Kentlere düş alanı isteyen şair

Nilgün Marmara, kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerini bırakarak 13 Ekim 1987’de bekleme salonu dediği dünyayı terk etti. 29 yılını, hayatını, şiirlerini ve rüyalarını ölümün kıyılarında yaşamış birinden ne beklenmeyen ne de şaşırtıcı bir seçimdi bu.

Google Haberlere Abone ol

Üzerinde cam kırıklarından bir elbiseyle kim ne kadar yaşayabilirdi ki? Kentlere havaalanı değil düş alanı isteyen biri… Ya da çok net bir biçimde, hayatın neresinden dönülse kardır demiş biri, yeryüzünün kaprislerine ne kadar daha boyun eğmeyi sürdürebilirdi? Kimden mi söz ediyorum? Bir şairden… Nilgün Marmara’dan…

Yaşamına kendi isteğiyle son verdikten sonra Ece Ayhan’ın “128 Nilgün Marmara” diye yazdığı şair Nilgün Marmara’dan… “Önce Nilgün Marmara’yı herkesinki gibi değil de kendine özgü ve çok değişik morumsu renkte bir giysiyle bir öğrenci olarak düşündüğümü söyleyeceğim. Ama derslere pek girmeyen ve ‘umutsuzlar merdiveni’nde oturmayı seçen çok tuhaf bir öğrenci; daha doğrusu benzersiz bir öğrenci olarak düşündüğümü söyleyeceğim. Sırası belki önlerdedir ama kendisi en arkalarda bulunmayı sever. Her zaman da sınıfı geçmiştir. (…) Herhangi bir ikirciğe düşmeden hiç çekinmeden şunu diyorum: ‘bir teneffüs daha yaşasaydı tabiattan tahtaya kalkacaktı.’ O nedenle de yazımın başlığını şiirdeki gibi ‘128 Nilgün Marmara!’ koydum. Hatta kendisine ‘aldırma Nilgün Marmara!’ bile demiştim ölümünün hemen ardından yazdığım bir yazıda. Öyle güzel ve öyle yetkin bir şairdir ki… (…) Sivil şairlerden ünlü İlhan Berk Nilgün Marmara’ya Bodrum’dan Kızıltoprak’a yazdığında hep ‘büyük Nilgün’ diye yazardı kartlarında ya da mektuplarında. Nilgün Marmara’yı edebiyat arastasına ya da şiir çevresine İlhan Berk tanıtmıştı. Yine sivil şairlerden gerçekten de ilginç ve özgün Cemal Süreya da Nilgün Marmara’ya Amerikan yazarı Scott Fitzgerald’ın çılgın karısının adı olan ‘Zelda’ derdi. Cemal Süreya’nın 1991’de yayımlanan ‘999. gün: üstü kalsın’ günceler kitabında da Nilgün Marmara zaman zaman ‘Zelda’ diye anılır (…) Nilgün Marmara gibi güzel hem de çok güzel garip ve ilginç bir şairin yampiri ve yamuk dünyada bir bakıma kısacık bir ömrü oldu. Hani büyük kanatları yüzünden uçamayan albatros deniz kuşu gibi!” (…)

YERLEŞİK YABANCILIĞIN ACISI

Nilgün Marmara, kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerini bırakarak 13 Ekim 1987’de bekleme salonu dediği dünyayı terk etti. 29 yılını, hayatını, şiirlerini ve rüyalarını ölümün kıyılarında yaşamış birinden ne beklenmeyen ne de şaşırtıcı bir seçimdi bu. O ki daima yerleşik yabancılığının acısını duyumsayan biri olarak yaşamıştı. İntiharından sonra bıraktığı dosyanın kitaplaşmasıyla “Daktiloya Çekilmiş Şiirler” çıktı ortaya. Sonra “Metinler”, sonra “Kırmızı Kahve Rengi Defterler”…

Nilgün Marmara, Ece Ayhan ve Haydar Ergülen Nilgün Marmara, Ece Ayhan ve Haydar Ergülen

ŞAİRE ÇIKAN YOL

Bir şiirinde “ben size alışamam”, bir başka şiirinde “Ey, iki adımlık yerküre /senin bütün arka bahçelerini/gördüm ben!” diyordu.

