YAZARLAR

Kısa mesajın fikiranası: Kartpostal

Postalanmak için seçilen kartpostallar kişiye veya vesile yaratan olaya göre seçilirdi. Bir çocuğa simli, sevgiliye romantik, aileye manzaralı, arkadaşa aforizmalı/dizeli kartlar yollardınız.  Göz kırpan, el sallayan, yürüyen figürlerin yer aldığı 3 boyutlu kartpostallar epey pahalıydılar ve zor bulunurlardı.

30 yıldır tutuklu olan İlham Sami Çomak’a yeni yıl kartı yollamak istedim. Hiç tanımadığım, onyıllar boyu hayata küsmeden cezaevinde ayakta kalmaya çalışan, hatta son yıllarda arka arkaya kitapları yayımlanan biri Çomak. Umut hakkının bile tanınmadığı, topraktan yeşilden mahrum mahpusluk tecrübesinde kendi umudunu kendisi besleyip büyütüyor belli ki. Tıpkı Murat Saat gibi. Sonu benzemese bari. Neyse efendim, onun direngenliğine, hayata bağlılığına uygun bir kartpostal bulayım da yollayayım diye yola düşmüştüm. Bırakın ona yaraşır bir tanesini, piyasaya çoktandır kartpostal arz edilmediğini fark ettim. Ne de olsa başka birçok etkinliği olduğu gibi haberleşme, tebrikleşme trafiğini de elektronik aygıtlar yönetiyor uzun süredir.

Yılbaşının akabinde, uzun bir süre öncesinde hayatımızda yeri olan tebrik kartlarından bahsedeyim dedim. Çocukken dost ve akraba canlısı babamın coşkusuna eşlik etmek, yeni kuşaklar için hiçbir şey ifade etmeyen adres ve telefon defterine kaydettiği isimlere tek tek tebrik kartı, diğer adıyla kartpostal yazmak benim vazifemdi. Onun dikte ettiği kısa bayram/yılbaşı/ve sair kutlama mesajlarını kartpostallara, adresleri ise zarflara özenle ve heceleyerek yazardım. Adreslerin çoğu hala hafızamda. Küçük yerlerde işyerinin, işyeri sahibinin ve yerleşimin adını yazmak yeterli olurdu. Mahalle ve sokak isimleri ise paradigma değişikliğine veya rövanşist politikalara kurban gitmeden önce tarihi bir kişilik veya oraya özelliğini veren bir olay, nüfus yapısı yahut doğal dokudan gelirdi. Mesela hala varlığını koruyabilmiş İbni Neccar Mahallesi, Memurevleri, Sıraselviler gibi. Şunu da ekleyeyim: çoktandır otoriter rejimlerin mikro tezahürü olarak gördüğümüz aile reisi, o yıllarda evi ayakta tutan direk olarak algılanırdı. Babasız evler acıma hissi uyandırır, sırça köşke dönüştüğü düşünülürdü. Haliyle, kartları çocuklar yazsa da, babalar dikte eder, onların soyadıyla, Falanca Ailesi olarak imzalanırdı çoğunlukla.

Postalanmak için seçilen kartpostallar kişiye veya vesile yaratan olaya göre seçilirdi. Bir çocuğa simli, sevgiliye romantik, aileye manzaralı, arkadaşa aforizmalı/dizeli kartlar yollardınız.  Göz kırpan, el sallayan, yürüyen figürlerin yer aldığı 3 boyutlu kartpostallar epey pahalıydılar ve zor bulunurlardı. Özel günlerde kartpostal satarak harçlığını çıkaran epey genç vardı bir zamanlar. Bunları şehir meydanlarına veya postane önlerine yerleştirilmiş, kendi çevresinde dönen metal taşıyıcılardan tek tek seçmek çok keyifliydi. Ayrıca kilitli posta kutularını açınca onları bulmak heyecan vericiydi. Tıpkı inbox’ta güzel mesajlar bulmak gibi.

KARTPOSTAL ŞAİRİ

Gün batımlarının, el ele tutuşmuş sevgililerin, çiçeklerin fon teşkil ettiği şiirler; dikenli tellerin, sıkılı yumrukların, delik deşik duvarların, güvercinlerin eşlik ettiği sloganlar, aforizmalar, dizeler “kartpostal şairi/yazarı” kategorisinin ortaya çıkmasına sebep olmuştu zamanla. Başta Nazım Hikmet olmak üzere, Ahmed Arif, Ziya Osman Saba, Melih Cevdet Anday, Can Yücel’in şiirleri ile başlayan bu furya, Cezmi Ersöz’den aforizmalarla şahikasına ulaşmıştı. Can Yücel ile Duygu Asena arasında yaşandığı iddia edilen “kartpostal şairi” atışması, tevatür olsa bile sanat camiasında kavgada sarf edilen bir yakıştırma olarak yıllarca kullanılmıştı. Alışkanlık pek değişmedi, şimdi de altına adı yazılan kişiye ait olmadıkları basit bir Google taramasıyla anlaşılan aforizmalar ve dizeler sosyal medya hesaplarında cirit atıyorlar.

