YAZARLAR

Kalbim ayna gibi boş İstanbul

"Kalbim Ayna Gibi Boş". Terk edilmiş bir bina. 20 dakika. Yalnız. Sergiyi tasarlayan sanatçı Tosatti, 2018’den beri yollarda anılar, rüyalar, kehanetlerin birbirine geçtiği görsel bir roman yazıyor.

Gördüğüm güzel şeyleri hep başkaları da bilsin, hikâyeleri paylaşalım, hatta onlar da görsün isterim. Bu yüzdendir ki, konuşmayı, anlatmayı, yazmayı çok severim. Senelerdir iş edindiğim sergi yazılarını, eserleri plastik, teknik açıdan incelemek, piyasa değerlerini konuşmaktan ziyade, bahsettiğim anlatma ihtiyacından, güzel sanatı paylaşmak için yazarım. Birçok farklı taraftan sıkıştırılan, daraltılan, yasaklanan, birbirimize küs bir toplum olduğumuz için hep beraber sanatı keşfedebilsek, konuşabilsek, bize iyi geleceğini düşünürüm. Çünkü sanatçı, bazen açık açık, bazen kapalıdan size duygularını, hissettiklerini açar, bazen yepyeni vizyonlar sağlar; sanat kocaman bir paylaşım alanına dönüşür. İzlediklerinizle, gördüklerinizle başkalarının sizinle paylaşmadığını düşündüğünüz duygularda yalnız olmadığınızı anlar, hiç tanımadığınız diğer izleyicilerle birlikte bir dünya kurarsınız.

İşte bugün size, tamamen hislere dayalı bir sergi sunuyorum. "Kalbim Ayna Gibi Boş". Sanatçısına göre, sergiden çok, üzerine çok çalışılmış bir deneyim. Tarlabaşı, Ömer Hayyam Caddesi, 11 Numara. Terk edilmiş bir bina. Kapıya gittiğinizde içeriden çıkanı beklemeniz, arkadaşınızla beraber giremeyeceğiniz söyleniyor. Herkes için 20 dakika. Yalnız. Sergiyi tasarlayan sanatçı Gian Maria Tosatti, 2018’den beri yollarda anılar, rüyalar, kehanetlerin birbirine geçtiği görsel bir roman yazıyor. İstanbul Tarlabaşı’nda beklediğiniz kapının arkasında yaratılan dünyanın benzerleri Katanya, Riga, Cape Town ve Odessa’da da yaratılmış. Romanın beşinci bölümünü deneyimlemeye gelen şanslı görsel okuyuculardansınız yani. Binaya adım attığınızda zaten önce bir duruşundan etkileniyorsunuz, harika bir yapı. Binanın terk edilmişliği, yıpranmışlığı da başka bir güzellik veriyor. Yüzündeki derin çizgileri size uzun ve maceralı hayatının izlerini sunan, görkemle yaşlanmış, sağlam duruşlu, çok hoş bir kadın gibi... İçinize bir his oturuyor, tam da benim sergilerden beklediğim duygu devinimlerine güçlü bir örnek gibi...

Evde sizi bekleyen (gitmeyenler için burada gizli tutacağım) bir hareket var, ona şahit olmak önce sizi bir irkiltiyor. Evde odalarda gezdikçe, katları tırmandıkça yoğunlaşıyor mekanın size verdiği o tanımlanamaz his. Adımları dikkatli atıyorsunuz. Biraz ürküntü (karşıma ne çıkacak), biraz çekingenlik, yabancılık (başka birinin evinde davetsiz geziyorum hissi), biraz merak; size sunulan müziğin, az önce terk edilmiş gibi duran boş şarap bardağının, o kendi evinizden de hatırlayacağınız koltuğun üzerine atılmış battaniyenin, açık bırakılmış (ve belli ki projeye özel seçilmiş, hepsini not aldığım) kitapların yarattığı hislerin karışımı. Pek tarif edilemez, ama çok güçlü. Sergiyi en özel yapan nokta. His.

.

