YAZARLAR

Kalbin cehennemi

Kalbin cehennemi söndürülemez, kişinin en büyük cezası da o kalple sonsuza dek yaşama zorunluluğudur işte. Kalbin cehennemi yangınlardan bile daha yakıcıdır ve katlanılması öyle güç bir haldir ki, kişi tüm dünya da cehenneme dönsün, tüm dünya onun kalbine benzesin ister.

Bu sefer ateş sadece düştüğü yeri değil, hepimizi yakıyor. Malum travmalar ülkesi… Bir yanda ülkenin bitmek bilmeyen erkek şiddeti, öbür yanda yanan ormanlar. Ateş sadece düştüğü yeri yakmıyor derken; insansanız sizi de yakıyor, bir kalbiniz, omurganız varsa siz de yanıyorsunuz. Yoksa ne omurgasızlar görüyoruz şu an babasının çöplüğü yanıyormuş gibi davranan… Bazılarının kibri kabahatinden büyük… Yaşamla barışık olamayan, elbette ölümden de çok korkuyor. Dünyaya kazık çakma arzusu, insanın faniliğiyle bir baş etme biçimi olsa gerek. Ölümlülüğünü unutmak için kendisine tanrısallık bahşedip ölümü çağırmak. İnsan ne zavallı çaresizliklere düşüyor.

Kadınlar ve ağaçlar… Öyle bir ülke ki ikisini de yaşatamıyor, koruyamıyor. Ağaç simgesi kadını da sembolize eder, çünkü toprak anadan gelmiştir. Ağaç kendi yapısında tüm kozmosu yeniler. Değişime uğrar, meyveler verir ve aynı zamanda değişime uğratır. Ölüme karşı yaşamdır yani ağaç. Dişildir. Bu, kendisini onarabilme gücü de verir ona. Birçoğumuz yaşanılan panikten dolayı hemen ağaç dikme seferberliğine girişti ancak o dürtüsel hal iyi niyetli gözükse de ekolojik anlamda pek hayırlı değil. Hem ayrıca önce bir durmak, üzülmek, giden canların yasını tutmak da önemli. Ciğerimiz yansın biraz, o kuşların, kuzuların, ağaçların çığlığını daha çok duyalım, daha çok duyalım ki unutmayalım ve başka türlü olsun artık… Ormanın kendisini onarma gücü var. Çoğu ağacın yangından etkilenmeyen toprak altında canlı dokuları bulunduğundan o tohumlar yangını canlı olarak atlatabiliyor. Eğer yangından birkaç ay sonra yanmış alana ziyarette bulunursak, bu bitkilerin aslında ölmediklerini ve yeniden sürgün verdiklerini görebiliriz. Bazı tohumların yangın sırasında ortaya çıkan dumanı bir uyarıcı olarak aldığını ve çimlenmeye hazır hale geldiğini biliyoruz. Zaman alsa da bu onarıcılığa güvenmek önemli. Üzerimize düşeni para verip ağaç bağışında bulunarak yapamayız sadece. Ekolojik farkındalığa dayalı bir ömür sürmeyi şiar haline getirmek ve bu konuda çevremizi de örgütlemek gerekiyor. Doğayı bir yabancı gibi gören ve doğaya hükmetmeye çalışan politik gücün ve endüstri kültürünün yıkıcılığını ısrarla sorgulamalı ve onun bir parçası olmayı elimizden geldiğince reddetmeliyiz. Artık bu dünya daha ne yapsın bunu öğrenmemiz için? Dünya bizim evimiz, insanın bir ağaçtan, bir kediden, kurttan kuştan daha ayrıcalıklı bir tarafı yok. Dünya insanın etrafında dönmüyor, dünya insanın da içinde olduğu bir yaşamın etrafında dönüyor. Doğa üzerinde iktidar kurmaya çalışan eril zihniyet, kadına da ağaca da aynı şekilde davranıyor. Tavuğu “beyaz et” olarak görüp, kadını metalaştırıyor. Onlara hükmetmeye çalışarak yaşamı söndüreceğine inanıyor. Ne mümkün! Yaşam sönmez, yaşam sürer. Doğa onarır. Yeniden yeşertir. Tohumunu saklar, ona bakar, krizleri yönetir. Gerektiğinde edilgen olup gücünü toplamayı başarır. İnkârın uzağındadır doğa, olanla kalmayı ve olanı dönüştürmeyi iyi bilir;

“Ağaç der ki: gücüm güvenden gelir. Atalarımı hiç bilmem, her yıl benden doğan binlerce evladımı bilmem. Tohumumun sırrını yaşarım sonuna dek, başka tasam yoktur benim. Tanrının içimde olmasına güvenirim. Uğraşımın kutsallığına güvenirim. Ben bu güvenle yaşarım.” (Hermann Hesse, Ağaçlar)

Ama bazı kötülükler var ki, işte onlar onarılamaz ölçüde bir kalp cehennemidir. Kalbin cehennemi söndürülemez, kişinin en büyük cezası da o kalple sonsuza dek yaşama zorunluluğudur işte. Kalbin cehennemi yangınlardan bile daha yakıcıdır ve katlanılması öyle güç bir haldir ki, kişi tüm dünya da cehenneme dönsün, tüm dünya onun kalbine benzesin ister. Adeta bunun için çabalar, bunun için yaşar. Gülüşü, duruşu, bakışı, yardım edişi, sözü cehennemdir onun. Aklınızın sınırlarını zorlar bazen. “Şaka mı bu” dersiniz. “Yok artık” dersiniz. Ama gerçektir. Ateş kadar gerçek! Cehennemi bir iktidar yaratır kendisine. Etrafındakiler odunu olur. Onu daha da güçlendirirler. Kalbi cehennem olanları çok iyi biliyoruz, gözünden tanıyoruz. Buna rağmen yaşamı savunmaya devam edeceğiz. İyileşmeye, direnmeye, sabretmeye, dayanışmaya inanacağız. Bilgiyi ve acıyı paylaşacağız. Israrla ve ısrarla kendi umut vahalarımızı inşa edeceğiz. Yanımıza yöremize sahip çıkacağız. Dünya bu iyicil gücün yüzü suyu hürmetine iyileşecek.


Tuğçe Isıyel Kimdir?

Klinik Psikolog/Psikoterapist. Londra'da Middlesex Üniversitesi'nde ve Türkiye'de psikanalizle ilgili çeşitli eğitimler aldı. EFTA-Avrupa Aile Terapisi Derneği (European Family Therapy Association) tarafından sertifikalanan Aile ve Çift Terapisi eğitiminin temel ve ileri düzeyini tamamladı. Kurucusu olduğu Polente Psikoloji’de yetişkin, çift ve aile alanında psikoterapist olarak çalışmaktadır. Aynı zamanda “Psikanalitik Edebiyat Okumaları” isimli bir atölye çalışması yürütüyor ve çeşitli dergilerde inceleme, deneme, eleştiri türünde yazılar yazıyor. Ya Hiç Karşılaşmasaydık isimli kitabın yazarıdır. Tezer Özlü’ye Armağan kitabına yazılarıyla katkıda bulunmuş, İstanbul’un Sakinleri adlı öykü kitabını ise yayıma hazırlamıştır.