Dini bayramsa Kabe’yi veya namaz kılan birini gösteren, Kur’an’dan alıntılar içeren kartpostallar da boy gösterirdi metal taşıyıcılarda. Milli bayramlara sıra gelince bayraklı, heykelli hamasi görseller yer alırdı kartpostalların ön yüzlerinde. Turist olarak, göç ederek veya görev icabı gidilen yerli ve yabancı kentlerden postalanan kartpostallar da vardı. Fotoğraf makinalarının yaygın olmadığı yıllarda eşe dosta yaşam alanınız, yeni hayat tarzınız hakkında malumat vermek, manzara cezbediciyse biraz böbürlenmek imkânı verirdi bu tarz kartpostallar. O kenti temsil etmesi niyetiyle çerçevelenmiş şablon manzaralardı bunlar. Cumhuriyet’in henüz tazeliğini koruduğu yıllarda Anadolu’nun çeşitli şehirlerinden postalanmış, kentleşme hamlesinin gösterişçi bir sureti, kurucu/kurtarıcı kadroyu temsil eden heykeller/anıtlar, motorlu taşıtların çalımla yol aldığı bulvarlar, bacasından kıvrak bir duman tüten fabrikalar çıkardı posta kutularından. Cumhuriyet’in idealize edilmiş kent imgesi ulus devletin öncelikli ve ayrıcalıklı unsurları ile yer alırdı bu kartpostallarda. Yabancı bir göze, ulus devletin içermeyi tercih ettikleri ile gelişim yönünü sarih bir biçimde gösterirdi bu manzaralar. Bugün bu kartpostallara bakıp kentlerin nasıl dönüştüğünün, bu dönüşümün paradigmatik dönüşümlerle ilintisinin izini sürmek mümkün.

ARTİST KARTPOSTALLARI

Yerli ve yabancı yıldızların çeşitli pozlarda ve kimi filmlerden alınmış sahnelerle arz-ı endam ettikleri kartpostallar ise yıllar içinde müzik kültürünün, yıldız imgesinin nasıl dönüştüğünü ve bunun tüm bir sosyal dönüşüm içindeki yerini anlamak için iyi bir malzeme. Arzulanan, rol modeli olan, idol olarak görülen ve bir kısmının bugün esamisi bile okunmayan bu yıldızlar ve temsil ettikleri değerler memleket tarihinin çeşitli dönemlerini anlamakta kılavuz olabilirler. Sıla ve yavuklu hasretiyle yüklü asker kartpostallarını da unutmayalım. 80’lerden başlayarak askerlere, başta Sibel Can olmak üzere, devrin arzu uyandıran yıldızları eşlik etmeye başlamıştı. Askere gidip gelen arkadaşlarımızdan, kadın yıldızların kartpostallarının dolap içlerine asılıp mahrem anlara ortaklık ettiklerini de duymuştuk. 90’larda ise “terörle mücadele eden” caydırıcı asker figürleri romantik imgeleri alt etmeye başladı.

Asker kartpostalları

Kartpostallarla yapılan bir şey daha vardı ki, 20 yaş üstü herkesin bunu bildiğini sanıyorum: koleksiyon. Cicili bicili şeylerden oluştuğu için olsa gerek kız çocuklara ve genç kızlara yakıştırılan ve hakikaten de daha çok onlar tarafından yapılan bir koleksiyondu kartpostal koleksiyonu. Kartpostal koleksiyonunun en nadide parçaları, yurtdışından gönderilen simli parıltılı, üç boyutlu ve hatta üzerindeki figürlere tüyden saç, kumaştan kıyafet tasarlanmış olanlardı. Zamanla ikiye katlanmış, açınca içinde üç boyutlu figürler beliren türleri de çıkmıştı piyasaya. Şimdi antika pazarlarını, sahafları dolaşırken çocukluğumuzdan arta kalmış, terk edilmiş, devredilmiş bu kartpostallardan bazılarına denk geliyorum. Arkalarındaki mesajları okumaya gözüm varmıyor. Mahremiyeti ihlal ediyormuş hissine kapılıyorum.


Funda Şenol Kimdir?

Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.