12 yazarın kaleminden Kürt belgeseli

Suncem Koçer ve Can Candan’ın derlediği ‘Türkiye’de Kürt Belgesel Sineması: Kimlik ve Direnişin Siyaseti ve Estetiği’ isimli kitap, alanında ilk kitap özelliği taşıyor.

Google Haberlere Abone ol

Kadir Has Üniversitesi’nde propaganda, haber kültürü, medya politikaları ve siyaset, iletişim kampanyaları konularında dersler veren Suncem Koçer, daha önce iki belgeselin de ortak yapımcılığını da üstlenmiş bir akademisyen. Boğaziçi Üniversitesi’nden Can Candan ise film ve medya sanatları konularında araştırma yapan, dersler veren ve de üreten bir akademisyen. Şu an dördüncü uzun metraj belgesel filmi ‘Nükleer Alaturka’ üzerine çalışıyor. 12 yazarın yazdığı, 12  bölümden oluşan ve İngiltere’de İngilizce basılan ‘Türkiye’de Kürt Belgesel Sineması: Kimlik ve Direnişin Siyaseti ve Estetiği’ derleme kitabının iki editörü ile bu hafta bir araya geldik.

Bildiğim kadarıyla bu kitap ilk Kürt belgesel sinema kitabı. Kitap fikrinin ortaya çıkışı ve kitabın serüveni hakkında bilgi verebilir misiniz?

belgesel Kitapta yer alan 12 yazar şöyle: Suncem Koçer, Can Candan, Ali Fuat Şengül, Louise Spence, Özgür Çiçek, Ayça Çiftçi, Zeynep Yaşar, Josh Carney, Kevin Smets, Ahmet Hamdi Akkaya, Nagehan Uskan Selvelli ve Alisa Lebow.

Suncem Koçer: Kitap fikri ikimizin de kafasında ayrı ayrı zamanlarda ortaya çıkmış. Bir şekilde yollarımız kesişince üzerine çalışma fırsatı bulduk. Ben antropoloğum. Doktora tezimi Türkiye’de Kürt medya üreticileri, belgesel film yapımcıları ve sinemacılar üzerine yazdım. Tezim, film üretim ve dolaşım pratiklerini Kürt kimlik hareketi ekseninde tartışan bir çalışmaydı. 2010’da saha çalışmamı yaparken o yıl 17. ‘Visible Evidence’ Uluslararası Belgesel Sinema Çalışmaları Konferansı İstanbul’da Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirildi. Konferansta ben de tezimden bir bölüm sundum. O konferansta Türkiye’deki Kürt belgesel sineması üzerine bir de ana panel yapıldı. Belgesel çalışmaları alanındaki uluslararası akademik camianın bu panel aracılığıyla Kürt sinemacılara gösterdiği ilgi çarpıcıydı.

Can Candan: Ben belgesel sinema tarihi ve kuramlarıyla ilgileniyorum. 2007 yılında bir grup arkadaşla birlikte docİstanbul Belgesel Araştırmaları Merkezi adında bir oluşum kurduk. Belgesel sinema üzerine birtakım etkinlikler düzenlemeye başladık. Sempozyumlar, atölyeler, gösterimler yaptık. 2008 baharında Boğaziçi Üniversitesi’nde ‘Türkiye’de Belgesel Sinema’ adlı dersimin ilkini verdim. Türkiye belgesel sinema tarihinde özellikle 2000 sonrasında Kürt belgeselleri de görünürlük kazanmakta. Bu yüzden bu derste öğrencilerim ile birlikte Kürt belgesellerini de incelemeye başladık. Tabii okunacak malzemeye ihtiyaç var. Bu konuda yazılmış ne kadar İngilizce ve Türkçe makale varsa bunları toplamaya başladım. Bunu yaparken de Suncem gibi bu konuyu çalışan akademisyenlerle karşılaştım. 2010 yılındaki konferansta da zaten bu akademisyenlerin bir kısmını dinlemiştik. Ayrıca bu konferansta  Kürt belgeselciler de kendi film pratiklerini ve belgesellerini tartışsın, konuşsun istedik ve ayrıca bir “Kürt Belgeselleri Paneli” düzenledik. Bu konferans ile Suncem’le yollarımızın kesişmesinden sonra bu konuda akademik çalışma yapan arkadaşlarımızın çalışmalarını bir araya getirelim dedik. Son iki yıldır da bu çalışma ile fiilen uğraşıyoruz. 

