Karatahtada silinip silinip yazılan tarih: Afganistan

Afganistan’da tahta silindi, tarih hep yeni baştan yazıldı. Halka kimse bir şey sormadı.

Google Haberlere Abone ol

Afganistan’da ABD’nin çekilmeyi başlatmasının ardından Taliban güçlerinin çok kısa bir sürede, günler içinde yönetimi ele geçirmesi dünyada büyük bir şok dalgası yarattı. Yirmi yıllık işgal fiyaskoyla sonuçlandı. Radikal İslamcı Taliban tekrar ülke yönetimini geçirdi. Taliban, Afganistan’ı 1996 ve 2001 yılları arasında yönetmişti. Himayesinde bulunan Usame Bin Ladin ve El Kaide New York’ta ikiz kuleleri bombalayınca ABD Afganistan’ı işgal etti. Yaklaşık yirmi yıl sonra ABD geri çekilmeye karar verdi, tekrar başa, 1996’ya dönüldü.

Peki, neden? Afganistan geri kalmış, yoksul bir şark ülkesi olduğu için mi? Devlet iradesi zayıf olunca, hatta ortada devlet olmayınca, köktendinci anlayış geri gelmiş mi oldu? Ama mesela zamanının İran’ı gibi Afganistan da ne kadar umut veren bir ülkeydi değil mi? Modern, laik, şık, güzel giyimli Afgan kadınlarından, ismi olmayan, sadece çarşaf altından gözleri görünen Afgan kadın ikonuna, oradan da burka giyme zorunluluğuna gelindi. Bütün bu Oryantalist yorumların dışında aslında Afganistan’da tarih silinip silinip tekrar yazıldı. Günümüzü anlamak için kalan tebeşir izlerini takip edip geçmişe dönmek iyi bir fikir olabilir.

TAVANDAN TABANA MODERNLEŞME

Afganistan ve Türkiye tarihi korkutucu bir şekilde birbirine benziyor. Bizde Atatürk, orada monarşi döneminde tavandan tabana bir modernleşme, laikleşme atılımları gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Bu modernleşme atılımını gerçekleştirmeye çalışan kral Amanullah Han’ın Atatürk’le yakın dost olduğunu hatırlamakta fayda var. Bizde de sol 1960 Anayasası’nın tanıdığı imkanlarla güç kazanabilmişken Afganistan Demokratik Halk Partisi (ADHP) de 1964 yılında Geçici Anayasa’nın kabulünden sonra kurulabiliyor.

DAVUD HAN’IN İKİLİ OYUNU

Afganistan, Cumhuriyet rejimine 1973 yılında eski başbakan Muhammed Davud Han tarafından desteklenen kansız bir darbeyle gerçekleşebildi. Muhammed Davud Han’ın modern ve laik bir düzeni önceleyen ilerici politikaları ilk zamanlarda ADHP tarafından da destekleniyordu. Öte yandan Muhammed Davud Han başlarda Sovyetler Birliği’yle (SSCB) dostane bir görüntü çizerken bir yandan da aslında ikili oynuyordu. Afganistan’ın yeni devlet başkanı SSCB’yle iyi ilişkilerini bozmayı istememekle birlikte, Afgan solunun hükümette etkin bir yer almasına engel oldu ve SSCB’nin ülke üzerindeki nüfuzunu azaltmaya çalışarak, İran Şahıyla, dolayısıyla da ABD ile yakınlaşma gayreti içine girdi.

Muhammed Davud Han’ın bu ikili tavrı ADHP içinde tepkilere sebep oldu. ADHP, 1974’te kraliyet parlamentosuna 5 ana maddeden oluşan bir siyasi program sundu. ADHP’nin gündeme getirdiği reform tasarıları şunlardı: 1- Halkın çıkarlarını savunan bir devletin ön plana çıkarılması ve bu doğrultuda etkin olan diğer organizasyonların siyasi varlıklarının güvence altına alınması. 2- Amerikancı ve İngiltere yanlısı bir devlet politikasının ortadan kaldırılması. 3- 1973 yazında Davud Han tarafından vaat edilen reformların hayata geçirilmesi. 4- Davud Han’ın öngördüğü sosyal devrim karşıtı yasama ve yargı sisteminin ortadan kaldırılması ve özünde Ahdi’nin çizgisi doğrultusunda yeni bir yasama, yargı ve yürütme sisteminin yürürlüğe konması. 5- Sovyetler’in bölge içi etkinliğinin arttırılmasına destek verilmesi.

