YAZARLAR

Kimlikli bebekler, kimliğe saygılı yurttaşlar

Ayşe’nin kardeşi yok. Sevdiği şeyler arasında futbol oynamak başta geliyor. Ancak dinleyiciler arasından bir erkek çocuğu itiraz ederek, “kızlar futbol oynayamaz ki!” diyor. Çocuk aslında eğitimin tam da hedefine ulaşmasını sağlıyor. Söz konusu kimlikli bebek oturumundaki amaçlardan biri, kız çocuğunun futbol oynayabileceğini anlatmak, kalıp yargıların dışına çıkmak.

Birçok kesimin gündem ibresi uzunca bir süredir depremden seçimlere doğru kaymışken, deprem bölgesinde halen birçok sivil toplum kuruluşu canla başla çalışmalarını sürdürüyor.

Daha önce bir başka yazıda bahsettiğim Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) bünyesinde, Prof.Dr. Ebru Aktan Acar öncülüğünde ÇABA Çok Amaçlı Erken Çocukluk Eğitimi Merkezi (ÇABAÇAM) de depremin ilk gününden itibaren Adıyaman, Kahramanmaraş ve Hatay’da erken çocukluk dönemi özelinde projeler yürütüyor.

Ancak ÇABAÇAM kısa süre önce önemli bir proje daha başlattı: farklılıklara saygı eğitimi kapsamında deprem bölgesinde Kimlikli Bebekler Yaklaşımı’nın yaygınlaştırılması.

Söz konusu yaklaşım, Avrupa’da on yıllardır okul öncesi eğitim ve ilköğretim seviyesinde uygulanan, etkisi ise birçok bilimsel platformda kanıtlanmış bir erken çocukluk eğitim modeli...

Duygu dağarcığının gelişmesi, farklılıklara saygı bilincinin oluşması ve çocukların “empati” kavramını içselleştirmesi, bu etkilerden sadece birkaçı. Yetişkinlikte ortaya çıkan önyargıların ve ayrımcılığın temellerinin çocuklukta atıldığını bilmek için psikiyatr koltuğuna uzanmaya gerek yok.

Amerikalı bir sınıf öğretmeni olan Kay Taus tarafından 1987 yılında ABD’nin Kaliforniya eyaletinde görev yaptığı okulöncesi eğitim kurumunda farklı etnik arka planlardan gelen küçük çocukların ön yargılı tutumlarını ve ayrımcılık davranışlarını önlemede ve olumsuz tutumlardan arınmalarında yardımcı olmak için geliştirilen bu yaklaşım, artık Almanya’dan Çek Cumhuriyeti’ne, Güney Afrika, İzlanda, Avusturya, Hollanda ve İngiltere’ye dek birçok ülkede uygulanıyor.

Uluslararası literatürde “Persona Dolls Approach” olarak biliniyor.

Başlangıçta eğitsel materyaller “karton bebekler” idi ve bu bebekler, çocukların ten renklerini ve fiziksel özelliklerini betimliyordu. Bebeklere göre hazırlanan elbiselerle birlikte onlara birer kimlik kazandırıldı. Ardından kartondan bebekler yerini daha dayanıklı olan bez bebeklere bıraktı ve Taus –ardından da bu yaklaşımı benimseyip sertifika alan ve uygulayan eğitmenler- kimlik verdikleri bebeklerin kendilerine anlattığı hikayeleri, çocuklara aktararak onlara kimlikler-üstü, birleştirici bir anlatıyla ulaşmaya başladılar.

İletişim kurulan topluluğun kişisel, toplumsal ve duygusal yönden gelişim hedefleriyle de bağlantılı öyküler kurgulandı. Çocukların deneyimleri bez bebeklerin ağzından aktarılarak bastırılan duygular, adaletsizlikler veya farklılıklara dair endişeler çocukların ifadeleriyle gün yüzüne çıkarıldı. Yani ortada interaktif, açık uçlu ve sorun çözmeye dayalı bir yaklaşım söz konusu.

