YAZARLAR

KHK’liler ve askıda toplum!

“Topluma kazandırma” kriminoloji literatüründen alınma bir laf, katilin, hırsızın, uğursuzun, ceza-infaz teknikleriyle “ıslah” edilmesi fikrini dile getiriyor. Lafı söyleyen, hem toplumu hem bireyi “pasif” görür. Babacan, muhalefet olacaksa kriminoloji dilini değil adalet dilini tercih etmek zorunda.

Ali Babacan şaşırmıştır, “Topluma kazandırma” lafına niye bu kadar tepki geldi diye.
İyi niyetle yorumlayalım: Kanun Hükmünde Kararnamelerle işlerinden atılanların (ne atılması, “sivil ölüm” resmi adıyla yokluğa, yoksunluğa, yoksulluğa mahkum edilmek istenenlerin) uğradığı haksızlık ve adaletsizliğin yanı sıra, toplumun da ciddi kayba uğradığını, zarar ettiğini dile getirmeyi amaçladığını varsayalım. O zaman neden kişilerin ve (varsa!) toplumun uğradığı kayıpları telafi etmekten bahsedilmiyor da “topluma kazandırma” ifadesi seçiliyor sorusuyla karşı karşıya kalırız. Sahi, neden?

İKTİDARDAN KOPAMAMAK

Türkiye’yi yönetenler Kanun Hükmünde Kararname ile insanları işlerinden atarken, “topluma kaybettirme” iddiasında değil, kazandırma iddiasında idiler. (Tek fark, “toplum” değil, “millet” demeyi tercih ettiler.) Aynı yönetim heyeti fikir değiştirdiği anda “topluma (yeniden) kazandırma” lafını tercih edecektir.
Burada hem toplum hem de kazandırılan ya da kaybettirilen her kimse onlar pasif konumdadır. Toplum pasif biçimde kazandırılmayı ya da kaybettirilmeyi bekler, atılanlar da kazanç ya da kayıp olarak yerlerinin belirlenmesini bekler. O halde Babacan’ın lafının ilk sorunu mevcut iktidarın yönetme anlayışından, toplum anlayışından ve birey anlayışından mahiyet ve şekil olarak hiç kopmamış olmasıdır. Yani söylediği şey aslında muhalefet değil iktidar sözü. Zaten, “topluma kazandırma” ve “kaybettirme” ancak iktidarların emin biçimde girişebileceği işler değil mi?

KRİMONOLOJİ DİLİ VE ADALET DİLİ

Lafın ikinci sorunu, haklarını koruma vaadiyle siyasi yarar elde etmeyi arzuladığı grubun mevcut iktidar tarafından yerleştirildiği yerden uzakta düşünmeyi başaramaması:
“Topluma kazandırmak” lafı, kriminoloji literatüründen çıkma bir laf. Hani hırsız, uğursuz, katil, dolandırıcı filan kişileri ceza-infaz politikaları neticesinde zararlı kişiler olmaktan çıkarıp yararlı kişilere çevirmenin yollarını arayan bilimsellik iddiasındaki disiplinden.
Oysa KHK ile kamudan ihraç edilenlerin konumu (iktidarın inanmamızı çok istediği gibi) kriminal bir konum değil asla. Bir siyasetçi bu grup lehine, bu grubun haklarını esas alarak konuşacağı zaman kriminoloji diline değil adalet diline başvurmak zorundadır. Çünkü kriminoloji dili, hitap ettiğine fail olma imkanı bırakmayan, onu nesneleştiren, hüküm altına alan bir dildir.

VAAT DEĞİL TEHDİT

“Topluma kazandırma” ilk bakışta zannedileceği gibi bir vaat ya da bir taahhüt değil, bir tehdit içerir, “kazandırma” ve “kaybettirme” gücüne sahip kişinin tehdidi. Zaten, “toplum” denilen şeyin konuştuğu görülmemiştir, insanlar onun adına ya da lehine konuşur, onun için hatta o-olarak konuştuklarına inanmamızı isteyerek. Bu, “Alın size sivil ölüm!” diye sallanan parmağın sahibinin pozisyonudur aslında: “Ben, biz, toplum olanlar, toplum adına konuşma kudretine sahip olanlar, siz o kadar kudretli olmayanlara deriz ki, ödül yakın!” Ceza da yakın demektir bu.
İktidarın dilini, üslubunu, jestlerini, kavrayışını taşıyıp muhalefet olmaya çalışmak iktidardan başkasına fayda getirmiyor. Bu haliyle muhalefet iktidarı tamamlamaktan başka işe yaramıyor.
Ne yapalım, iktidarın “askıda toplum” kampanyasını mı bekleyelim?