YAZARLAR

Kintsugi: Zarafetle onarmak

Her ne kadar “birden oluvermiş” gözükse de, Kıbrıs Meselesi’nin hareketlenmesi tesadüf değil. Avrupa Birliği Konseyi’nin 1-2 Ekim’deki toplantısında, Türkiye’den Yunanistan ile gerginliğin azaltılması için atılan adımlarının benzerlerinin Güney Kıbrıs’a yönelik atılmasının da beklendiği ifade edilmişti.

Kırılanı, tamir etmek mümkün mü? Bir kez kırılan, onarılabilir mi?

Bazen evet, bazen hayır: Ama kırılanın onarılabilmesinin zarafet gerektirdiği kesin. Japonya’da meşhur “Kintsugi” tekniği, yani 金継ぎ, yaklaşık olarak “altınla birleştirmek” manasına geliyor: bu tekniğe göre, çanak çömleğin kırılan yerleri, altın, gümüş veya platin tozları karıştırılmış vernik ile onarılıyor. Ortaya çıkan, birçok açıdan söz konusu parçanın kırılmamış halinden daha da enteresan, daha da kıymetli bir sanat eseri oluyor. Bir yandan, “kırgınlık” gizlenmemiş, üzeri örtülmeden dışarı vurularak ifade bulurken; daha güçlü ve güzel bir obje ortaya çıkmış oluyor. Kırgınlık da, o eserin kendi tarihinin bir parçası olarak hatırasını ve kendine özel geçmişinin hafızasını koruyor.

Kintsugi veya diğer adıyla kintsukuroi; kırgınlığa da zarif biçimde yaklaşarak yeni bir bütünlükle şifa bulmanın felsefesi.

Acaba Kıbrıs’ın Maraş’ı da açılıverirken, geçmiş kırgınlıkların zarafetle onarılması hedeflense çok daha iyi mi olurdu?

Birdenbire açılıvermesi, Maraş’ın yaralarının daha fazla derinleşmesine; kırıklarının daha paramparça hale gelmesine mi neden oldu yoksa?

Maraş veya Varosha, Kuzey Kıbrıs’ın Gazimağusa veya Farmagusta olarak adlandırılan kentine bağlı bir sahil mahallesi. 1974 öncesi Elizabeth Taylor ve Richard Burton’ın tatil yaptığı popüler bir sahil mekanı iken, savaşın patlak vermesi sonucu bir anda terk ediliveren mahalle, “hayalet kent” tanımına tam da uyan bir yerdi. Bir günde boşalıveren bir mahalle: Masaların üzerinde yemek yenen tabakların bile içinde yiyeceklerle kalakaldığı; yarı dolu su bardakları, içerilerinde eşyalar, giysiler beyhude biçimde sahibini bekleyen yıkık dökük evlerle dolu bir mekân...

Maraş’ı, ben sadece uzaktan gördüm; geçen sene Kıbrıs’ta kıyılarına gittiğim zaman, bu mahalle 45 yıldır askeri bölge idi. Bu bölgeden, 22 yaşında bir gençken kaçmak zorunda kalan tarihçi Anna Marangou’dan Maraş’ın ve Gazimağusa’nın tarihini dinlemiştim.

Marangou için, her sokağına her taşına ayrı tutkun olduğu Maraş, hayatın anlamı demekti. Ailesinin Maraş’ta deniz kıyısında bir evi varmış; o evin anıları, uzaktaki varlığı; içinde bir daha asla yaşamayacak olsalar da, Marangou için kendisi ve aile bireylerinin en büyük dayanağı idi. Maraş’ın açıldığı 9 Ekim’i de “korkunç bir gün” olarak adlandırmış Marangou...

Birleşmiş Milletler’in “Annan Planı”na göre Maraş, Kıbrıs Rumları’nın denetimine bırakılacaktı: Hatırlanacağı gibi, referanduma giden plan, Kuzey Kıbrıs tarafında kabul edilmiş ve Güney Kıbrıs tarafında reddedilmişti.