Bebekler, uygulandıkları bağlama göre ırkçılık ve yabancı düşmanlığıyla mücadelede, fakirlik kaynaklı toplumsal dışlamaya karşı ortak hareket ederken, HİV virüsü taşıyan topluluklarla temasta veya farklı kabilelerle iletişim kurarken kullanıldı.

Kay Taus, “neden bebekler?” sorusuna şöyle yanıt verir: “Bebekler farklıdır çünkü onlar sınıfımızda olan çocuklar gibi benzer bireysel kimliklere sahiptirler. Onların bir aileleri vardır, belirli bir yerde yaşarlar; evde ya da bir apartman dairesinde, arkadaşları vardır ve bu özel durumlar asla değişmez.”

Aktan-Acar’ın kurucusu olduğu Kimlikli Bebekler Eğitim Girişimi Derneği bu konuda bir süredir başarılı çalışmalar yürütüyor; bu konuda çalışmak isteyen kişilere en son beşincisi verilen uygulayıcı eğitimi sonucunda sertifika veriyor.  

Daha önce bu metot, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Yuvamız İstanbul Çocuk Etkinlik Merkezleri’nde “Obeziteyi Değiştiren Şehir İstanbul” projesi kapsamında ÇABAÇAM tarafından uygulamıştı.

Boğaziçi Üniversitesi Barış Eğitimi Uygulama ve Araştırma Merkezi, Mardin Ortak Kadınlar İşbirliği Derneği (MOKİD) ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi iş birliği ile yürütülen DPT-SODES Projesi kapsamında, kadınlara istihdam yaratmak amacıyla 2011 yılında Mardin’de Kimlikli Bebekler Üretim Atölyesi kuruldu.

Bu proje kapsamında kurulan atölyede, ilk aşamada Güney Afrika Kimlikli Bebekler Eğitmeni Carol Smith tarafından 20 kadına eğitim verildi ve projede okul öncesi öğretmenlerinin kullanacakları bebeklerin üretimi sağlandı. Mardin’de Suriyeli kadınların da katılımıyla MOKİD Derneği bünyesinde Kimlikli Bebekler üretildi.

Yoksunluk, yokluk, kıt kaynaklara erişim zorluğu gibi birçok insani durumun, deprem bölgesindeki ayakta kalma mücadelesini belirlediği bir ortamda, çocuklara, erken çocukluk döneminden başlayarak söz konusu yaklaşımla ulaşmak önemli. Çünkü çocuklar, deprem sonrasında iskambil kağıtları gibi yıkılan yaşamlarında ortaya çıkan bu “yeni normal”de farklı kültürlerden gelen çocuklarla aynı çadırlarda ders görebiliyorlar, aynı sahra hastanelerine gidebiliyorlar. İçlerinden bazıları deprem sonrası uzuvlarını kaybetmiş olabiliyor. Mahremiyet eğitiminin gerektiği durumlar ortaya çıkıyor.

Kimisinin içi beton gibi, sustukça katılaşıyor, duyguları bir gecede paslanmış. Ortaya saçılmış ve gizlenmiş yüzlerce duygu var.

Çocuklar deprem gibi travmalar sonrasında duygularını ifade etmekte zorlanabiliyorlar; çadır ve konteyner kentlerde farklı kimlikler, cinsiyetler, ırklar ve gelişim özelliklerine sahip bireylerle mekânsal olarak kısıtlı alanları paylaşmak zorunda kalabiliyorlar. Kız çocukların cinsiyetlerinden dolayı maruz kaldıkları eşitsizlikler de herkesin malumu.

Nelson Mandela’nın o güzel sözünde olduğu gibi: “Hiç kimse ten renginden, geçmişinden ya da dininden dolayı bir diğerinden nefret ederek dünyaya gelmez!  İnsanlar nefret etmeyi öğrenirler ve eğer nefreti öğretebiliyorlarsa o zaman onlara sevmeyi de öğretebilirler.”

Geçmişte kendi odası, kendi mutfağı, kendi banyosu, kendi salonu, hatta kendi balkonu ve oyun alanı olan bir depremzede çocuk, artık bu alanları akranlarıyla paylaşırken eşitlik ve adalet gibi konularda daha duyarlı olmasını gerektiren ortamlarla karşılaşabiliyor.

