Kapitalizmin 'yeni evresi' mi? Sınırda kapitalizm mi?
Çin’in küresel ekonomi politik ve jeopolitik ilişkilere getirdiği yeni boyutlar kapitalizmin teorik ve ampirik sınırlarını açık ve billur biçimde görünür kılıyor. Daha çok kâra, daha çok üretime, daha çok tüketime, sınırsız ve sonsuz büyümeye dayanan kapitalizmin kendisini yeniden üreterek sürdüremeyeceği sınıra Çin’in katkısıyla daha büyük hızla yaklaşıyoruz.
Küresel kapitalizmin, hızlı bir değişim ve başkalaşım süreci içinde olduğu açık. Konuyla şu ya da bu ölçüde ilgili herkes bunun farkında. Durumu anlama, yorumlama konusundaki rivayetler ise eski deyişle muhtelif.
Günümüz dünya sistemine tanımını, niteliğini veren temel öğeler değişmediği sürece ona “kapitalizm” demeye devam ediyoruz. Öte yandan kapitalizmi, tarihsel bağlama, başat üretici güce, sermaye birikim rejimine vb.’ye göre dönemlere ayırmaktan, farklı isimler koymaktan, önüne arkasına ekler yapmaktan geri durmuyoruz. Konu, sözcük ve tamlama çokluğu nedeniyle belli ölçülerde sulanmış durumda. Bu yazıda “kapitalizmin yeni evresi” konusunu, Türkiye sosyalist hareketindeki saptama ve tartışmalar izleğinde irdelemek istiyorum.
***
İlk sorumuz şudur: Kapitalizmin içinden geçtiğimiz sürecini neye göre kavrayıp, tanımlayacağız?
“Kapitalizmin yeni evresi”ni “neoliberal kapitalizm” ve “otoriter kapitalizm” olarak tanımlayan yaklaşımların düpedüz yanlış, en ılımlı anlatımla son derece sorunlu olduğunu düşünüyorum. O kadar ki, yoldaş yazarlar arasında neoliberalizmin salt bir ekonomik program değil bir toplumsal düzen olarak kavranması gerektiğini söyleyenler bile var.
Kapitalizm krizli, krizlerden beslenerek ömrünü uzatan bir dizgedir. Kriz, kendisini kâr oranındaki düşüş eğilimi olarak gösteren sermaye birikimindeki tıkanıklık durumudur. Krizi ötelemek, kâr oranlarındaki düşüşü durdurmak, bir süreliğine de olsa tersine çevirmek, daha doğrusu krize “vadeli” bir çözüm olmak üzere, üretim ve emek süreçlerinde başvurulan yeni yöntem ve önlemler bütününe “birikim rejimi” ya da “modeli” demekte herhangi bir sorun yok. Doğası gereği geçici olan bu rejim değişikliklerinden herhangi birinden hareketle, kapitalizme “yeni” olmayı hak edecek bir nitelik kondurmak ise yanlış.
“Otoriter kapitalizm” de iki nedenle isabetli bir adlandırma değil. Birincisi, kapitalizm her zaman otoriterdir; zorlandığı her durumda açık şiddete başvurur. İkincisi, bugünkü açık şiddet yönelimi, kurulu sistem siyasetlerini, merkez ve “aşırı sağ” eğilimleri içine alan, asla ve yalnızca neoliberalizmle açıklanamayacak nesnel açmazlardan kaynaklanıyor.
Ayrıca, yalnızca insanlık için değil, çoktandır yerküre için de taşınmaz bir yüke dönüşen kapitalizmde ne olup bittiğini anlamak için, “yeni” tanımlarla ona bir tür ek ömür biçmenin kendisi sorunlu bir yaklaşım.
Dünya kapitalist sistemi, tüm belirti ve sonuçlarıyla tarihsel ve doğal sınırlarına dayanmış bir toplumsal düzendir. Güncel kapitalizmi anlamak ve çözümlemek için üç olguya bakmayı öneriyorum: Üretici güçler; sermaye-devlet ilişkileri ve kendisini hegemonya ve paylaşım kavgası olarak gösteren jeopolitik kümeleşme.
***
ÖNCE ÜRETİCİ GÜÇLER
Marx, 1847’de Felsefenin Sefaleti’nde şöyle yazmıştı:
“El değirmeni size feodal beyli toplumu verir, buharlı değirmen ise sınai kapitalist toplumu.” (Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, Çeviren: Ahmet Kardam, Sol Yayınları, Beşinci Baskı, Ankara 1999, s. 109)
Feodalizmde toprak ve saban, sanayi kapitalizminde makine, sonra elektrik-elektronik, günümüz kapitalizminde bilgi/enformasyon temel üretici güçlerdir. Buradan bakıldığında kapitalizmin bugünkü erişkinlik düzeyini en iyi tanımlayan terim, bilim ve bilgi/enformasyona iletişimin de eklenmesiyle yaratılan güzel Türkçe karşılığıyla “bilişim kapitalizmi” olabilir. Yanlış anlaşılmaması için hemen ekleyelim; “bilişim kapitalizmi”, “bilişim toplumu” değildir. Çünkü, kapitalizm altında bilgi üzerindeki oligopol egemenlik, insanlığın birikimli ortak eseri olan genel üretici gücün, onun günümüzdeki etkili aracı olan genel zekânın tüm topluma mal olmasının önündeki en büyük engeli oluşturuyor.