Şiir bir düşünme biçimidir. Duygular, duyarlıklar, sezgiler de şiir olarak yazıya geçtiğinde düşünce biçimini alır çoğunlukla. Nilgün Marmara’yı şair olarak anlamak için ve düşüncesini çözümlemek için de bu dizelerin uygun bir açı oluşturabileceğini sanıyorum. Hem şaire çıkan yolu yapıtından daha iyi ne gösterebilir…

Nilgün Marmara Ece Ayhan’ın tanımladığı gibi yampiri ve yamuk bir dünyada kocaman kanatları yüzünden uçamayan albatros muydu gerçekten…

Yukarıdaki farklı şiirlerden alınan dizelerin bana göre söylediği, Nilgün Marmara’nın duygu ve düşüncesinde bir yanda dünyanın uzun uzadıya yaşanılacak bir yer olmadığına ilişkin sav yer alıyor.

Bir yanda o saptamayı tamamlayan, bu dünyada kurulmuş sosyal ilişkilere itiraz var…

Buna göre diyebilirim ki Nilgün Marmara’nın şiirinin sorunsalı bir varlık ve varoluş problemi olarak çıkıyor karşımıza…

Varlığın varoluş bunalımı olarak da tanımlayabiliriz bunu. Açıklamak için Nilgün Marmara’nın son on yılına, o dönemin koşullarına gidelim. Seksenli yıllarda Nilgün Marmara’nın kuşağının büyük bir kısmı nerdeyse cezaevindedir. Aslında ülke tümüyle cezaevindedir. Malum 12 Eylül… Ancak bugünlerle kıyaslanınca örneğin bir kapalı cezaevi de değilmiş diyebiliriz… Bugünlerden bakınca evet, ama o günlerde…

defter-208x300-2oplumsal kültürel ortamın en küçük alana sıkışacak kadar daraldığı, günlük yaşantının her ortamının kuşatıldığı seksenlerin özellikle ilk yılları… Küçük arkadaş grupları arasındaki dayanışmanın ve yardımlaşmanın hayata tutunmayı sağladığı koşullar… Oluşturulmuş küçük adalarda hayatta kalma uğraşı… Bir başka olgu da Nilgün Marmara’nın şiirler yazdığı dönemde şiirleriyle tanınan, bilinen; dergilerde şiir yayımlama sürekliliği olan bir tek kadın şair vardır: Gülten Akın! Böyle bir ülke, böyle bir toplumsal ortam… Hem kadın, hem de şair olmak sahiden imkânsızı başarmak anlamına gelen, gerçekçi olup imkânsızı istemekle eşanlamlı sayılacak dönemler… “Ben, babamın yuvarladığı çığın altında kaldım” dizesi egemen ataerkil kültürel ortama, hayatı dar eden erkek erkine dayalı anlayışa bir itiraz olarak okunabilir pekâlâ… Zaten Nilgün Marmara da uzun süre şiir yazdığını saklamıyor mu? Neden acaba? Egemen erkek algısında karşılık bulamayacağından duyduğu kaygı neden olabilir mi buna? Cesareti kırılmış olabilir mi? Yine de günlük tutmaya, şiirler, düzyazı şiirler yazmaya sımsıkı sarılmış. Aslında çoğunun yaptığı gibi içini dökmek yerine yazmış ve yazarak düşünmüş. Bunalarak düşünmüş… Düşünerek bunalmış. Varlığıyla bunalmış. Varoluşuyla bunalmış…

Üstelik şiir yazmaya başladığı Kadıköy Koleji’nin martılarını bahçede bırakıp Boğaziçi Üniversitesi’nin ‘umutsuzlar merdiven’nde oturmaya başladığı yıllardan itibaren. Nerde olursa, kiminle olursa olsun bunalmış bir şair… Hem kuşağının genç şairleriyle, hem ikinci yeninin ağır toplarıyla; İlhan Berk, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya, Ece Ayhan’la yan yana olduğu zamanlarda da bunalmış biri…

Sözlüklerde bunaltı, iç sıkıntısı olarak açıklanıyor. Ama iç sıkıntısıyla bunaltı aynı çağrışımları mı yapıyor… Bunaltının iç sıkıntısının anlamını aşan bir çağrışım genişliğine sahip olduğunu düşünüyorum ben…

‘ÖLDÜĞÜNDE DE ŞAİR…’

