Kameranın önünden arkasına geçenler
Kariyer sahibi bir yönetmenin oyunculuk koltuğuna geçmesi nadir bir durumken tersi çok daha sık görülür: Bizce bu ‘geçişin’ altında, hem bir oyuncunun değişik bir pozisyonda ne kadar verimli olacağına dair bir merak hem de filmde ‘son sözü’ (her ne kadar bazen yapımcılar müdahale etseler de) söyleme hakkını elde etmek isteği yatar.
Bir sinema filminde oyuncu olarak rol almak ve bu filmde yönetmenlik görevini üstlenmek tabii ki bağlantılı ama üstlenilen sorumluluk ve yaratıcılık alanı açısından çok farklı iki pozisyondur.
Bazı yönetmenler özellikle deneyimli oyuncularla çalışıyorsa, onlara geniş bir ‘doğaçlama’ alanı bırakabilir hatta zaman zaman sadece canlandırılacak karakterin genel çerçevesini çizip birçok detayı oyuncunun yaratıcı gücü ve becerisine emanet eder. Diğer bazı yönetmenler ise filmlerinde çok katı, asla esnetilmeyecek bir hâkimiyet kurmak isterler ve bu durumda oyuncular performanslarını yönetmenin direktiflerine adeta harfiyen uyarak sergilerler. Bu iki farklı tutum, senaryoya, oyuncu kapasitelerine ve film türüne göre değişiklik gösterir.
Kariyer sahibi bir yönetmenin oyunculuk koltuğuna geçmesi nadir bir durumken tersi çok daha sık görülür: Bizce bu ‘geçişin’ altında, hem bir oyuncunun değişik bir pozisyonda ne kadar verimli olacağına dair bir merak hem de filmde ‘son sözü’ (her ne kadar bazen yapımcılar müdahale etseler de) söyleme hakkını elde etmek isteği yatar. Yönetmenlikten oyunculuğa kayma örneklerini Rob Reiner, Sydney Pollack gibi isimlerde görebiliriz ama bunlar daha çok tanıdıkları (ve muhtemelen arkadaşlık bağı kurdukları) diğer büyük yönetmenlerin ısrarını kırmama ve katkı yapma isteğinin ürünü olarak yorumlanabilir. Her ne kadar örneğin Pollack’ın ‘Eyes Wide Shut’daki performansı görmelere seza olsa da.
Bu değişimin farklı örneklerine bakacak olursak:
‘CAMEO’ GİBİ GÖRÜNMEK…
Bir yönetmenin filminde adeta bir figüran veya konuk bir oyuncu gibi şöyle bir görünmesi ara sıra rastladığımız bir durumdur. Bu, hem bir yönetmenlik ‘imzası’ hem de dikkatli seyircilerin gözünden kaçmayacak hoş bir detay olarak kullanılabilir. Bu alanda en önemli ve referans alınacak isim kuşkusuz efsanevi yönetmen Alfred Hitchcock olur. Hitchcock bu ekranda çok kısa görünme görevini ilk filmlerinde ‘figüran eksikliğini’ giderme amacıyla üstlenmişken sonrasında bu, yönetmenin bir imzası haline gelmiştir. Yönetmenin dikkat çeken ‘silüeti’ genelde filmin ilk 15 dakikalık bölümünde gözümüze çarpar. (Hitchcock, bu ilk çeyrek saatte görünme tercihini, onu ararken seyircinin dikkatinin dağılmasını istememesine bağlar).
Çok daha güncel isimlerle devam edecek olursak: Büyük yönetmenlerden Martin Scorsese de bazı filmlerinde kendini gösterir. Özellikle ilk dönem filmlerinden ‘Taxi Driver’da rolü bir ‘cameo’ görünümü değildir. Hatta aksine diyaloğu (hatta kendince bir hikayesi) olan ve dikkat çeken bir yan karakteri canlandırır. Ancak sonraki kariyerinde buna pek devam etmez. Sadece ara sıra ‘Gang of New York’ gibi filmlerinde şöyle bir görünür.
Günümüzün önemli yönetmenlerin Night M. Shyamalan ise sinemaya sağlam bir giriş yaptığı ilk filmi ‘Altıncı His’ filminden sonra giderek rollerini büyüttü: Yönetmeni ilk filminde sadece birkaç saniye; ‘Ölümsüz’ filminde birkaç dakikalık ufak bir rolde, sonraki filmi ‘İşaretler’de ise kritik sayılabilecek bir yan rolde izledik! Ancak sonrasında bu yönetmen de filmlerinde rol almaktan belki de sıkıldığı için vazgeçti.
