylüyor. Yalnızca bununla da kalmıyor. Christopher Isherwood’un çalışmak zorunda kaldığı Avustralyalı yönetmen Friedrich Bergmann ile kurduğu ilişki hem yaklaşan savaşın ciddiyetini anlamasını sağlıyor hem de bir anlamda ‘baba’nın eksikliğini de gideriyor. İkilinin gündelik hayattan, siyasete, kadınlardan sinemaya kadar uzanan çatışmalı birliktelikleri romanın da ana akışını oluşturuyor. Bir yandan bir türlü bitmek bilmeyen filmin çalışmaları devam ederken, diğer yandan hayata dair iki farklı bakışın çatışmasına eşlik etmenizi sağlıyor roman.

Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyadaki yerel savaş giderek bölgesel bir çatışmaya dönüşme eğilimindeyken, savaş ihtimalinin kafalarda nasıl sorular yarattığını, insanları nasıl bir ruh haline büründürdüğünü göstermesi açısından da anlamlı. Isherwood savaş ihtimaline karşı “Ölüm ne kadar gerçek dışıysa yaklaşan savaşta öyleydi. Gerçek dışıydı çünkü bundan öte bir şey hayal edemiyordum; herhangi bir şeyi hayal etmeyi reddediyordum; tiyatroda dekorların arkasında olup biteni reddeden bir seyirci gibiydim. Savaşın başlaması tıpkı ölüm anı gibi, benim geleceğe dair fikirlerimi bir duvar gibi örüyordu…” diye düşündükten sonra şöyle bitiriyor cümlesini: “Belli mi olur? Belki bir şekilde etrafından dolaşırız. Belki hiç gerçekleşmez” Bu cümleleri, yaşadığımız coğrafyada kaç kişi aynı anda kuruyor kim bilir.

SİNEMA NEDİR, NE DEĞİLDİR

Tabii sinema kitabın en önemli unsuru. Yalnızca sinemanın bir sanat dalı olarak ne olduğuna dair değil, çoğu zaman ne olmadığına dair lezzetli diyaloglarla dolu kitap. Yapımcıların, kurgucuların, senaristlerin, set işçilerinin, oyuncuların sinemayı nasıl görüp nasıl algıladığına dair ince gözlemler ve yorumların hemen hepsinin altı çizilesi. Ama hem dönemin hem de bugünün sinema dünyasını özetlemesi açısından şu paragrafı paylaşmadan geçmeyelim: “… bu günün film stüdyosu aslında on altıncı yüzyılın sarayıdır. Orada Shakespeare’in gördüğünü görürsün. Tiranın mutlak gücünü, saray erkanını, dalkavukları, soytarıları, uyanık ve hırslı entrikacıları. Olağanüstü güzellikte kadınlar, beceriksiz gözdeler vardır. Bir anda itibarını kaybeden büyük adamlar vardır. Akıl almayacak kadar büyük savurganlık yapanlar, en beklenmedik yerde iki kuruşun hesabına düşenler vardır. Muazzam bir gösteriş vardır ama hepsi numaradır; sahne arkasında korkunç bir sefalet gizlidir. Birilerinin kaprisi yüzünden yarıda bırakılmış dev projeler vardır. Herkesin bildiği ama kimsenin söylemediği sırlar vardır. İki üç tane de açık sözlü danışman bulunur. Bunlar ciddiye alınmamak için en derin bilgilerini kelime oyunuyla sunan saray soytarılarıdır. Kimse bakmazken suratlarını ekşitir, saçlarını yolar ve ağlarlar”

“Prater’in Menekşesi”, savaşa doğru hızla giden bir dünyada hayatı, sanatı ve insanı biraz daha anlayabilmemiz için geniş kapılar açıyor okuruna.