Muhammed Davud Han kendisinden istenen reformları uygulamak yerine din ve kabile liderlerinden oluşan geleneksel Loya Jirgna’yı (Meclis) toplantıya çağırarak yeni bir anayasa oluşturmaya, bu anayasa ile kendi başkanlığını onaylatma çabası içine girdi.

KABİL HAVAALANINDA NİSAN DEVRİMİ

Muhammed Davud Han için dönüm noktası ADHP’nin de kurucuları arasında yer alan Mir Ekber Hayber’in 17 Nisan 1978’de öldürülmesi oldu. 19 Nisan’daki cenaze töreni sırasında ADHP tarafından yapılan gösteriler, parti liderleri Nur Muhammed Taraki, Hafizullah Amin ve Babrak Karmal’ın ajitatif konuşmaları Davud Han’ı panikletti. Davud Han toplu gözaltı ve tutuklamalara başladı ama bunu yaparken de oldukça âtıl ve hantaldı. Babrak Karmal, SSCB’ye kaçmayı başarmıştı. Hafizullah Amin sadece ev hapsine alınabildi. Taraki ise bir hafta geçtikten sonra tutuklanabilmişti. 27 ve 28 Nisan’da özellikle Hafizullah Amin’e sempati besleyen ordu mensuplarının Kabil Havaalanı’nda başlattığı darbe daha sonra Sevr Devrimi’ne (Nisan Devrimi) dönüştü. Darbenin başarısının ardından Muhammed Davud Han ve ailesi öldürüldü. Davud Han ve ailesinin ölüleri ancak 2008 yılında iki ayrı toplu mezarda bulunabildi ve cenazeleri bir devlet töreniyle kaldırıldı. Muhammed Davud Han’ın cesedinin yanında Suudi Arabistan kralı tarafından hediye edilmiş bir Kuran-ı Kerim vardı.

MİR EKBER HAYBER’İ KİM ÖLDÜRDÜ?

Mir Ekber Hayber’in öldürülmesiyle ilgili ciddi bir kafa karışıklığı yaşanıyordu. Sevr Devrimi’nin fitilini ateşleyen cenazesinde ABD istihbarat teşkilatı CIA ve İran istihbarat teşkilatı SAVAK aleyhine sloganlar atılıyordu ama sonradan devlet başkanı olan Babrak Karmal da dahil farklı isimler bambaşka komplo teorileri üretiyordu. Davud Han suçu, bizde şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la fotoğrafları tartışma yaratmış olan, Gülbeddin Hikmetyar liderliğindeki Hizbi İslami’yi suçluyordu. Taraki gibi liderler, doğrudan hükümeti ve İran’a yönelik dostane tutumuyla dikkat çeken ve sıkı bir anti komünist olan İçişleri Bakanı Muhammed Issa Nuristani’yi sorumlu tutuyordu. Sonraki yıllarda Babrak Karmal ise bambaşka bir telden çalarak, Hafizullah Amin’i işaret ediyordu. Söz konusu karşılıklı ithamlar, aynı zamanda ADHP içindeki fraksiyon kavgalarının da göstergesiydi. Bu kavgalar Sovyet işgalini, iç savaşı ve sonunda da cihatçıların zaferine giden süreci tetikledi.

