Karşı durmanın mevcut koşulları üzerine

Türkiye, hızla bir dönüm noktasına ilerlemektedir. Muhalefetin radikalleşmesi, yani CHP’nin çizilen sınırlar dışında politika yapması bir hareket noktası oluşturabilir. Elbette bunun da sınırları var.

Karşı durmanın mevcut koşulları üzerine
Fotoğraf: CHP Fotoğraf Servisi
Google Haberlere Abone ol

İki yüzlü mağdurluk mevcut iktidarın kendisinin ve kontrol ettiği kitlenin en bariz özelliğidir. İktidar bu mağduriyet söylemini meşruiyetini tahkim etme üzerine kurarken kitle, yaşadığı bütün gerçek mağduriyetlere rağmen maruz kaldığı “kimlik kitlenmesi” ve kısmen çıkar ilişkileri nedeniyle, gönüllü olarak yapar duruma gelmiştir. Bu durum iktidarın sürekliliğini sağlayan asgari temeli oluşturmaktadır. Ancak iktidar, kendi kitlesine dönük mağduriyetler üzerinden kurduğu yönetme becerisinin sınırlarını son dönemde bir yanıyla esneterek bir yanıyla genişleterek muhalefete de yöneltmiş bulunmaktadır. Elbette sözkonusu muhalefet olunca kullandığı araçlar ve yöntemler de daha gelişmiş, incelmiş bir niteliğe sahip olacaktır.

BAHÇELİ’NİN VAROLMA ÇABASI!

Cumhur İttifakı’nın, Devlet Bahçeli’nin temsiliyeti üzerinden Abdullah Öcalan’ın durumuna yönelik önerileri, milliyetçi cenahta bir tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Bahçeli’nin bir iktidar tasarrufu olarak Öcalan'a dair önerisi kendi adına bir intihar girişimi olarak durmaktadır ve genel olarak milliyetçi kesimde büyük çoğunluk bu tavrı hayretle karşılamış, anlayamamıştır. Dolayısıyla bu durum MHP eksenindeki diğer parti ve grupları galeyana getirmiştir. Bu türden itirazlara rağmen Bahçeli’nin bu konudaki ısrarı ne anlama gelmektedir? Bahçeli’nin ısrarı, hiç bir sorumluluk taşımadan devletin ve iktidarın olanaklarını kullanarak var olma çabasıdır. Bu durum samimi olduğuna dair kuşkuları elbette ortadan kaldırmayacaktır. Buna Abdullah Öcalan için yaptığı öneri de dahil görülmektedir. Bu öneri PKK, Türkiye’den çekilmeden yapılsa bir karşılığı olacaktı. Ancak görünen o ki PKK’nın önceliği Suriye. Suriye, parçalanma aşamasında olan bir ülke ve bu sürecin nasıl işleyeceği artık uluslararası bir sorun olarak görülmektedir.

TÜRKİYE BİR DÖNÜM NOKTASINA DOĞRU İLERLİYOR

Bu konjonktürde AKP iktidarı ne yapmaktadır? AKP Suriye’de olanlara göz kırpıp uluslararası sermayenin göz diktiği Fırat’ın doğusu üzerine ortak planlar yapmaktadır. Bu süreç nasıl gelişecek bilinmiyor ama AKP’nin bu konjonktürde yaşananlarla baş etmesi PKK/YPG’nin varlığı ile yüzleşmesini gerektirir. Yapamaz çünkü kendi sonuna işaret eden bir durum. 

AKP içerde ve dışarda sıkışmış durumda. İçeride olan muhalefetin ki bunlar sosyal demokrat, liberal, Kürt hareketi, sosyalistler gibi karışık bir görünüm sergiliyor olmasına rağmen hepsi için ortak hedef AKP iktidarı. Çünkü AKP herhangi bir sağ muhalefet değil. Mevcut sistemi dönüştürmeye dönük İslami bir zemin üzerinden hareket ediyor. Burada sorun Cumhuriyet değil demokrasidir. İran örneğinde olduğu gibi İslami bir cumhuriyet ilan etme isteklerinin önünde ciddi bir toplumsal kesim var. Eğer İran örneğinde olduğu gibi toplumsal muhalefeti karşılarına alacaklarsa bu toplumsal bir kaos anlamına gelecektir.