Bilginin temel üretici güç olması birçok bakımdan kapitalizmin sınırlarını açık ediyor: Var olan üretim ve mülkiyet ilişkileri bu üretici güçleri içine sığdıramıyor. Çoğaltılma maliyeti sıfır olan bilişim ürün ve hizmetlerini meta ve mübadele çerçevesi içinde tutmak zorlaşıyor; süreç emek değer yasasının, onun başka bir anlatımı olan zaman değer yasasının aşınması yönünde ilerliyor.
Üretici güçlerin bugünkü gelişkinlik düzeyi, sınırın ötesini, sınıfsız bir topluma, doğayla dost bir uygarlığı çağırıyor.
SERMAYE-DEVLET
1) Sermayenin ulus devletleri aşan hareketi, dünya pazarının ileri derecede bütünleşmiş olması, küresel sermaye öbekleri ile ulus-devletler arasındaki çelişkiye yeni ve parçalayıcı bir karakter kazandırmıştır. Ulus devletler hâlâ sınıf mücadelelerinin ve siyasal devrimlerin gerçekleşeceği siyasal birimlerdir. Ama küresel sermaye-ulus devlet çelişkisinin keskinleşmesi dünya ve ülkeler düzeyinde sarsıcı siyasal sonuçlar doğuruyor. Günümüzde iç ve dış dinamikleri iç içe geçmiştir. Bu iç içeliği kavramadan devrimci sınıf siyaseti gütmek olanaksızdır.
2) Bilişim oligopolleri çok büyük ve güçlüler; devletsi, devlet tipi bir güç ve inisiyatif kapasitesine ulaştılar. Devletin geleneksel işlevlerinin giderek daha çoğu bu şirketlere, sahip oldukları yapay zekâ uygulamalarının kontrolüne geçiyor. Bu eğilim, her toplumun özgüllüğünü yansıtan bir içerik ve faz farkıyla dünyanın her yerinde güç kazanıyor. Devlet, devlet erki siyasetin temel konusudur. Bu nedenle, sermaye-devlet ilişkisindeki yeni yapılanmayı (konfigürasyon) kavramak dünyayı değiştirmek isteyenler için teorik bir ilginin ötesinde siyasal önem taşıyor.
DÜNYAMIZ YENİ TÜRDEN BİR HEGEMONYA VE PAYLAŞIM SAVAŞININ İÇİNDEDİR
Bu savaşın, aynı anlama gelmek üzere günümüz jeopolitiğinin iki kutbunu ABD ile ÇHC oluşturuyor. Bu eksende yeni kümeleşme ve bloklaşmalar biçimleniyor. Geçerken, andaki görünüşün aldatıcı olduğunu, blokların sabit ve istikrarlı olmadığını, kartların sürekli olarak yeniden karılmakta olduğunu belirtelim.
Arabaşlıktaki “yeni türden” anlatımı ile dikkatlerinizi hegemonya-paylaşım olgu ve oluşumlarındaki içerik değişikliğine çekmek istiyorum. Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle birlikte, o döneme kadar sürümde olan hegemonya ilişki ve çatışmalarının karakteri hem olgusal, hem kavramsal olarak değişmiştir. Günümüz dünyasındaki büyük küçük tüm devlet ve toplumlar Çin ve Rusya da içinde olmak üzere kapitalist üretim biçiminin tarihsel/yapısal/kültürel farklılıklar taşıyan öğeleridir. ABD’nin komünizme karşı “hür dünya”nın lideri olarak kurduğu hegemonyanın başat varoluş nedeni ortadan kalkmış; hegemonya kavramı tümü kapitalist devlet ve toplumlardan oluşan bir dünyadaki ilişkileri açıklamak için yeterli bir kavram olmaktan çıkmıştır. Günümüzdeki yeni güç mücadelelerinin daha önce Britanya ile ABD arasında olduğu gibi sistem içi bir nöbet değişikliği yalınlığında sonuçlanmayacağını artık herkesin görmesi gerekiyor.
24 Şubat 2022’de Rus ordusunun Ukrayna’ya girmesiyle başlayan savaş, dünyayı 2024 ilkbaharında nükleer bir savaşın eşiğine getirmiş, neyse ki tırmanış ABD ve NATO’nun Rusya’nın yeni nükleer savaş doktrininin kırmızı çizgilerini aşma yönelişinden cayma, konvansiyonel savaşları ise yoğunlaştırma kararıyla şimdilik dondurulmuş, ama nükleer savaş tehlikesi ortadan kalkmamıştır.