ANADİLDE EĞİTİM, REFORM, ÖZGÜRLÜK

1978’in başlarında işler çok kötü gitmiyordu. Nisan Devrimi’nin ardından bir dizi radikal reform yapıldı. İlkokullara, 600 yeni okul açıldı. Afgan tarihinde ilk defa bir hükümet, Afgan topraklarında yaşayan azınlıkların kendi anadillerinde yayın organları çıkararak ifade özgürlüklerini kullanmalarına izin verdi. Yasama yürütme yargı kurumlarında farklı etnik kökene sahip Afgan vatandaşları eşit haklar elde ettiler. Aynı yılın eylül ayında radyo ve televizyon programları, edebiyat, eğitsel ve siyasal yayın organları Farsça dışında Özbekçe, Türkmence, Beluçice ve Nuristani gibi dillerde de basılabildi. 1979’da Taraki okuma-yazma oranlarını arttırabilmek için kapsamlı bir eğitim seferberliği başlattı. 5 bin profesyonel ve 20 bin gönüllü katılımcıyla 925 bin Afgan vatandaşı okuma-yazma öğrendi. İlköğretim öğrencilerine anadillerinde eğitim özgürlüğü verildi. Halk ilk defa politik ve kültürel kurumlarda ve sendikalarda örgütlenme özgürlüğü ve sosyal güvenceler elde etti. Mayıs 1978’de ilk sendikalar kuruldu ve 1979 sonuna kadar toplam 270 bin endüstri işçisinden 120 bini ve hizmet sektörü çalışanından 60 bini sendika üyesi oldu. Kraliyet ailesi ve toprak ağalarının elinde bulunan araziler köylüye ve çiftçiye dağıtıldı. İlk olarak Kabil’in iki büyük işletmesinden 1200 çalışanı bulunan makine fabrikası Cangalak’ta ve yapı makinesi üreten 2000 çalışanın bulunduğu başka bir fabrikada çalışma saatleri 7 saate indirildi ve işçilerin ücretleri 2500 Afgani’ye yükseltildi (emekçilerin ücretleri yüzde 6-7 oranında artmıştı). Bunun dışında ücretsiz öğle yemeği verilmeye, işçilerin politize olması için düzenli olarak eğitim seminerleri ve toplantılar yapılmaya başlandı. Sağlık hizmeti ücretsiz oldu, ev kirası ve gıda fiyatları düşürüldü, içme suyu ve acil yardım hizmeti sağlandı; köylere yol ve elektrik getirildi.

FRAKSİYON KAVGALARI, KAOS VE ÇÖKÜŞ

ADHP başından beri iki farklı hizip olan Halk ve Perçem tarafından yönetiliyordu. Nur Muhammed Taraki ve Hafizullah Amin Halk kanadındaydı. Kurucu kadroda yer alan Babrak Karmal ise Perçem (Bayrak) grubunun liderlerindendi. Halkçı ekip daha çok aşiretlerden, Perçem ise kentsoylu burjuvalardan destek alıyordu. Taraki, klasik Leninist doktrine yakındı. Karmal ise ülke çok geri kalmış olduğu ve bir işçi sınıfı devrimi imkansız olduğu için daha milliyetçi, (vatansever) anti emperyalist, bugünkü tabirle yerli ve milli, bir çizgiyi savunuyordu. İki kanat arasındaki kavgalar keskinleşti, taraflar kutuplaştı. İşin tuhaf tarafı Halkçı cephede Taraki ve Amin arasında da ciddi fikir ayrılıkları bulunuyordu. Daha 1960’lı yıllarda haftalık Vatan gazetesinin yasaklanmasının ardından Taraki yayını illegal olarak devam ettirmeyi önerirken, Amin yeni bir gazetede biraz daha ılımlı bir kimlikle yayına devam etmek gerektiğini söylüyordu. Öte yandan, Babrak Karmal’ın aktardığına göre, Amin’in başına buyruk tavırları, özellikle devrim sonrası askeri konularda Taraki ve Karmal’a danışmadan karar alması, Amin’i Teraki’yle ihtilaflı bir pozisyona soktu. Taraki’nin Eylül 1979’da suikaste uğramasının ardından üretilen komplo teorilerinden biri de bu suikastın ardından ismin Hafizullah Amin olduğuydu.