Nasıl temin edebiliriz kitabı?

Can Candan: Kitap, İngiltere’de Cambridge Scholars Publishing isimli bir yayınevinden çıktı. İnternet üzerinden sipariş vermek mümkün… Elektronik kitap olarak da yayınlandı.

Kitabın İngilizce olarak basılmasının sebebi nedir?

Can Candan: Uluslararası sinema camiasının, akademisyenlerin Kürt Sineması’na olan ilgisini önemsiyorduk. Zaten bu konuda araştırma yapıp yazanların büyük bir çoğunluğu da bunu İngilizce olarak yapıyor. Örneğin, benim derste kullandığım yazılı kaynakların çoğu İngilizceydi. Dolayısıyla ister istemez ilk olarak bu dilde yazmayı seçtik.

Kitap Kürtçe ve Türkçe olarak ne zaman basılacak? Yayınevleri ile görüşüyor musunuz?

Can Candan: Çeşitli yayınevleriyle görüşmelere başlayacağız. Ümidimiz, en kısa zamanda Kürtçe ve Türkçe olarak yayınlanması ve böylece insanlar kendi dillerinde bu kitabı okuyabilsinler.

Kitabın kapak fotoğrafı da çok orijinal…

suncem Suncem Koçer

Can Candan: Kapak fotoğrafı Zehra Güzel’e ait… Kendisi benim bir proje kapsamında çalıştığım bir öğrencimdi. Çektiği fotoğrafın kitabın içeriğine de uygun olduğunu düşündük. Suncem de uygun görünce bu fotoğrafta karar kıldık.

Suncem Koçer: Kapak fotoğrafının hem Kürt belgesel sinemasını hem de bu konu ile ilgili yapılan akademik çalışmaları iyi yansıttığını düşünüyorum.

‘Türkiye’de Kürt Belgesel Sineması ‘Kimlik ve Direnişin Siyaseti ve Estetiği’ isimli bir çalışma için önce ismi mi buldunuz yoksa kavramlar üzerine bir çalışma yapıp makaleleri ona göre mi tercih ettiniz?

Suncem Koçer: Bu kavramlar Kürt belgesellerinin üzerine inşa olduğu, ortaya çıkardığı, dolayısıyla bu konudaki akademik literatürün odaklandığı kavramlar. Kitabın başlığında Kürtlerin yaşantısına dair dinamikler var. Belgesel filmler de bu dinamikler üzerine şekilleniyor. Haliyle bu belgeseller üzerine yazılanlar da öne çıkan bu öğeleri ele alıyor. Kimlik, tarih, hafıza, siyaset, direniş, hakikat öne çıkan kavramlardan bazıları. Kitabın farklı arka planlardan gelen yazarları, bu kavramlar ile belgesel filmler arasındaki ilişkiyi makalelerinde çok çeşitli ve zengin bir biçimde tartıştı. Kitapta film ve medya çalışmaları alanından gelen yazarlar da var, sosyoloji, antropoloji alanından gelen de. Konuyla ilgili farklı akademik yaklaşımları harmanlayan bir kitap oldu. Adı da bunu yansıtıyor.

Kitabın adında öne çıkan bir diğer nokta da ‘Türkiye’deki Kürt Belgesel Sineması’ kısmı… Kitap, Türkiye Kürtlerinin Belgesel Sineması’na mı odaklanıyor?

