YAZARLAR

Kendi kendimizin sansürcüsü olmak

Bu iklimde bütün sanatçılar için üretim süreçleri müthiş bir baskı altına alınmış durumda. Linç korkusuna dönüşen bu toplumsal baskı acaba kaç kitabın yazılmasına, kaç filmin çekilmesine mani oluyor?

Geçen hafta Orhan Pamuk’un yeni romanı hakkında yazmış ve “…bu kitapta anlatılanların gerçekliğine o kadar da kendimizi kaptırmamamız, neyin tarih neyin kurgu olduğu konusundaki belirsizliği kabullenmemiz gerektiği konusunda uyarılıyoruz en başta.” demiştim. Çünkü Türkiye Minger mi, Komutan Kâmil Mustafa Kemal mi gibi meselelerin ortaya atılabileceğini tahmin etmek zor değildi. Evet Minger biraz Türkiye, ama daha çok o dönem Osmanlı’dan kopan ulus devletlerin hepsi birden. Komutan Kâmil de o süreçleri yöneten, tarihin akışı içinde öne çıkan ulusal liderlerin bir toplamı. Belki biraz da Mustafa Kemal. Ama daha çok başka birileri… Neticede olumsuz bir karakter mi? Hayır. Yazarının şefkatle yaklaştığı, annesine, sevgilisine bağlılığını duygulanarak okuduğumuz, doğup büyüdüğü Minger’e dönük sevgisine ikna olduğumuz, memleketi için bir şeyleri düzeltme çabasını heyecanlanarak okuduğumuz bir karakter. Kitabın genel üslubundaki ‘ironi’ tabii ki Komutan Kamil’i de kapsıyor ve kendisi Mustafa Kemal’i çağrıştırabilir diye bundan azade olması gerekmiyor. Tabii Atatürk’ün de eleştirilebileceğini düşünmek ile onun dokunulmaz bir kavram olması gerektiğine inanmak arasında bir uçurum var. Bugün yaşadığımız kamplaşma ikliminde, hele ki Atatürk’ün kurduğu modern laik Cumhuriyet’in temeli hırsla kazılırken bazılarımızın neden birer katı Atatürkçüye dönüştüğünü görüyor, anlıyoruz. Ama herkes Atatürkçü olmak zorunda değil; olan da Atatürk’e tek bir açıdan yaklaşmayabilir. Sıkı bir Kemalist olan Attila İlhan’ın kitabının adı gibi ‘Hangi Atatürk?’ diye sorabiliriz her zaman. Bugünkü katı Atatürk anlayışı bazılarımızı Nadir Nadi gibi ‘öyleyse ben Atatürkçü değilim’ noktasına da getirebilir…

İşin açıkçası ortada bir Atatürkçülük tartışması da yok. Temel sorun bazılarının Orhan Pamuk’u yeterince milliyetçi bulmaması ve bu sebeple yıllardır büyüttükleri ön yargı ve öfke. Garip bir ‘açığını arama’, onu ‘mat etme’, hatta mümkünse ‘yazamaz, okunmaz’ hale getirme tutkusu. Böyle tutkulu düşmanlıklara hedef olan ne yazık ki çok sayıda başka yazar ve sanatçı var… Bunun temel kaynağı ise günümüzde dünyanın her yerinde karşımıza çıkan parçalanmış, kutuplaşmış düşünce ve siyaset iklimi. ‘Ya bendensin ya düşmanım’ anlayışı. Herkesin yüzde yüz aynı şeyi düşünmek, sadece kendi kampını olumlayacak düşünceleri ifade etmek, hatta sadece kendi kampı için uygun gerçekler üretmek zorunda olduğuna inanan, bunun dışındaki tüm sesleri ‘çatlak’ kabul eden bir kitleye dönüştük. Bu iklimde bütün yazarlar, yönetmen, besteci, sanatçı yani tüm yaratıcı bireyler için üretim süreçleri müthiş bir baskı altına alınmış durumda. Baskının kaynağı sadece iktidar ya da devlet değil, ne yazık ki tüm toplum… Bir yazar için eskiden en önemli şey tartışma yaratacak bir eser vermekti. Şimdi edebiyat dünyasında tahmin ediyoruz ki tam da bundan çekindiği için uygun zamanı bekleyen kitaplar vardır. Siyasi tartışmalara neden olacağı için, yazar kendisini kimseye izah edemeyeceği bir linç tehlikesi içinde gördüğü için bazı kitaplar ya hiç yazılmıyor ya bitmiyor ya da yayımlanmıyor. Ve eminim çekilmeyen böyle filmler, basılmayan incelemeler, açılmamış sergiler, söylenmeyen şarkılar vardır ve daha da olacaktır. Kendi kendimize bir sansür iklimi yarattığımızın farkında mıyız, bilmiyorum…

Orhan Pamuk’un hemen ardından gelen Erkan Oğur olayı da ayrı bir mesele. Erkan Oğur bugüne kadar tamamen olumlu bir imaja sahip, sevgi ve hayranlık halesiyle çevrelenmiş bir müzisyendi. Ama İbrahim Kalın’la birlikte müzik yaptığı ortaya çıkınca o sevgi halesi bile koruyamadı onu. Evet İbrahim Kalın da herhangi birisi değil, iktidarın, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın yüzü, sesi. İktidara muhalif olanlar sevdikleri kimseyi Saray’ın çevresinde görmek istemiyor, bunu büyük ve affedilmez bir hata olarak görüyor. Erkan Oğur bu nedenle ağır bir tepkiyle karşılaştı ve sanıyorum ki hiç böyle şeylere alışık olmadığı için şaşkınlığa ve paniğe kapılıp kendisini daha da zor duruma düşüren açıklamalar yaptı.

Bu kavgacı, çatışmacı siyasi iklimi, dışlayıcı siyaset yaparak, yıllar boyu insanları hatta sanatçıları ‘bizden/bizden değil’ diye ayırarak kuranların kimler olduğunu herkes biliyor. Ama bazen kendimizi bu siyasi iklime fazla kaptırıp kıymet verdiğimiz insanları kolayca harcadığımızı da düşünüyorum. Bir gün bütün bunlar bitecek elbette, o zaman göreceğiz ki sel gitmiş geride güzel şarkılar ve romanlar kalmış…