Üstelik bu his, sadece evle ilgili değil. Fark ediyorsunuz ki, dışarıda delicesine dönüp duran bir dünya var. Zaman akıyor ve bu ev duruyor. Şehir, tarih, çevrenizde dönüyor sanki ama siz evle beraber o 20 dakikada zamanı durduruyorsunuz. Pencereden baktığınızda akıp giden şehri, Tarlabaşı’nı, rüzgardan uçuşan asılı çamaşırları, karşı binadaki bir pencerenin önünde dikiş diken kadını görüyorsunuz. Siz dururken orada hayat devam ediyor. Siz dururken ev daha da çöküyor, bir sıva daha düşüyor sanki, tavandaki yarık biraz daha açılıyor. Sanatçı yapım sürecinden bahsederken şu sözleri söylüyor; “Ekibimle birlikte Tarlabaşı’nda yaşamak hepimiz için çok güçlü ve sancılı bir deneyim. Kayan bir yıldızı izlemek gibi. Enstalasyonu kurduğumuz bina sanki bir gözlem evi ve onun sunduğu ayrıcalık sayesinde bu yıldızın son ışıklarını görüyor gibiyiz.” Son ışıkları beraber izliyoruz ama ben biliyorum, bu şehir sönüp sönüp yeni ışıklarla parlar.

KİMİN İZLERİ BUNLAR?

Peki ya burada kimler yaşadı? Kimler bu katlarda güldü, ağladı, günlük, sıradan hayatına devam etti? Bu eskiyen duvar kağıtlarına kimler dokundu senelerce de yıprandı. Terk edilmeler, ettirilmeler, onların getirdiği yıkım. Şaaşalı, karmaşık, renkli zamanların sonu, başka bir şeylerin başlangıcı...

מייַן האַרץ איז ליידיק ווי אַ שפּיגל orijinal ismi Eskenazi dilinde olan, her gittiği şehirde o şehrin dilini alan Kalbim Ayna Gibi Boş, aslen bir demokrasi krizine işaret ediyor. Şehirlerde dönemlerin, insan topluluklarının, mahalle kültürlerinin sonu nasıl geliyor? Kimler tarafından getirtiliyor? Tarih boyunca Avrupa kültüründen etkilenen tüm alanı deney alanı olarak kullanan sanatçı, gösterilen gerçeğe uymayan çatışmalara, yıkımlara, yer değiştirmelere işaret ediyor. Avrupa, barış ve refah içinde bir devletler konfederasyonu olarak algılanıyor ama bütün kıta savaşlar (40 yıldan beri Kıbrıs, Ukrayna, son zamanlarda Gürcistan), etnik çatışmalar (Türkiye, İsrail-Filistin) veya yıkım militerleri (The Jungle of Calais, Fransa) içinde kavruluyor. Sanatçı kimliğinin yanı sıra politik yazılar yazan Tosatti’nin sözleriyle, faşizm ve totaliterlik yeniden yükseliyor, insanlar siyasetten ve belki de Atina'da demokrasiyle doğan uygarlığımızdan bıkmış görünüyorlar.

.

Tosatti, gittiği her şehirde bu gerçekliği çizmeye çalışıyor. İstanbul’da da ekibiyle beş yıl araştırma yapıyor ve şehrin son 20 yılına bakıyor Tosatti. Birkaç sene içinde dikilen gökdelenlere, kulelere, önü alınamaz betona ve sonunda emlak spekülasyonuna kurban olarak ölüm fermanı imzalanan Tarlabaşı’na. Mahalle sakinleri (İstanbul’un başka hiçbir semtinde aynı uygun fiyata ev bulamayacakları için) bir daha dönemeyecek şekilde şehir dışına itilirken, mahallenin çevresinde bitiveren yeni pahalı binalara bakıyor sanatçı. Tam bu noktaya geri döneceğim, aklınızda tutun ama önce anlatılması gereken başka bir hikayeyi anlatmam gerekiyor.