Maraş’ın “Ankara’nın Kıbrıs Yol Haritası” çerçevesinde açılıp açılmayacağı bir süredir konuşuluyordu. Kuzey Kıbrıs’ta hükümet tarafından tek taraflı bir adımla açılıvermesi, Kıbrıs Sorunu’nu daha derinleştireceğinden yapılmasına pek de ihtimal verilen bir konu değildi: Nasıl Ayasofya’nın camiye çevrilip ibadete açılması, üzerine çok konuşulsa da Yunanistan için sürpriz olduysa, Maraş’ın açılması da Kıbrıs’ın geneli için sürpriz oldu denebilir.

Kıbrıs Sorunu’na “çözüm odaklı” yaklaşıldığı zamanlarda, bölgenin Kıbrıs’ın iki tarafını da içeren, iki tarafının da bölgeye yerleşimini sağlayacak biçimde iskâna açılmasını öngören projeler gündeme gelmişti. Böylece bu projeler de rafa kalkmış oldu.

Her ne kadar “birden oluvermiş” gözükse de, Kıbrıs Meselesi’nin hareketlenmesi tesadüf değil. Avrupa Birliği Konseyi’nin 1-2 Ekim’deki toplantısında, Türkiye’den Yunanistan ile gerginliğin azaltılması için atılan adımlarının benzerlerinin Güney Kıbrıs’a yönelik atılmasının da beklendiği ifade edilmişti.

Toplantı ertesinde, AB Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen, “Türkiye ve Yunanistan arasında güvenilir diyaloğun başlamasının olumlu bir gelişme olduğunu ancak Ankara’nın Güney Kıbrıs’a karşı benzer biçimde davranmamasından" üzüntü duyduklarını söylemişti.

O günden bu yana da Kıbrıs Sorunu, yeniden “krizli biçimde” kendisini hatırlatıyor.

Benzer biçimde, “derin dondurucudan” çıkan bir diğer konu da, “Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge meselesi”. AB Konseyi toplantısının sonuç bildirgesinde, Mart 2016 tarihli “Göç Anlaşması”na atıf yapılmasından kaynaklanıyor bu hareketlenme de. Bu anlaşmada, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde Suriyeli mültecilerin dönüşü için bir “güvenli bölge” oluşturmasına AB tarafından destek olunacağı taahütü vardı.

Hatırlanacağı gibi, 3 Ekim’de; yani AB’nin toplantısının hemen ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şöyle bir açıklaması olmuştu: "Suriye'de halen var olan terör bölgeleri ya bize söz verildiği şekilde temizlenir ya da biz gider bunu kendimiz yaparız".

“Zeytin Dalı” ve “Barış Pınarı” gibi yeni bir askerî operasyon da gündeme gelebilir bu sonbahar, bu kış.


Sezin Öney Kimdir?

Gazeteci ve siyaset bilimci. Yeşil ve çevreci olmak hayatının odağındadır. Uluslararası ilişkiler, tarih, siyaset bilimi, milliyetçilik çalışmaları ve çatışma çözümü ve analizi üzerine Türkiye’nin yanısıra, ABD’de ve Avrupa’da birçok üniversitede eğitim görmüştür. Dil hakları, uluslararası hukukta kendi kaderini tayin hakkı ve 2010’dan beri de ağırlıklı olarak, popülizm üzerine çalışmaktadır. Gazetecilik çalışmalarında, Avrupa Birliği ve Avrupa siyaseti üzerine odaklanmaktadır. Son yıllarda, kamuoyu araştırmaları üzerine branşlaşmaya başlamıştır. Orta ve Doğu Avrupa tarihi, politikası da ilgi alanları arasındadır. Budapeşte ve Selanik ile beraber İstanbul-Ankara-İzmir’de ikamet etmektedir. Duvar English’te de yazmaktadır.