Bu şunun için önemli olabilir belki; Nilgün Marmara’nın düşüncelerine yön vereni ne olduğunu anlamaya çalışırken iç sıkıntısı tanımı pek karşılayıcı bir kavram gibi gelmiyor bana… Onun için bunaltı diyorum ben modern bir birey olarak içinde bulunduğu toplumun ve çağın gerilimiyle gerilmiş haline. Hali neyse şair diline de o yansımış. İç sıkıntısından daha fazla, daha köklü, daha derinde ve süreğen bir şey olarak karşımıza çıkan şeyin bunaltı olarak tarif edilse gerekir diye düşünüyorum. O yüzden yazdıklarını da bir iç sıkıntısı sonucu biçimlenmiş, kâğıda dökülmüş şiirler, metinler, günlükler olarak değil de süreğenlik kazanmış bir yaşama ağrısının, sancısının dile getirilişi yani bunaltı olarak değerlendirilmesi daha yerinde olur kanısındayım. Bunu söylerken şiir dilindeki ironiyi, eleştiriyi de dikkate almak gerektiğini düşünüyorum.

daktilo-208x300-2Sözcük kullanımındaki yaratıcı, oyuncu yaklaşımı imgelerindeki yoğunluk da onun son derece özenli ve bir dili olduğunu belgelemekte. Nilgün Marmara’nın gözleri için Ece Ayhan’ın söylediğini, ben onun şairliği ve şiiri için söyleyeceğim. Hani denizin özellikle derin yerleriyle sığ yerleri arasında açıklanamaz ve değişik bir mavilik vardır. Nilgün Marmara’nın şairliği ve şiiri de Türkçe şiirde işte öyle bir renktedir. Şiirde bir daha böyle bir maviliğe rastlayabilir miyiz?..

Nilgün Marmara için yazılmış çok yazı var. Bir başka şair Yılmaz Odabaşı’nın yazısından alıntıyla bitirelim: “Şair intiharlarına övgüler dizilmesine karşı çıkarken, yine de Pavese’nin, ‘Kendini öldürmek konusunda haklı bir gerekçesi olmayan kimse yoktur’ dediğini de unutmayalım. Şairse, ürettiği şiirse eğer, yaşarken olduğu gibi, öldüğünde de şairdir… Demek istediğim, intihar, şair olmayanı şair yapmaz, yapamaz, yapmamıştır da…”

“Bekleme salonu” dediği dünyadan erken, ama kendi isteğiyle ayrılan Nilgün Marmara’nın kişiliğine, yaşamına, şiirlerine sevgi ve saygıyla…

Şiirleri:

Kan Atlası

Emel’e

“Ben babamın yuvarladığı

çığın altında kaldım.”

Çolak mırıltılarla dövmelenen çocuk

her gün her gece eğer adasında,

Gözü ağzı elinden alınmış, yosunlar

sarmış bedenini çığlıklarken bunu

su içinde…

Karada, hançer suratlı abinin rüzgarında

uçar adımları.metinler-203x300-2

Geçmiş ilmeğinde saklıdır arzusu

İçinden karanlık, tekrar ve ilenç

sızdıran hayret taşında.

Soruyor hatırasında, “sırtımda ve

sırtında gezinen bu ürperti kim,

bir damla süt yerine bu ağu kim?”

ay gözüyle bakmayan kavruk akıllara

-boy atmış da salgıları,

cücelmiş sezgileri-

bir yanılgı rehavetinde debelenenlere…

Ey, yüzleri

bir babakuş gölgesine

çakılmış olanlar,

Üzgün adım, ileri marş!

Aralık, 86

Düşü Ne Biliyorum

Kimdi o kedi, zamanın

eşyayı örseleyen korkusunda

eğerek kuşları yemlerine,

bana ve suçlarıma dolanan?

Gök kaçınca üzerimizden ve

yıldız dengi çözüldüğünde

neydi yaklaşan

yanan yatağından aslanlar geçirmiş

ve gömütünün kapağı hep açık olana?nilgun12-206x300-2

Yedi tül ardında yazgı uşağı,

görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o

ve bağlanmıştır körler

örümcek salyası kablolarla birbirine

sevişirken,

iskeletin sevincini aklın yangınına

döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla.

Yine de, zaman kedisi

pençesi ensemde, üzünç kemiğimden

çekerken beni kendi göğüne,

bir kahkaha bölüyor dokusunu

düşler marketinin,

uyanıyorum küstah sözcüklerle:

Ey, iki adımlık yerküre

senin bütün arka bahçelerini

gördüm ben!

