Kapısı omzunda bir şiir: Nora İstanbul Bir Hiçtir

Lal Laleş'in şiir kitabı 'Nora İstanbul Bir Hiçtir', Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı. Düzyazı şiire yakın bir formda başlayan kitapta, dizeler kısalıyor ve dize biçimi daha görünür oluyor.

Google Haberlere Abone ol

Ayşegül Tözeren

İnsanlık, yaşadığı çağı adlandırırken bizim kadar zorlanmış mıdır? Bir gün bilgi çağı, başka gün teknoloji çağı, ertesi gün kentleşme çağı ismini yakıştırıyoruz. Döneme topyekûn hakikat sonrası bir zaman olduğunu söyleyenler de var. Sadece şunu biliyoruz, neyi somutlaştırsak elimizden kayıp gidiyor. Ele avuca sığmayan bir çağ bu. Katı olan her şey bir anda buharlaşıp, havaya karışıyor. (1) Hakikat ile belirsizliğin arasındaki sınır da silikleşirken, neyin hikâye neyin gerçek olduğunun ayırdına varmak günden güne güçleşiyor.

Hakiki olanın sayfalarını bir tutan şiraze iyice dağılırken, geçtiğimiz yıl aniden yaşamla ölümün arasındaki keskin çizgiyle yüzleştik. Ufacık bir virüs karşısında insanlık, hükümranlık tahtının sallandığının farkına vardı. Ardından hakikatin defterini tekrar karıştırmaya başladı. Sözcüklerin bir anlamı olması gerekiyordu. “Sıkıntı yok” ve “aynen” laflarının ötesinde bir gerçeği bulamazsa işi zordu. Çünkü sıkıntı vardı ve hiçbir şey aynen birbirine benzemiyordu. İnsan galiba yeryüzünde keskin bir gerçeklikle yüzleştiğinde, içine de dönüp kabuğun altındaki hakikati merak ediyor. O hakikatin yegane aynasıysa, çağın adı ne olursa olsun, şiirin ta kendisi.

Şiir de elbette çağa uyuyor. Çağ ne kadar güçlü anlatılardan uzaklaşıp pathosa yaslanan hikâyelerin rağbet gördüğü bir zamana dönüşürse, şiir de bundan etkileniyor. Bu yüzden anlık hazza dayalı, aforizmaların sardığı bir şiirle karşılaşıyoruz. Bazen de günümüzde şiir, okuru bir anda hayrete düşürecek buluşlarla kuruluveriyor. Yani, çağın kolaycılığını şiirde de görüyoruz. Oysa şiir ne dizi ve filmlerin bir sahneden diğerine savrulurken hayrete düşürüp, ilgi çekmeyi hedefleyen senaryolarına benzer, ne de müstehzi bir gülüşten yani sadece ironiyle oluşturulabilir. Şiir, hayattan umudu ve hakikati kazırken ortaya çıkandır. Böyle bildiğimden, hakiki olan, güçlü anlatıları anımsatan şiirlere kendimi daha yakın hissediyorum.

Bu düşünceler hep zihnimde dolaştığından, Lal Laleş’in yeni şiir kitabı 'Nora, İstanbul bir hiçtir' ile de bir akrabalık hissettim. Şair Lal Laleş, coğrafyamızın dil elçilerinden; Türkçe şiir ve öykülerden bazılarını Kürtçeye de kazandırdı.

Lal Laleş’in şiirinde tarihsel ve mitolojik olana sık rastlanıyor. Ancak bu bileşenler metinde bir figür olarak değil, şiir diline içkin olarak göze çarpıyor. Metin, yüzyıllar öncesiyle birlikte demlenmiş, birlikte örülmüş gibi seziliyor.

Nora İstanbul Bir Hiçtir, Lal Laleş, Ayrıntı Yayınları, 2021.

Lal Laleş’in “aşık olunan” imgesine Nora’yı isim olarak seçmesi, her okuyanın dikkatini çekecektir. Nora, farklı kaynaklarda karşımıza farklı yüzlerle çıkabilir. İlkin akla Henrik İbsen’in 'Bir Bebek Evi' isimli tiyatro oyunundaki Nora gelebilir. İbsen, tragedyayı on dokuzuncu yüzyılda ataerkil toplumun çelişkilerini ortaya koymak için dönüştürmüştü. Sevda Şener’in İbsen’in Nora’sı için bir tezde yer verilen, “sınırlarını bildiği halde durumuna razı olmayan insanın durumu”(2) sözleri, Laleş’in şiirlerine de göz kırpıyor. Latinceden kaynaklanan “honore” yani onur sözcüğünü de Nora'yı anımsatır ya da onun izini Yunancada sürebiliriz ve karşımıza “ışık” çıkar. Nora’nın bu anlamı şiirleri okurken, ilk bölümde özellikle elimden tuttu.

Şair, şiirinin ilk sayfasını Nora’ya ayırmış. Sonrasında Nora’ya şiirler başlıyor ve Nora daha başlangıçta, “kulağıma fısıldadığın sûret uğruları” diyerek “sözlerine” son verirken, şair okurla ikna etmeye dayalı bir sözleşme kurmayacağını da gösteriyor. Sûret uğrusu, düz bir aktarımla riyakarlık, çok yüzlülük olarak belirtilebilir. Başlangıcın ardından gelen “Sûret Uğruları” bölümünün ilk kısmı “Kamerî” olarak isimlendirilmiş. “Aya ilişkin olan…” İşte tam burada Nora’nın ışık anlamı okuru davet ediyor. Şiirin bir perdesi varsa açılıyor, sahne ay ışığında aydınlanıyor.