ÇABAÇAM, bu ihtiyacı erken aşamada fark ederek, çalıştığı bölgedeki çocukları Ayşe Bebek’le tanıştırmış.

Ayşe Bebek 4 yaşında. Annesi ve babası polis. Maraş depreminden sonra ailesi Çanakkale’den Maraş’a görevlendirmeye geliyor. Ayşe de okula gelip arkadaşlarıyla tanışıyor. Deprem bölgesindeki kalabalık ailelerin aksine Ayşe’nin kardeşi yok. Sevdiği şeyler arasında futbol oynamak başta geliyor.

Ancak ne olsun beğenirsiniz? Bunu duyar duymaz dinleyiciler arasından bir erkek çocuğu itiraz ederek, “kızlar futbol oynayamaz ki!” diyor.

Çocuk aslında eğitimin tam da hedefine ulaşmasını sağlıyor. Söz konusu kimlikli bebek oturumundaki amaçlardan biri, kız çocuğunun futbol oynayabileceğini anlatmak, kalıp yargıların dışına çıkmak.

Bunun üzerine Ayşe Bebek, futbol oynamayı çok sevmesine rağmen erkek arkadaşları onu aralarına almayıp alay ediyorlar, “sen kızsın, oynayamazsın” diyorlar.

Kimlikli Bebekler Yaklaşımı’nda bebeğe canlılık atfedilerek diyalog yoluyla “duygular” çalışılıyor. Uygulama şu iki soruyla başlıyor: Sizin başınızdan böyle bir olay geçti mi? Ayşe Bebek’e kendisini daha iyi hissetmesi için ne önerirsiniz?

Çocukların Ayşe Bebek’in kendini daha iyi hissetmesi için önerileri muhtelif: “Oyuncak veririz.” “Bebek veririz.” “Hediyeler alırız.”

Bunlar, aslında ÇABAÇAM’ın saha ekibiyle daha önce de yaptığım görüşmelerde sık sık vurguladıkları bir gerçekliğe işaret eden yanıtlar dizisi. Zira, gerek eğitmenler gerekse pedagoglar, çocuklara çadırlardan eşya dağıtmamak gerektiğini uzunca bir süredir vurguluyorlardı. Bir noktadan sonra koşullanmışçasına sahaya gelen ekipleri görür görmez onlara “ne hediye vereceklerini” soran bir çocuk ve ebeveyn kitlesi ortaya çıkmış durumda. Bu çocukların kendilerine bir hediye getiren her yabancıya yakınlaşmasının yanı sıra, insanlarla maddiyata dayalı bir iletişim kurması gibi sonuçlar doğuruyor.

Peki bu yoksunluk ortamında duyguları doğru tahlil edip erken çocukluk dönemini daha geniş bir sahada doğru bir şekilde yönetmenin bir çözümü var mı?

2002’de Berlin’de Kimlikli Bebekler Eğitim Yaklaşımı konusunda kapsamlı bir eğitim alan ve o zamandan beri bu konu özelinde aktif çalışmalar yürüten Prof. Ebru Aktan Acar’a göre, derhal okulları açmak ve öğretmen-çocuk ilişkisini okul çatısı altında sağlıklı bir zemine kavuşturmak gerekiyor.

“Okullar açıldığında aileler de deprem bölgesindeki yaşam alanlarına geri döner; şehirler canlanır; çadır kentler konteynerlere taşınır; depreme dayanıklı evlere geçiş yapılır. Şehirlerin de insanların da yüzleri gülmeye başlar,” diyor Prof. Acar.

Bu yaklaşımla hedeflenen sonuç; çocukların kriz ortamlarında güçlü ve pozitif kimlik geliştirmelerine yardımcı olmak, kendileri ve başkaları hakkında iyi duygular beslemelerini çağdaş eğitim araçları yoluyla sağlamak.

