YAZARLAR

Kaybolan bir kuşağın mensubu: Emin Karaca

Önceki gün kaybettiğimiz gazeteci-yazar Emin Karaca, sona eren bir Bab-ı Ali kuşağının, geleneğinin temsilcilerinden biriydi. Sanki Bab-ı Ali’nin içinde doğmuş ve orada yetişmiş basına, edebiyata, sol geleneğe bağlı bir gazeteci kuşağına dahildi. Bu alanlarda çok sayıda araştırma kitabına imza atmış çalışkan bir yazardı.

 

Önceki gün Emin Karaca’nın vakitsiz kaybıyla sarsıldık. Emin Karaca hayatının son kırk yılında olduğu gibi yeni araştırmalar yapıyor, dosyalıyor, yeni kitaplar için projelerini hazırlıyordu. Eğer Covid-19 gelip de bulmasaydı onu, Emin Karaca imzalı kim bilir kaç kitap okuyacaktık. Onun son kitabını Doğan Kitap’ta birlikte hazırlamıştık: ‘Bay Ataç Gocunmasın Hiç, Türk Edebiyatında Unutulmayan Kavgalar’… Sırada bu kitabın devamı olabilecek yeni araştırmaları da vardı…

Önceki gün kaybettiğimiz gazeteci-yazar Emin Karaca, sona eren bir Bab-ı Ali kuşağının, geleneğinin temsilcilerinden biriydi. Sanki Bab-ı Ali’nin içinde doğmuş ve orada yetişmiş basına, edebiyata sol geleneğe bağlı bir gazeteci kuşağına dahildi.

Ben onu Bab-ı Ali yokuşunda bir edebiyat dergisinin yazıhanesinde tanıdım. Oraya arada uğrayan, entelektüel gündemin nabzını tutmak için hazırladığımız soruşturmalara katkı istediğimiz aydınlardan biriydi. Daha sonra ben Radikal Gazetesi’ne geçtiğimde Emin Abi de orada ‘Exlibris’ başlıklı köşesinde kitap tanıtımları yapıyordu. Yazılarını faksla gönderir, o dönem pek çok yazarın yaptığı gibi biraz uzakta da olsa arada sırada gazeteye uğrardı. Tabii artık Bab-ı Ali’de değil İkitelli-Bağcılar hattındaydık, matbuat yerini medyaya bırakmıştı ve çay sigara tüketilen yazıhanelerin yerini garip bir koşuşturmacanın hakim olduğu medya plazalar almıştı. Onu tanıyanların iyi bildiği kalın sesiyle ağır ağır konuşarak kendinden emin biçimde projelerini, fikirlerini anlatırdı. Sakin bir ısrarı asla bırakmaz, elindeki malzemeyi kabul ettirmek için sonuna kadar uğraşırdı.

1949 Denizli doğumlu Emin Karaca liseyi Aydın’da okumuş. Ardından İstanbul’a gelmiş ve gazeteciliğe başlamış. Onun yıllardır bütün kitaplarında tekrar edip duran bir iki cümlelik bu kısacık biyografisini hepimiz biliriz. Hayat hikayesinden çok biyografisinde uzun uzun yazdığı, hazırladığı kitapların ve aldığı ödüllerin listesi yer alırdı. Çünkü benim tanıdığım Emin Karaca, kendisi hakkında değil ama yaptığı işler hakkında konuşmayı seven biriydi. Wikipedia’daki bilgiye göre sol kitaplar okuduğu için daha ikinci sınıfta liseden uzaklaştırılmış. 1967’de İstanbul’da gazetelerde çalışmaya başlamış. Bir yandan Hikmet Kıvılcımlı çevresinde sosyalist harekete dahil olmuş, bir yandan da işçi olarak Kavel fabrikasında çalışmaya başlamış. 1972’de THKP-C davasından hapse girmiş, 1974 affıyla çıkmış.

Sosyalistliği ve gazeteciliği kimliğinin temel unsurları olmuş. Ben de hep onu öyle bildim, tanıdım. Sürekli basın kartı sahibiymiş. Aktif gazeteciliği aslında erken sayılabilecek bir yaşta, 80’lerin sonunda bırakmış. Ve tamamen kitaplara odaklanmış. Bu tarihten itibaren sevdiği konuları araştırdığı ve hepsi de yayımlandığında epey ilgi çeken kitaplar yazdı. Bir sosyalist olarak eski tüfeklere, toplumsal mücadeleler tarihine eğildi. ‘Yeraltı Dünyadan Başka Yıldız Değildi’, ‘Eski Tüfeklerin Sonbaharı’, ‘12 Eylül’ün Arka Bahçesinde’ gibi kitapları yazdı. Basın tarihi ise belli başlı konularından biri oldu. Onunla komşu bir konu olarak edebiyat tarihine ve en çok da Nazım Hikmet’e ilgi duydu. Emin Karaca, hepsi de yayımlandığında ilgi çeken ‘Nazım’ın Aşkları’, ‘Sevdalınız Komünisttir’, ‘Tepeden Tırnağa Nazım Hikmet’ gibi çok sayıda kitap yazdı. Onlardan bir olan ‘Mistik, romantik, ağır mahkum ve göçmen şair Nazım Hikmet’ adlı kitabının girişinde şairin hayatına dair yanlış bilgilerden ve herkesin onu işine geldiği gibi anlatmaya çalışmasından biraz da kızgınlıkla bahsediyor. Olabildiğince açık sözlü bir Nazım Hikmet portresi sunmaya gayret ediyordu, onun Nazım Hikmet’i ise ünlü kitabının adında olduğu gibi öncelikle komünistti.  

Basın tarihine ilişkin de önemli kitaplar yazdı. Milliyet Olayı, Cumhuriyet Olayı ve Aydın Doğan’ı anlatan Plazaların Efendisi ve ‘Kaybolan Babıalinin Ardından’ ilk aklıma gelenler. Özellikle Babı Ali’deki ‘Türk Basınında Kalem Kavgaları’ kitabı inanılmaz bir araştırmanın ürünüydü. Günlerce kütüphanelere kapanıp yaptığı araştırmalarda bir dönemin ağır kalemlerinin, bugün bizi hayretler içinde bırakacak tartışmalarını bulup çıkartmış ve kitaplaştırmıştı. Bu çalışmanın bir devamı niteliğindeki ‘Bay Ataç Gocunmasın Hiç’te ise edebiyat çevrelerinin kalem kavgalarını ele almıştı. Günlerce belki aylarca eski gazete ve dergilerin arasında gezinerek toplanmış, edebiyat ve basın tarihine büyük katkı sunan, meraklısı için hazine değerinde yazılar…

Emin Karaca yaşam biçimleri, dünya görüşleri ve hiç yılmadan çalışıp son dakikaya kadar hayata tutunmaktan, mücadele etmekten vaz geçmemeleri ile temsilcileri her geçen gün azalan bir başka kuşağa aitti. Eksikliğini hep hissedeceğiz.