“Nasıl tanıyabilirsin ki sevgiliyi?” diye şair sorarken, doğduğu kentin daracık sokaklarını, belki de küçeleri işaret ediyor ki o sevgili, sadece “Nora” imgesi değil, şiirin kendisi de olabilir. Bir coğrafyanın şiirini ve elbette öyküsünü, denizini, havasını, suyunu, balıklarını ve toprağını bilmeden nasıl tanıyabilirsin, dahası nasıl yazabilirsin? Şair, “toprağın/ uykusuna taşın belleğine köprü atman şart” diyor.

Lal Laleş’in şiiri birden fazla biçimi içeriyor. Düzyazı-nazımla açılıyor, sonlarına doğru klasik şiir biçimine yaklaşıyor. Başlarda nasıl, “Aynı evin iki ayrı penceresinden sohbet etmeyi seviyorduk” diyorsa, Laleş de biçimin farklı pencerelerinden aynı güneşe bakmayı seviyor.

Laleş’in şiirinde yer verdiği sözcüklere günümüz metinlerde karşılaşmaya pek alışık değiliz. Laleş, dünün sözcüklerini de şiirine taşıyor. Hatta bu sözcükler için şiirlerin ardından küçük bir sözlük yapmış. Şair öte zamanlarla bu sözler aracılığıyla çağlararasılık kuruyor.

Şair kitabın “Kopuk Bağım” parçasında bir soru soruyor: “Nesnelerin uzun tarihini yazar mısın?” Aslında kitabın bütününde bu dizenin ruhu var. Yaşadığımız topraklardaki aşkın uzun tarihini yazmış. Nora ile aşığı, yüzyıllar öncesinden bugüne uzanan mekanlarda, o mekanların diliyle konuşuyorlar. Laleş, “Hakikat Taşları”nı zor bir yerden, dünden bugüne kurmaya çalışıyor. Laleş’in şiir dilinde dün var ancak günümüzün nesneleri yok. Örneğin plazalar, gökdelenlerin gölgeleri dizelerine düşmemiş. Ancak şiiri Söğütlüçeşme durağına uğramıyor değil.

Şiirlerin kurulduğu coğrafyaysa iki uçlu, bir yanda doğunun bakırımsı masal mekanları, bir yandaysa Erguvani İstanbul. Şiirlerde iki rengin de özel bir yeri olduğu hissediliyor, gümüşi ve mor rengin… Mor renk nasıl hüzünse, gümüşle de geçmişin tozu hissettiriliyor.

Düzyazı şiire yakın bir formda başlayan kitapta, ağır ağır dizeler kısalıyor ve dize biçimi okura daha görünür oluyor. Hikâyemsi biçimde başlayan aşkın uzun tarihi, “Rüya Kayıtları” bölümüyle birlikte klasik şiire yaklaşıyor. “Sûret Uğruları”, “Hakikat Taşları”, “Hisar Fragmanları” ve “Kusur Provaları”, “Rüya Kayıtları” ile birleşiyor. Ancak “Rüya Kayıtları” bölümü başlamadan hemen önce yer alan “Kusur Provaları”nda Laleş, şiirde bir üst kurmaca denemesi yapıyor. Şiirinin içine Nora’nın dilinden dizeleri yerleştiriyor, onunla “Kusur Provaları”nı kuruyor. Aslında bu bir diyalog provası ve elbette her diyalog gibi kusurlu olacağı baştan belli.

Son bölüm, “Susan Saatler” ise bir deri değiştirme töreninin şiir hali. Lal Laleş, bu bölümdeki “Sefih” şiirinde çok güçlü bir imge kurarak, “derimi değiştiren rüzgara yürüdüm/kapım omzumda” diyor. Kapı metaforu, edebiyatta, şiirde ve sanatta çok anlamlı olarak kullanıldıysa da en kolay sezilen anlamı, değişimi, evrimi, bir başka yere geçişi işaret edişidir. Bu şiirde de bu imge, okuyanı ilk sayfalardan en sonlardaki “Karanfilli Hakikat”e taşır: “Herkesin kendinden koptuğu an”a… Karanfilli Hakikat’e yürürken upuzun tarih, “Sen varsın artık./Sen bu kadar varsan ben yokum artık” der. Bu şiirde kadim aşk masallarındaki aşıkların birbirinde yok oluşunu hissettirir.

Lal Laleş’in Nora’ya, Nora’yla birlikte Nora’nın yazdığı şiirleri, biçim ve öz açısından dilin de uzun tarihini, geçmişe dayanan sözcükleri içermesiyle birlikte birçok yeni şiir deneyimi de içeriyor. Hem dize kırıcı şiir dili hem akış içinde dize biçimine geçişi bu deneyimin bileşeni. Şiirde, çözümlerken sözünü ettiğim monoloğun yanı sıra üst kurmacayla birlikte diyalogu da şiirin içeriğine katması ise başka bir deney.

Laleş’in şiiri, “orada bir uzam var uzakta” deyip o uzamdan korkmayan, yeni deneyimlere açık, cesur bir dile sahip.

Notlar:

  1. Karl Marx
  2. Aydoğan, İ. (2012). Dramatik Yazın Tarihinde Monologun Dönüşümü Ve Bernard Marıe Koltés Tiyatrosundaki İşlevi. (Yüksek lisans tezi). Kadir Has Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. http://academicrepository.khas.edu.tr/bitstream/handle/20.500.12469/2665/IlknurAydogan.pdf?sequence=1&isAllowed=y (Son Erişim Tarihi: 17.06.2021)