Zaman, Yer, Sonra

Ayla örtünüyoruz çağlardır, buğulu camlar ve farklanmış yüzümüzle. Başkaları uygarlıktan söz ediyor, bilmeden her geriye dönüşün belki ulaşılmaz bir ileriye adım olduğunu. Tohumdan korkuyoruz, yeryüzünün ilgisizliği hafif kılıyor bedenlerimizi, bakışımız göğe yönelirken yürekler serin tutuluyor. Sonra her çınlamayla endişe güğümleri omzuma biniyor; toprağın değişmezliği, yapıların kalıcılığı, anaların istemi kadar tehdit edici yükler. Örümcek ağında gizlenen eski yazılar kinin kuşkusunu kusuyor. Yeniden hatırlanıyor bir zamanın beyaz evleri, dudakların uyarısıyla sonu ertelenen aşkın iyicil kucağı açılıyor, öte dünyanın gerçek konutlarında. Çerçeveleri yalnızlıklarımızdan oluşan, kapıları acılardan örülmüş, toz, taş, geçmiş ve şimdiyi saklayan güzellik! Hiç bitmesin diyoruz dingin tavrımız, bir kez seçilmiş uğraşı yaşamdan ayırmamakla.

Nilgün Marmara: (Doğumu 13 Şubat 1958, ölümü 13 Ekim 1987, İstanbul) Ortaöğrenimini Kadıköy maarif kolejinde (Kadıköy Anadolu Lisesi) tamamladı. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Çeşitli dergilerde şiirleri yayımlandı. 29 yaşında yaşamına son verdi. Kırmızı Kahverengi Defter (Ölümünden sonra Günseli İnal hazırladı 1993).nese-231x388-2

YENİ ÇIKAN KİTAPLAR

Ayrıntı yayınları şiir dizisi

Kıbrıslı şair Neşe Yaşın’ın yeni şiir kitabı Üşümüş Kuşlar, Ayrıntı Yayınları’ndan çıktı. Kitap okura şu ifadelerle sunuluyor: “Nereye giderse gitsin kendi kafesini, yaralarını yanında taşıyan insanın” mutsuzluğunu ve çıkmazlarını iki kişinin ilk bakışta çok öznel görünen ilişkisi üzerinden dizelere döküyor. Kitabın bütününe yayılan aşk şiirleri, “insanın kendi yalnızlığı kadar başkalarının yalnızlığından da beslenen kederli bir ışığın” eşliğinde, siyasal çatışmaları, şairin bölünmüş ülkesinin acılarını dile getiriyor. Okurun imgeleminde tamamlanabilecek yarım bırakılmış “küçük hikâyeler”den oluşan kitap, dayatılmış veya kabullenilmiş her türlü tutsaklık biçimine karşı masumiyet, arınma, direnç ve özgürleşme tutkusuna kanat verme çabasında…

Hayal’den genç bir şair

“Şerefine Kozmos” genç bir şairin Hayal Yayınları’ndan çıkan ilk kitabı ve Serhan Kansu’ya ait. Okura “sorgulayıcı içeriğiyle dikkat çekiyor” diye sunulan kitabın kapak resmi, Serhan Kansu’nun şiirlerini, “Hüzünlü, düşündürücü ve samimi deyişler” olarak yorumlayan yazar, müzisyen ve ressam Mehmet Güreli’ye ait.serefine-249x171-2

Refik Durbaş’tan yeni kitap

Refik Durbaş’ın şimdiye kadar kaleme aldığı yazıların büyük bir kısmını oluşturan “Red Şair ve Şiir Yazıları” Mu Yayınları’ndan çıktı. Durbaş’ın gazete ve dergi yazılarının yanı sıra çeşitli poezyum ve sempozyum konuşmalarından derlenen kitap, Nâzım Hikmet’ten Enver Gökçe’ye birçok şairin yaşanmışlıklarını anlatıyor. Bazı bildirilerin de yer aldığı kitap üç bölümden oluşuyor.

Ve şiirle okur arasındaki bağlaç

Modern İran şiirinin kurucusu Nima, seçilmiş şiirlerinden oluşan “Ey İnsanlar” ile ilk kez Türkçede… Şiirleri Farsçadan M. Bülent Kılıç çevirdi ve kitabı yayına hazırladı. İran şiirinin biçimsel özelliklerinde devrim yapan, şairin toplumsal görevi olduğunu savunan Nima, geleneksel şiirin dönüşümünde önemli rol oynadı, kendisinden sonra gelen şairleri derinden etkileyen bir şair oldu. Kitapta Nima hakkındaki yazıların yanı sıra Nima’nın bazı mektupları ile fotoğraf albümü de yer alıyor. Yayınevi kitabı Furuğ’un şu cümleleriyle tanıtıyor: “Nima benim şiir yaşamımda ayrı bir aşamaydı. Eğer şiirimi değiştirdiyse, yani yeni bir çıkış olanağı sağladıysa, kuşkusuz ki, bu, bu aşamadan geçmiş olmam ve onu tanımış olmamla ilgilidir. Nima gözümü açtı ve ‘bak’ dedi.”