ADHP içindeki fraksiyon kavgasında SSCB de taraf tutunca Afganistan’da kriz daha da derinleşti. SSCB esas olarak Halkçı fraksiyonun radikal adımlarının Afgan toplumunda ters tepeceğini, Babrak Karmal’ın savunduğu gibi yavaş ve emin adımlarla gitmenin daha isabetli olacağını düşünüyordu. Esas ters tepen 1979 yılının aralık ayında SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesi oldu.

Nisan devriminden sadece üç ay sonra Hafizullah Amin ve Taraki, Perçem grubunu tasfiyeye girişti. 1978 yılının temmuz ayında Babrak Karmal, Sovyet dostlarından birinin evine sığındı. SSCB’nin Sovyet elçisi Alexander Puzanov Babrak Karmal’la görüşmeyi reddettiği gibi, saklandığı yeri de Amin’e ifşa etti. Öte yandan eylül ayında KGB’nin araya girmesiyle Çekoslovakya (bugünkü Çekya) Babrak Karmal’ın siyasi iltica başvurusunu kabul etti. KGB Karmal’ın hayatını kurtarmıştı, zira yıllar sonra Afganistan gizli servisi HAD’ın Karmal’ı öldürmek üzere Çekoslovakya’ya adamlar gönderdiği ortaya çıkacaktı. Eylül ve aralık ayları arasında SSCB Hafizullah Amin’i görevden almaya çalıştı. Bu da Hafizullah Amin’nin SSCB’yle kanlı bıçaklı olmasına sebep oldu. O kadar ki iddialara göre Amin, ABD ve Pakistan’a göz kırpmaya başladı. Aralık ayında SSCB Afganistan’a girdiğinde Hafizullah Amin Rus askerleri tarafından öldürüldü. Emin’in öldürülmesi Özbekistan’dan yayın yapan Kabil Radyosu tarafından şöyle duyuruldu:
“Bugün Amin’in işkence makineleri ve yardımcıları (on binlerce dost vatandaşın, annenin, babanın, oğulun, kızın, çocukların, yaşlıların canını alan ilkel infazcılar, katiller, gaspçılar) yok edildi.”

Amin’in indirilmesiyle Bagram Askeri Üssü’nde saklanan Babrak Karmal devlet başkanı oldu.

CIA’İN 13 YILLIK OPERASYONU

SSCB, Afganistan ve ADHP’nin içişlerine müdahale etmeye devam ederken Pakistan ve ABD de boş durmuyordu. ABD, Muhammed Davud Han henüz indirilmeden önce durumu yakından takip etmeye başlamıştı. 2016’da Pakistan Observer’da yayınlanan Afgan Sorunu başlıklı yazıya göre ABD, Vietnam’ın intikamını almak için SSCB’yi çetin Afganistan arazisine çekmek ve Rusları orada bozguna uğratmak istiyordu. Bu yüzden CIA tarafından başlatılmış olan Cyclone Operasyonu 13 yıla yayılmıştı ve CIA’nin en maliyetli planlarından biriydi.

Nitekim, SSCB işgalinden çok önce 5 Temmuz 1977’de Ziya Ül Hak darbe yapmış, 4 Nisan 1979’da da eski başbakan Zülfikar Ali Butto, şeriat ilan etmiş olan cunta rejimi tarafından öldürülmüştü. 1979 yılının mayıs ayında ise CIA ajanlarıyla mücahitler Pakistan’daki ilk temaslarını gerçekleştirmeye başlamıştı. Pakistanlı bir subay yıllar sonra Gülbeddin Hikmetyar’la bir CIA ajanını buluşturduğunu anlatacaktı. CIA o dönemde komünistlere bayrak açmış olan mücahitlere her türlü lojistik desteği sağlamıştı. Roketler, roketatarlardan, omuzdan atılabilen Stinger füzelerine her türlü silah ve mühimmat cihatçı milislere sağlanıyordu. “Allahsız komünistlere karşı direnen mazlum Müslümanlar” söylemi karşılığını Mısır, Pakistan, Cezayir, Suudi Arabistan, Türkiye gibi ülkelerde de bulmuştu. Bu "kutsal savaşa" katılanlar sadece yoksul halk kitleleri değildi. Varlıklı bir aileden gelen, Suudi Krallığı'yla da iyi ilişkileri olan Usame Bin Ladin de cephede ön saflardaydı.