Genellikle filmlerinde pek görünmeyen ünlü yönetmen Pedro Almodovar da erken dönem filmlerinin birçoğunda kısa roller üstlense de genelde öne çıkan bir karakter yaratmayı tercih etmedi.
YÖNETMEN VE BAŞROL…
Bazı oyuncular ise, yönetmen olarak ilk deneyimleri de olsa aynı zamanda başrolü de üstlenirler. Nerdeyse Charlie Chaplin’den beri başlayan bu deneyim, günümüze kadar değişik örneklerle sürdü. Zamanında oynadığı macera tarzı filmlerle ‘yıldız’ mertebesine ulaşmış bazı isimler artık sadece düzgün fizikleri ve oyunculuk yetenekleri ile hatırlanmak istemediklerine karar verip çok daha iddialı ve derin filmler çıkarmak için kamera arkasına geçtiler. Özellikle Kevin Costner ve Mel Gibson gibi ‘starların’ başlattığı bu akım, sadece gişe başarısı olarak değil aynı zamanda başta Oscar olmak üzere birçok ödül töreninden nerdeyse ‘tulum’ çıkararak yerini sağlamlaştırdı.
Bu isimlerden bir üst ‘jenerasyon’ olan Clint Eastwood için ise durum biraz farklıydı: Eastwood da kuşkusuz sinemaya ilk adımlarını Leone’nin ‘kült’ mertebesine ulaşmış western filmleriyle atmıştı ve yeteneği kadar karizmatik ve yakışıklı fiziğiyle dikkat çekiyordu. Buna rağmen aktör, yönetmenliğe çok daha erken adım attı ve birbirinden önemli filmler çıkardı. Zaman zaman kendisine başrolü ayırdı zaman zaman ise sadece yönetmenlik koltuğunda oturmayı seçti. ‘Oyuncuyken yönetmenliği deneyen’ bir isim olmaktan çok, hakkında ‘oyuncu ve yönetmen’ değerlendirmesi yapılan Eastwood’un artık 93 yaşına gelmiş olmasına rağmen halen aynı verimlilikle filmler yönetmesi tabii ki takdire şayandır!
Bir de bizce Kenneth Branagh’a bir parantez açmamız gerekir: Branagh kendisini geniş kitlelere asıl ‘Dead Again’ filmiyle tanıttı ama unutmamak gerekir ki oyuncu/yönetmenin ardında çok ciddi bir tiyatro geçmişi ve kariyeri vardı. Bu köklerini hiç unutmayan Branagh, 5. Henry veya Hamlet gibi efsanevi tiyatro oyunlarını beyazperdeye taşırken, bu yapımlarda hem yönetmen hem de baş rol görevlerini üstlendi. Yönetmenliğini üstlendiği ve oynadığı Agatha Christie uyarlamalarının yanında başka filmlerde de oyuncu olarak kariyerini sürdürüyor.
BU KEZ BAŞKASINDA CAMEO OLMAK!
Bazen ünlü oyuncular hatta nadiren de olsa yönetmenler başkalarının filminde de görünürler. Çoğu zaman isimleri jenerikte bile geçmez ama filme hoş bir katkı yaparlar. Aklımıza gelen ilk örnekler arasında yer alan ve Robert Altman filmlerinde (ana karakterler dışında) kendilerini oynayan ‘yıldız’ oyuncular, ‘Leon’ filminin uzun versiyonunda ‘kapının arasından’ şöyle bir görünen Jean-Hugues Anglade ve Tom Cruise’un başrolünü oynadığı ‘Vanilla Sky’ filminde bir sahnede görünen Steven Spielberg’i sayabiliriz. Spielberg demişken aklımıza takılan bir ‘şüphe’ ile bitirelim: Yönetmenin görkemli filmi ‘Er Ryan’ı Kurtarmak’ta Alman bir sniper’ı oynayan oyuncu nerdeyse tıpatıp Kevin Costner’a benziyordu. Yönetmen kesin bir şekilde reddetse de kimse tam anlamıyla o olmadığına ikna olmadı. Tabii ki Spielberg’i yalancılıkla suçlamayacağız ama bu kadar benzerlik de pes doğrusu!