Ve Yayınevi’nin Haiku dizisinin ilk kitabı

baris-acar-239x388-2“bilse, toz bilirbaris-acar

kör noktaları evde

birikmek için”

*

“dust is the guide

into the whereabouts

of blind spots in a house”

Sanat kuramı üzerine çalışmalarıyla tanınan Barış Acar’ın haikularından oluşan “Toz / Dust”, yayınevinin haiku dizisinin ilk kitabı. Kitapta aynı zamanda haikuların İngilizcesi de yer alıyor. Haikular Çağdaş Acar tarafından İngilizceye çevrildi, Sevinç Altan tarafından resimlendi. 500 adet basılın kitabın tüm nüshaları numaralı.

Tarihe mutevazı bir isyan Sımoğlu Süleyman Kıssası

Şairin poetikası, “Benim için şiir büyük harfle yazılan Tarih’e mütevazı bir isyan, bir meydan okumadır. Şairin ödevi tarih kitaplarının hiçbir zaman yazmadığı, yazmayacağı şeyleri yazmaktır” sözleriyle özetleniyor yayınevinin tanıtımında. Kitapla ilgili olarak da “M. Bülent Kılıç’ın tek bir şiirden oluşan Sımoğlu Süleyman Kıssası kitabı uzun, çarpıcı, soluk soluğa okunan ve poetikasıyla bütünüyle örtüşüyor” deniyor. Kitapta şiire İranlı ressam Nazar Mousavinia’nın resimleri eşlik ediyor.

“Sonsuzluğa Kiracı”nın ikinci baskısı… “Geceyle Bir”in ilk…

geceyle-241x388-2

İkinci baskısı yapılan “Sonsuzluğa Kiracı” Veysi Erdoğan’ın sözleriyle tanıtılıyor okura: “Süreyya Aylin Antmen’in ‘Sonsuzluğa Kiracı’sı bir ilk kitap. Yeryüzüne bakmaktan gelen bir gizilgücü var bu şiirlerin. Çatallanan. Başka yollara karışmayı seven. Kendi içine doğru genişleyen. Kiracı olduğu dünyaya hareket halinde bir devamlı yolculuk. Sonsuza eğilen bir mülksüzlük hali… Kendi ağrısını iki sözcükle temellendirir şiirlerinde Antmen: ‘Sonsuz’ ve ‘kiracı’. Hatta bu iki sözcüğü büyük bir endişeye dönüştürür. Buradan hareketle bir yeryüzü okuması çıkarır. Şiirine yeni algı kanalları açar: Çıkmaz, sınır, hiçlik, tapusuzluk, yokluk, yara…”

Bu dizeler de ikinci baskısı yapılan ilk kitap “Sonsuzluğa Kiracı’dan:

“kendimdeyim

o unutulmuş yabancıda

işte burada parlıyor Brecht’in ayı

dünyanın sesini giderek kıstığı bu yerde

sonsuzluğa kiracı kalayım ve usulca

uzanayım ölümsüzlükle burulan denize”

KISA… KISA…

Edebiyat, kültür sanat ve şiir dergileri

Aylık olarak yayımlanan Varlık, Evrensel Kültür’ün ve üç ayda bir yayımlanan Çevrimdışı İstanbul dergisinin yeni sayıları çıktı. Varlık, 1309. sayısında 2400. yaşında Aristoteles’i konu edinmiş… Evrensel Kültür’ün dosya konusu daha politik: “Devrim ve Kültür Ekimden Önce”. Çevrimdışı edebiyatın ekim kasım aralık 2006’ya ait 4. sayısınınsa dosya “Rüya Edebiyatı”.

Akademi Kitabevi’nde şairlerin imza günü

Kadıköy Akademi’de şiirli günler S. Aylin Antmen’le başlıyor. Bugün saat 16.00’da S. Aylin Antmen, yeni çıkan şiir kitaplarını imzalayacak ve okurlarıyla söyleşecek…

aylin-2