Bu çerçevede Türkiye, hızla bir dönüm noktasına ilerlemektedir. Bu ciddi bir durumdur. AKP bir parti olarak en zayıfladığı noktada devletin kurumlarına daha önce yaptığı tahkimatı, yani mevcut bürokrasinin olanaklarını kullanmaktadır. Bu anlamda muhalefetin sınırlarını da çizmektedir. Muhalefetin bu sınırlar dışına çıkma çabasının mevcut durumda bir karşılığı yoktur. Çünkü çizilen sınırlar dahilinde davranmaktadır. Muhalefetin radikalleşmesi, yani CHP’nin çizilen sınırlar dışında politika yapması bir hareket noktası oluşturabilir. Elbette bunun da sınırları var.

Çünkü Türkiye’de bu sınırlara ulaşmak bir yanıyla çok kolay, çünkü her şey ortada gibi duruyor, diğer taraftan CHP’nin bir düzen partisi olarak bu sınırları aşması, pek mümkün değil. Aslında Türkiye’yi bir sınırda tartıştığımız gerçekliğine odaklanılması gerekiyor. Yirmi yıllık AKP süreci bir potansiyel yarattı ve güçsüzleştiği bu dönemde bu potansiyeli kullanmaya çalışıyor. Bir lider olarak Erdoğan’ın bu toplumda parti dışında bir kabulü var. Cahilleştirilen bir toplumda bu bir kabuldür. Peki bu koşullarda biz ne yapabiliriz!.

CEHALETLE BESLENEN AKP, SAĞ VE SERMAYE

Biz derken elbette esas olarak sosyalistler üzerinden bir dil kurmaya çalışıyorum. Genel olarak AKP karşıtlığı tek başına bir hedef olmaktan neyse ki çıkmaya başladı. Bizim konumumuz, meselenin kapitalist rasyonele karşı çıkmakla bağlı olduğunu akılda tutmakla ilgili. Ancak Türkiye’de siyaseten mevcut durum, cehaletle beslenen bir AKP gerçeği ve oradan pay almaya çalışan sağ partiler ve sermayeden oluşuyor. Bu noktada MHP kritik bir durumda. Her durumla uyumlu. Bu haliyle MHP, devlet demektir. Dolasıyla devlet yapısı MHP’lilerden oluşmaktadır. AKP siyasi var oluşunu MHP’ye devretmiştir. Çünkü kendi iktidarı devam etmektedir. MHP üzerinden kurduğu siyaset dilinin bir karşılığı zaten vardır. Kirli işlerini MHP üzerinden götürürken AKP kendini temize çekmektedir. Çekecektir de çünkü toplumun bir kısmında oluşturduğu kabul buna imkan verecektir. Ancak bu kabul onlara daha ağır dönmektedir. Buna rağmen kendi yoksunluğunu kabul edişte, daha önce de vurguladığım gibi, sebep Erdoğan ve AKP olmaktan çıktı ve bir devlet sorununa dönüştürüldü. Bu aslında AKP’nin son atağı gibi görünmektedir. Bilindiği üzere, AKP İslami bir cumhuriyet kurmak üzere örgütlendi. Bu örgütlenmesini kitlesel olarak kaybetmeye başlasa da devlet olanakları hala AKP ve MHP’nin elinde. Devlet olanaklarını kullanmanın da bir sınırı maalesef şimdilik görünmüyor.

CHP VE SOL MUHALEFET MECLİSTEN ÇEKİLMELİ!

Bu şartlarda sağ muhalefeti dışarda tutarak CHP ve diğer muhaliflerin meclisten çekilmeleri gerekmektedir. Bu durum muhalefete toplum nezdinde bir kabul sağlarken iktidarın meşruiyeti de bir çok bağlamda sorgulanır hale gelecektir. Zaten ortada bir meclis yok. Varmış gibi davranıldığında bu ancak muhalefeti boşa düşürüyor. Muhalefet tüm taraflarıyla meclisten çekilmek kaydıyla mevcut koşullarda sokakta olmalı. Ancak burada muhalifler arası bir hiyerarşi olmamalı. Tüm taraflar mevcut durumun objektif gerekliliği üzerinden hareket etmeli ki bir sonuç ortaya çıksın. Çıkacak sonuç hayırlı olacaktır. Aksi takdirde Türkiye'yi bekleyen bir karanlıktır. Bu durumda genel olarak sosyalistler ne yapabilir? Rivayet muhtelif olabilir ancak Paris Komünü’nden bu yana gelen karşı koyma anlayışı devam etmeli, karşı durmanın koşulları yaratılmaya çalışılmalı ve mevcut toplumsal muhalefetin gereği neyse ona uygun bir siyaset oluşturulmalıdır. İktidarın ve destekçisi kitlenin iki yüzlü mağdurluğunun görünür hale gelmesinin siyaseti kurulmalıdır.

*Prof.Dr. (E.), Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat Bölümü