Kimlikli Bebekler, zamanında Barbie bebeklerin tektipleştirici ve belirli bir güzellik normunu dayatan modellerine karşı artan toplumsal muhalefet sonucunda bugün tel takan, tekerlekli sandalye kullanan, siyah tenli, kilolu bebeklerin de üretildiği akımın öncülü denebilir.

Zira kimlikli bebekler, hitap edilen çocuk topluluğunun özellikleri göz önüne alınarak, zaman zaman obezite sorunu olan, zaman zaman Down sendromlu, zaman zaman çilli, albino veya kepçe kulaklı bir görünüme bürünebiliyor. Çünkü Almanya’da çocuk olmakla deprem bölgesinde Adıyaman’da çocuk olmak aynı anlamı taşımayabiliyor. Kimlikler, toplumsal olarak yeniden şekilleniyor.

Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler’de “Kimliğim beni başka hiç kimseye benzemez yapan şeydir” der. Kimlik artık sadece sosyal bilimcilerin tartışma platformuna ait değil; çocuk gelişiminden siyasal iletişime kadar her alana nüfuz etmiş durumda.

Herkesin doğduğu andan itibaren genetik ve toplumsal olarak taşıdığı normlar, kimlikler ve aidiyetler var ve bunların toplumda kabul görmesi ve ayrımcılık konusu olmaması için erken çocukluk eğitimi kritik önemde. Böylelikle, bu eğitimin başarıyla uygulandığı çocuk, daha sonraki aşamalarda farklı kültürlerden gelen bir akranıyla sağlıklı iletişim kuracak, engelli bir akranına kucaklayıcı bir yaklaşım geliştirecek, kimlikli bebekler üzerinden öğrendiklerini deneyimlerine yansıtarak sosyal becerilerini geliştirecek, kısaca “insani erdemlerini” insan ilişkileriyle taçlandıracak.

“Farklılıklarımız zenginliğimizdir” yaklaşımının okul kitaplarında ve defterlerde kalmaması, içselleştirilmesi ve çocuklarda erken yaşta normalleştirilmesi için kimlikli bebeklerin deprem bölgesinde bir eğitim materyali olarak kullanımı son derece değerli. Zaman içerisinde diğer eğitim bağlamlarına da yaygınlaştırılması da hepimizin sağduyusu ve toplumsal farkındalığı ile mümkün olacak.

Maalouf’la bitireyim sözümü: “Yaşamın her aşamasında, insanların aidiyetlerine karşı tavırları ve bunlar arasındaki hiyerarşiyi belirleyen bu yaralardır. İnsanlar dinleri yüzünden eziyet gördüğünde, derilerinin rengi ya da yamalı giysileri veya şivesi yüzünden aşağılandığı ya da alaya alındığında bunu unutmazlar. Buraya kadar kimliğin çok çeşitli aidiyetlerinden oluştuğu üzerinde ısrarla durdum; ama aynı zamanda kimliğin tek olduğu ve bizim onu bir bütün olarak yaşadığımız olgusu üzerinde ısrar etmek de kaçınılmaz oluyor. Bir insanın kimliği başına buyruk aidiyetlerin birbirine eklenmeleri demek değildir, kimlik bir "yamalı bohça" değildir, gergin bir tuval üzerine çizilen bir desendir; tek bir aidiyete dokunulmaya görsün, sarsılan bütün bir kişilik olacaktır.”

Kimlikli Bebekler, işte bu gergin tuval üzerine çizilen deseni alttan alta güçlendiren çok değerli bir yaklaşım. Ne kadar çok sahiplenilirse, ne kadar çok uygulanırsa, o kadar güçlü ve sağduyulu yurttaşlar yetiştirecek yarınlara...Ve o yurttaşlar, kendileri gibi düşünmeyenlere taşlarla saldırmayacak, aydınları yakmayacak; herkesin kimliğine, dünya görüşüne saygı duyacak; organize kötülüğün parçası olmayacak. Barış, adalet, eşitlik için "kimliklere saygı duyan" çağdaş eğitim yöntemlerinin erken yaşlarda uygulanmasının ne kadar önemli olduğunu son dönemde bir kez daha görmüş olduk. 


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.