GERİ ÇEKİLME VE HEZİMET

Babrak Karmal, cihatçı milislere karşı verdiği mücadelede bir süre başarı sağladı ama gene de etkin bir sonuç alamadı. 1985’ten itibaren SSCB devlet başkanı Mihail Gorbaçov durumdan sıkılmaya başlamıştı. Gorbaçov yaptığı bir konuşmada "Afganistan’da ulusal birliğin sağlanamama sebebi Babrak Karmal’ın bizim desteğimizle koltuğunda oturmaya devam etmek istemesidir. Eğer yaklaşımımızı değiştirmezsek (Afganistan’dan çekilmezsek) 20-30 yıl daha savaşmaya devam ederiz” demişti. Gorbaçov daha 1982 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Javier Perez De Cuellar’la Karmal’ın istifası üzerine konuşmuştu. 1986 yılında Babrak Karmal nihayet görevi bırakmayı kabul etti. 1989’da SSCB Afganistan’dan çekildi. Babrak Karmal’ın yerine gelen Muhammed Necibullah ise 1992 yılına kadar dayanabildi. SSCB’nin ve komünist rejimin çöküşüyle yalnızlaşan Necibullah, Taliban tarafından öldürüldükten sonra bir elektrik direğine asıldı.

Velhasıl, her geri kalmış ülke gibi Afganistan’ın da modernleşme serüveni sancılı geçti. Kitlelerin modernleşme konusunda her zaman dirençleri, rezervleri oldu. Sömürgeciler gerçekten modern bir ulus devlet yaratmak, kurgulamak yerine feodal yapıyı, ilişkileri, dini cemaatleri manipüle etmeyi tercih ettiler. Siyasi liderler ise “başka çare yok” söyleminin arkasına sığınarak modernleşme adımlarını tepeden inmeci bir şekilde kurguladılar. Belki Gorbaçov biraz daha öngörülüydü, bir an önce Afganistan’dan çekilmesi gerektiğini daha erken kavradı. Bataklığa saklanıp yirmi yıl savaşmak ise ABD’ye düştü. Öte yandan halkın kendisine kimse kulak asmadı. SSCB başka ülkelerde de yaptığı gibi kendine biat etmeyen sosyalist partiyi yaşatmadı, hizip kavgalarında taraf tuttu. ABD ise kendiyle eş güdümlü hareket etmeyecek bir devlet başkanı istemediğini, buna izin vermeyeceğini 2001 yılından beri ortaya koydu. Halbuki “Tarih - ‘biz’ kendi geleceğimizi yazabilelim, o aşağı halkların örnek alması için kendi hayat tarzımızı dayatabilelim diye- bir karatahta gibi silinip temizlenemez” der Edward Said Şarkiyatçılık kitabına 2003 yılında yazdığı önsözde. Said’e göre tarih aslî olarak erkekler ve kadınlar tarafından üretilir ve dayatılan biçim ve göz yumulan biçimsizliklerle bozulup, yeniden yazılması mümkündür. Sahip olduğumuz şark tam da bu tür işlemlerle üretilmiştir. Şimdi Afganistan kendi iradesini ortaya koyabilecek mi, kendi tarihini yazabilecek mi onu göreceğiz. Bu sorunun kısa vadeli cevabı ise kocaman bir “Hayır” olarak gözüküyor.

Kaynakça

Afganistan´da emperyalizm ve Sovyet düşmanlığı - Kaan Kangal (sendika.org)
The Afghan question - Pakistan Observer, 07/28/2016
The roots of Afghanistan conflict lie in Soviet war - Michael Binyon, Times, The (United Kingdom), Sep 14, 2001
Afganistan'da Kurtların Dansı - Eren D. (Tol) Göktürk - Birikim Sayı 150 - Ekim 2001
Şarkiyatçılık - Edward Said.  İstanbul, Metis Yayıncılık, 2006.
Wikipedia