Haşmetli bir geçmiş

İbrahim Yıldırım, Dokuzuncu Haşmet'i darbe girişimi sonrasında karmaşık ruh halleri içinde yaşadığımız bu günlerden en az bir sene önce yazdı. Yazar romanda, kahramanı Haşmet'in direniş tarihini anlatıyor. 

Google Haberlere Abone ol

Asuman Kafaoğlu-Büke  [email protected] 

Bazı yazarlar vardır her yeni romanını mutlaka okumak isteriz; işte İbrahim Yıldırım benim o tür yazarlarımdan. Neyse ki heyecanla yeni roman bekleyen okurunu fazla bekletmez, üretken bir yazardır. Duvar’da yazmaya, bu yılın Orhan Kemal Edebiyat Ödülünü almış “Dokuzuncu Haşmet” romanı ile başlamak istedim. Bir önceki romanı “Nişantaşı Suare”yi de çok beğenmiş ve çok ilginç bulmuştum. “Dokuzuncu Haşmet: Alçıtepe Ailesinin Son Ferdi” de geçtiğimiz yılın en özgün yapıtlarından biri.

İbrahim Yıldırım olay değil karakter anlatan bir romancı. Bir kahramanın hikayesi çevresinde oluşuyor kurgu. Kahramanlar da genelde karmaşık zihne sahip, hayatlarının büyük bir kısmını akıl hastanesi ve hapishanede geçirmiş ve bölünmüş kişiliklere sahipler. Alçıtepe ailesinin son ferdi olarak kendini tanıtan Haşmet bey de böyle biri.

ADLİ KONTROL ALTINDA YAŞLI BİR ŞAİR

Dokuzuncu Haşmet”in kahramanı da Gezi direnişine katılmış, hakkında tutuksuz yargı kararı olan, adli kontrol altında tutulan yaşlı bir şair. Roman onunla yapılmış bir nehir söyleşiden oluşuyor. Hatice adlı genç bir gazeteci, şairle söyleşi yapmak üzere onun evine gidiyor ve roman boyunca birkaç günde, farklı saatlerde doldurduğu konuşma kasetleri sadece Haşmet’in monoloğuyla dolu. 7 Ekim ile 14 Ekim 2013 arasında bir hafta süren söyleşi, üç oturumla gerçekleşiyor. Başka kimsenin sözleri yer almıyor metinde. Gazetecinin sorduğu soruları bile duymuyoruz, sadece Haşmet’in verdiği yanıtlardan soruların neler olduğu anlaşılıyor.

Haşmet söyleşi konusunda kararsız başlıyor konuşmaya, “niye yapıldığını hala anlamadığım, hatta bazı şüpheler duymaya başladığım bu röportaj başlamadan bitecek” gibi kızgın çıkışlar yapıyor genç gazeteciye. “Kötü niyetli bir ses toplayıcı” olmasından şüpheleniyor Hatice’nin. Aslında konuşması ilerledikçe Haşmet’in her şeyden şüphelenen ruh halini tanımaya başlıyoruz.

HER DARBEDE İÇERİ ALINAN BİREY

Haşmet sadece kendini, aile geçmişini, hapishanede tanıdığı birkaç kişiyi anlatıyor fakat bu kişilerden de okur şüphe duymaya başlıyor. İbrahim Yıldırım romanlarında üst metin kullanan, romanın yazılış hikayesini romanın kurgusu içinde veren bir yazardır; bu romanda da anlatının nasıl gerçekleştiği romanın kurgusuyla iç içe veriliyor. Kahraman saplantılı, toplum baskısına direnen ya da direnmeye çalışan, ruhsal dengesi bozuk biri olduğunu anladığımızda, aslında belki anlattığı karakterlerin hepsinin kendisi olduğu fikri oluşuyor. Harun, Hurşit, Hatice isimlerinin hepsinin Haşmet ile benzerliği bu düşünceyi güçlendiren bir unsur. Belki hapishanede çilesinden zeytin çekirdekleriyle tespih yapanın da, işkence görenin de kendisi olduğu, kendi iç seslerini anlattığı düşünülebilir. Zaten yaşadığı evin eşyalarının seslerini duyduğunu, kendi iç seslerini duyması gibi de anlıyoruz. “Konsol iblisinin gevezeliklerine eşlik etmeyi sürdüren hırıltılarım, inlemelerim birazdan tamamen kesilir; bedenimin bu gürültücü ve belalı zoraki konuları, hep birlikte ciğerlerimin ranzalarına uzanıp sükun bulurlar…”

Haşmet’in hikayesi aslında Türkiye’nin darbeler tarihi gibi de okunabilir. Darbe girişimi sonrasında karmaşık ruh halleri içinde yaşadığımız bu günlerden en az bir sene önce yazdığı bu romanda İbrahim Yıldırım, kahramanının direniş tarihini anlatıyor. Her darbede içeri alınan, her zaman suçlu bulunan bireyin hikayesi. Nasıl da zamanlaması doğru geldi, anlatması / anlaması zor. Romancılığımızın en özgün seslerinden biri olmaya devam ediyor İbrahim Yıldırım.