Suncem Koçer: Kitaptaki makaleler Türkiye’de yapılan Kürt belgeselleri ya da Türkiye menşeili Kürt yönetmenlerin yaptığı belgeseller üzerine. Tabii ki Kürt belgeselleri Türkiye’de yapılan belgesellerden ibaret değil, bunun farkındayız. Kürtler, farklı coğrafyalarda, diasporada uzun zamandır üretiyorlar, belgesel sinema yapıyorlar. Fakat bizim odağımız Türkiye’deki Kürt Belgesel Sineması… Bunun bir nedeni Türkiye’deki Kürt belgesellerinin bu türün konvansiyonlarını oluşturmada çok etkin rol alıyor olmaları. Üstelik Türkiye Kürtlerinin belgesel çalışmaları ulusaşırı bir biçimde şekillenirken Türklerin yaptığı belgeselleri de besliyor. Dolayısıyla akademik çalışmalar da Türkiye’deki Kürt belgeselciler üzerine odaklanıyor. Bu sebeple de bu çalışmayı böyle sınırladık.

Can Candan: Tarihsel bağlamından dolayı da Türkiye’de üretilen Kürt belgesellerine bizim erişimimiz daha kolay. Daha bildiğimiz, anlayabildiğimiz, gördüğümüz bir sinemadan bahsediyoruz. Dolayısıyla içeriği, Türkiye’de Kürt Sineması bağlamında sınırlamak daha doğru geldi. Filmleri üretenler de, hem kendi filmlerinin içinde, hem de kendi filmlerinin etrafında konuştukları zaman genellikle Türkçe konuşuyorlar. Bu da bir veri… Kendilerini genellikle Türkçe olarak ifade ediyorlar. Tabii bu neden kaynaklanıyor malum... Bir yandan da bu bizim daha iyi bildiğimiz, aşina olduğumuz bir sinema. Bu filmlere orasından, burasından bizim de dokunmuşluğumuz var yazarlar olarak. Yani ya bunları üreten arkadaşlarla aynı yollarda ya da paralel yollarda yürüyoruz bu coğrafyada ve birlikte bunları tartışıyoruz, belgeselciler ve akademisyenler olarak zorluklarla birlikte mücadele ediyoruz. Dolayısıyla Türkiye’deki Kürt belgesel sinemacılar dışında kalan Kürtlerin sinemalarını çok da bilmiyoruz. Bu yüzden daha aşina olduğumuz, erişebildiğimiz Türkiye’deki Kürt belgesellerinin üzerine bir çalışma yapmak daha anlamlı geldi. Suncem’in dediği gibi Kürt belgesel sinemasının ulusaşırı bir durumu var. Dolayısıyla bunu sadece sınırlarla açıklayamayız. Sinema, kültürel bir ürün… Biz, Kürt Sineması’nın bir bölümüyle ilgili bir çalışma ortaya çıkarmış durumdayız. Umarız gerisi de gelir.

Çekilen ilk Kürt filmi de kurmaca bir çalışma olan 1926 tarihli ‘Zare’ filmi… Ancak bu filmde yer yer belgesel öğelere yer verildiği de görülüyor.

Can Candan: Kamera önünde olanı kaydediyor. Belgesel sinema literatürüne baktığınız zaman “her belgesel bir kurmacadır, her kurmaca da bir belgeseldir” önerisi ile karşılaşırsınız. Neyi belgeliyorsun kurmacada? Aslında oyuncuların oyunculuğunu ve bir üretim sürecini de belgeliyorsun aynı zamanda. Öyle baktığın zaman kurmacada da belgesel özellikler mevcut. Birçok kurmaca filmin içinde de –Yılmaz Güney’in filmleri örneğin- belgesel görüntülere yer veriliyor. Özellikle bazı sahnelerde etnografik öğelere sıkça rastlanıyor. Dolayısıyla Kürt Sineması’nın etnografik boyutu da var. ‘Zare’, her ne kadar kurmaca bir film olsa da o zamanki Kürtlerin yaşantılarını belgelemesi anlamında çok önemli bir film.