Çin, ekonomi/kalkınma, teknoloji/yapay zekâ ve askeri alanda kaydettiği gelişmelerle küresel bir süper güç konumuna yükselmiştir. ABD’den farklı olarak ve en azından şimdilik ekonomik “yumuşak güç” kullanarak küresel bir yayılma ve egemenlik kurma yolunda ilerliyor. Yönelişi özü itibariyle emperyalist, yöntem ve araçları ise klasik emperyalizmden farklıdır. Şimdilik not etmekle yetiniyoruz.
Çin’in geleceğini, ABD-Çin ilişkilerinin hangi biçimlerde, hangi sonuçları üreterek yol alacağını bugünden öngörmek de, konuyu bu makalede daha fazla derinleştirmek de olanaklı değil. Daha sonra açmak ve tartışmak üzere şöyle bir saptama yapabiliriz: Çin’de üretici güçler hızlı bir tempoyla gelişiyor; sermaye aşırı birikiyor. Çin’in ekonomik büyümesi 1970’lerde başlayıp 2008’de depresyona dönüşen kapitalizmin yapısal/sistematik krizine geçici ve mekânsal bir kaçış rampası sağlamıştı. Şimdi bizzat Çin’in kendisi küresel kapitalist kriz sarmalının içindedir. Kapitalizmin başta kâr oranının düşmesi eğilimi olmak üzere tüm çelişki ve açmazları günümüz Çin’inin iç olguları durumuna gelmiştir.
Geleceğindeki belirsizliklere rağmen, Çin günümüz jeopolitiğinin ve dünya siyasetinin iki başrol oyuncusundan biridir. Gazze’deki soykırımdan, Ortadoğu’daki kümelenmelere, Türkiye’nin BRİCS’e resmi katılma kararından Rusya’nın Suriye üzerinden Kürt sorununa yeni müdahale girişimlerine kadar dünyada, bölgemizde ve ülkemizde yaşanmakta olan tüm siyasal gelişmeleri, bir tarafında Çin’in yer aldığı başat kutuplaşma eksenine yerleştirilen çok odaklı bir mercekten değerlendirmek gerekiyor.
***
Yazının sonuna ve en önemli tezine geliyoruz: Çin’in küresel ekonomi politik ve jeopolitik ilişkilere getirdiği yeni boyutlar kapitalizmin teorik ve ampirik sınırlarını açık ve billur biçimde görünür kılıyor. Daha çok kâra, daha çok üretime, daha çok tüketime, sınırsız ve sonsuz büyümeye dayanan kapitalizmin kendisini yeniden üreterek sürdüremeyeceği sınıra Çin’in katkısıyla daha büyük hızla yaklaşıyoruz. Engels’in 1886’da Kapital’in İngilizce baskısına yazdığı önsözde belirttiği gibi, kapitalizmde üretici güçler geometrik, pazar ise aritmetik olarak büyümekte, ikincisi birinciye yetişememektedir. Bu teorik saptama sınırda kapitalizmde ve özellikle Çin örneğinde bugün pratik gerçekliğe dönüşüyor. Bu evreye karakterini veren en önemli olgulardan biri, küresel çapta aşırı sermaye birikimi ve bunun hem nedeni hem sonucu olan kâr oranındaki düşme eğiliminin ötelenemez eşiğe dayanmış olmasıdır. Bu koşullarda Çin’in küresel kapitalizme ikinci kez hayat öpücüğü sunması da, kapitalizmin anayurtlarında sosyal demokrat, hatta Keynesçi düzen için reformlar da olanaksız görünüyor.
Sınırdaki bunalımı ötelemek, “yaratıcı yıkım” ı bir kez daha devreye sokmak üzere nükleer bir savaşa başvurabilirler. Bölgesel/konvansiyonel savaşlar zaten var ve büyüyüp genişlemeleri güçlü bir olasılık. Savaşın, daha önce olduğu gibi sınırda kapitalizmi bunalımdan çıkarması ise çok zor. Milyonlarca insanın yok edileceği yıkıcı bir savaşın kazananı olmayacak. Bu koşullarda amasız fakatsız netlikte savaş karşıtlığı bayrağı altında toplanmak, devletlerarası çatışmalarda taraf olmamak, sınır bilinciyle hazırlanmış devrimci bir programla sınıf mücadelesini yükseltmek gerekiyor.
Sonuç olarak, “kapitalizmin yeni evresi” sorunu kapitalizmin sınırlarında, sosyalist devrim amacının hangi program, hangi mücadele hedefleri ve yöntemleriyle geliştirilebileceği arayışında düğümleniyor.