can Can Candan

Suncem Koçer: ‘Zare’, Kürtlerin varlığını 1926’da belgeleyen ilk film olma özelliği taşıyor. ‘Zare’ye ilk Kürt filmi demek bile onu dokumanterleştiriyor. Kürtler için sinema üretimleri söylem içerisinde belge olma özelliğine erişiyor. Diğer yandan, belgesel film diyerek kameranın arkasına geçildiğinde, kamera dokunulmamış bir hakikati keşfedecek diye bir şey yok. Bu bir yanılsama. Hakikat, kameranın oradaki varlığından, etkileşiminden de doğan bir şey çünkü. Buradaki melez film algısı çok önemli. Bu, Kürt belgesel sineması için ayrı bir enerji ve dinamik getiriyor. Kitap bu belgesel film yapma anlayışına da değiniyor. ‘Son Mevsim Şavaklar’dan ‘İki Dil Bir Bavul’a, kurmaca ve belgesel arasında gezinme sonucu ortaya çıkan filmleri ve bu anlayışla film yapma pratiğini tartışan makaleler var.

Kürt Belgesel Sinemacılarının belgesel sinemaya son yıllarda çokça yoğunlaşmasının temel sebebi ‘gerçekliğin yeniden üretimi’ ile mi alakalı, yoksa teknik malzemenin yoksunluğu ya da birtakım ekonomik sıkıntıların yeterliliği/yetersizliği ile mi alakalı?

Suncem Koçer: Bir tür olarak belgesel sinemanın Kürtler için birtakım önemli işlevleri var. Nedir bunlar? Mesela, tarihyazımı. Kürtler resmi tarihyazımı mekanizmalarını elinde tutan bir ulus- devlete sahip değiller. Belgesel filmin, Kürtler açısından tarihyazımı kapasitesi var. Yine, kültürel varoluşu, siyasal iradeyi not etmek gibi bir işlevi var Kürt belgesellerinin. Belgesele atfedilen bu roller, tabii ki Kürtlerin içlerinde bulunduğu tarihsel, sosyolojik, politik bağlamların getirdiği bir durum…

Kürtler, tarihi yeniden üretiyor diyebilir miyiz?

Suncem Koçer: Bunu diyebiliriz, evet. Ama Kürtlerin yaptıkları belgesellere sadece politik bir rol atfetmek de yetersiz kalıyor, bana göre. Evet, Kürt sinemacılar belgesel film aracığıyla tarihi yeniden üretmeye çalışıyorlar, üretiyorlar. Geçmişi ve bugünü kayıt altına alarak, Kürtleri politik bir özne, bu topraklarda yaşayan özgün bir toplum olarak ortaya koyuyorlar, dil meselesini tartışıyorlar ama Kürtler aynı zamanda sinema da yapıyor. Kitaptaki birçok makale Kürt Sineması’nın estetik anlayışı, değer ve normlarını da konu alıyor. Kürt sinemasında şu çok önemli: Kişisel olanla politik olan arasındaki çizgi ve yine siyasi olanla sanatsal olan arasındaki çizgi çok dinamik ve net değil. Bu nedenle de Kürt sineması çok farklı ve yaratıcı öğelerin öne çıktığı bir kültürel üretim alanı.

Bahman Ghobadi’nin ‘Sarhoş Atlar Zamanı’ isimli kurmaca filmi, yer yer belgesel öğelere başvuruyordu ve uluslararası sinema arenasında Kürtlerin yaşantısına dair ciddi bir merak uyandırmıştı. Kürt Belgesel Sineması uluslararası literatürde kendisine nasıl bir karşılık buluyor?

Can Candan: Aslında meseleye şöyle de bakılabilir: Neden yabancı yazarlar Kürt belgesellerine bu kadar önem veriyor, ilgi gösteriyor? Çünkü Kürt belgeselleri üzerine yazılan yazıların büyük çoğunluğu İngilizce.

Bu bölgenin dinamik olmasıyla da çok alakalı sanırım.

Suncem Koçer: Kürt belgesellerinin değeri biraz da burada ortaya çıkıyor. Kürt sineması, film ve medya çalışmalarında pek çok önemli tartışmaya bir pencere açıyor… Kürtlerin bir ulus-devleti yok ama ulusaşırı alanda ürettikleri bir sinemaları var. Bu durum, literatürdeki ulusal sinema tartışmalarını karmaşıklaştıran ve aynı zamanda zenginleştiren bir durum.

Can Candan: Uluslararası sinema çalışmalarına baktığımız zaman geleneksel olarak daha çok ulus-devlet sineması üzerinden tanımlanıyor sinema. Kürt sineması ile birlikte ulus-devletsiz bir sinemayı nasıl konuşabilir, nasıl tartışabiliriz bağlamında bir alan açılıyor.

Suncem Koçer: Diğer yandan, hem estetik öğeleriyle, hem yapım pratikleriyle, hem de gösterim pratikleriyle bunu enine boyuna tartışmak şart. Kürtler özellikle 90’lı yıllardan itibaren yerel, ulusal ve uluslararası sinema dünyalarının dinamiklerini birbiriyle yaratıcı biçimlerde konuşturarak sinema üretiyorlar. Bunu çok büyük zorluklarla yapıyorlar ama bulundukları alanı da özgürleştiriyorlar.

Can Candan: Şöyle bir şey de var. Ulus- devlet sinemasına baktığımız zaman ulus- devleti pekiştiren bir sinema üretiminden bahsedilebilir. Her zaman bu doğru değil ama genel olarak öyle. Türkiye Sineması’nda mesela uzun bir dönem böyle oldu. Tarihsel olarak baktığımızda “karşı sinema”nın ortaya çıkması ile birlikte, sinemayı da bir direniş alanı olarak görebilmek mümkün. Belgesel sinema da bu direniş alanında verimli bir damar tutturmuş durumda. O anlamda da, akademik çalışma açısından Kürt belgeselleri ilgi çekiyor diye düşünüyorum.

Suncem Koçer: Üstelik Kürt Sineması çok direngen de bir sinema. Sansürle uğraşıyorlar, yapım zorluklarıyla uğraşıyorlar, gösterimleri sıkıntılı... yasaklanmalar filan… Onlara rağmen sürekli artan bir üretim söz konusu…

Can Candan: Onun için de bu mevcut durumu, hem kitabın adına, hem de kitabın kapağına taşıdık.

Batı, bölgedeki dinamik durumu, siyasal gelişmeleri ajanslardan öğreniyor. Amerikan ve Avrupa ajanslarından özellikle… Bölge’ye durumu izlesin, haber yapsın, Batı’ya ulaştırsın diye kendi kameramanlarını, habercilerini gönderiyorlar. Haberlerin ve belgesellerin ortak bir paydası söz konusu… İkisi de hakikate ulaşmaya çalışır. Kürt belgesellerinin, Batı’da yoğun ilgi ile karşılanmasının sebebi, hakikatin Batılı bakış açısıyla değil de Kürt belgeselcilerinin kendi hikayelerini anlatıyor olması ile ilgili olabilir mi?

yenicikanlar YENİ ÇIKAN KİTAPLAR

Can Candan: Tarih boyunca üretim araçlarına sahip olan bir erk var. Bir noktada bunun kırılması söz konusu. İlk defa ‘Kürdüm’ diyen, filmlerinde ‘Kürdistan’ yazan Yılmaz Güney’dir. Ortada kamera yok, alet yok, edevat yok, zaten bölgenin ekonomik durumu belli vs. Ama bir noktada, özellikle video teknolojisinin devreye girmesiyle bir kırılma yaşanıyor. Mezopotamya Kültür Merkezi’nin burada üretime geçmesi, video teknolojisi ile çok düşük bütçelerle burada film üretilmesi, bunlar çok önemli kırılmalar bence. ‘Ben kendi hikayemi anlatıyorum artık, başkası benim yerime konuşmuyor, ben konuşuyorum, beni dinlemek durumundasınız’ diyor Kürt belgeselciler. Bunun benzerini müzikte de yazında da görebiliyoruz. Günümüzde de bu mücadele devam ediyor aslında. Son dönemde Kürt basının susturulması çabalarında gördüğümüz gibi... Bunu tarihsel bağlam olarak ele aldığınızda Suncem’in dediği gibi ‘direngenlik’ olarak karşınıza çıkar ki kitabın tartıştığı ana kavramlardan biridir, direniş.