Tosatti’nin enstalasyonu Tarlabaşı’nın ortasında yer alan büyük bir Art Nouveau binanın içinde yer alıyor. Bugün mahallelinin oturduğu bu binalar, onların bizzat inşa ettiği evleri değil aslında. Hepimizin bildiği bir sır bu. 20 yıldan daha da geriye gidip düşünmek, benim için bu hikâyeyi, enstalasyonu daha anlamlı hale getiriyor. Çünkü ben o duvarlara baktığımda o duvarların asıl sahipleri, 6-7 Eylül, 1964 olayları, Kıbrıs meselesi derken bu ülkeden sürülen, mahallenin eski sahipleri, Rumları, Ermenileri görüyorum. Apoyevmatini Gazetesi Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis, 2010’da Milliyet’e verdiği bir röportajda Tarlabaşı’nda doğduğunu anlatıyor mesela. Bugün burada duran 200 yaşındaki bir ağacı, büyükbabamın dikmiş olduğunu bilmek bana İstanbullu olduğumu idrak ettiriyor, diyor. Dolapdere’de 50 yıl önce sadece Rumca konuşulduğunu, şehirdeki toplam 180 bin Rumdan bugün 2 bin kişi kaldığını anlatıyor. Onların yerine de başka bir “terk ettirilen”, Güneydoğu’yu terk etmek zorunda kalan halk geliyor. (Bu arada 1989'da Bedrettin Dalan'ın Tarlabaşı’nda Rumlardan kalan 350 tarihi binayı yıkımını 'bizim kültürümüz değil ki' diye yıktırdığını utanç notu olarak düşelim.)

“Eşref Korkmaz'la Galatasaray'da, LGBT'liler için de özel iç çamaşırları satılan dükkânda çay içerken "Poğaçacı sabah geçerdi, Oy oy Emine şarkısını söylerdi. Öyle bilirdik onun geldiğini. Yorgancı öğle ile akşam arası geçerdi" diyor. Doksanlı yıllarda köyleri boşaltılan insanların yaşama tutunma yeri gibi onun için Tarlabaşı. Bir nevi köprü mevki. Kimsenin ölene kadar yaşamak istediği bir yer değil.”
Gönül Kıvılcım, Tarlabaşı: Bir Düş Ülkesi, 2016

Şimdi az önce bıraktığımız noktaya, 20 yıl öncesine geri dönelim... Gönül Kıvılcım, 2016’da Artful Living’e yazdığı “Tarlabaşı: Bir Düş Ülkesi” yazısında, Tarlabaşı’nın (artık eski) yeni sakinlerinden bahsediyor. Önce Güneydoğu’da köyleri yakıldığı için gelip şimdi de Tarlabaşı’ndan rant için sürülen ailelerden, yok olan anılar, yaşanmışlıklardan. Kürtler, Süryaniler, çingeneler, LGBT bireyler, Afrika’dan gelen mülteciler... Selin Biçer, bundan 9 sene önce 2012’de Arkitera’ya yazdığı yazıda yıkımın başlangıcından bahsederken, Tarlabaşı Bulvarı’ndan bakıldığında bile ayrımcılığın yerleşik olarak bu güne kadar geldiğinin fark edileceğini söylüyor. Ve buraya sığınan bireylerin artık son kalelerini de soylulaştırma projesi ile kaybedeceğini... Bu yazıdan 9 sene sonra, hala burada, değişimin eşiğindeyiz. Uzak diyarlardan gelen bir İtalyan’ın bizi yüzleştirdiği evimizde, hüzünlü ve engellenemez yeni bir çöküşün bu dönemki kahramanları olarak hikayenin bir parçası olmayı bekliyoruz. Kalbimizin boş değil, çok dolu ve ağır, aynaya bakmaya korkuyoruz, adımlarımızı bilinmezliğe, bizi bekleyen geleceğe ürkek atıyoruz. Aynen o evde attığımız gibi.

.

The Blank Contemporary Art (Bergamo) ve Depo (İstanbul), İtalyan Kültür Merkezi (İstanbul) işbirliğiyle, İtalyan Konseyi (7. edisyon, 2019) tarafından desteklenen Gian Maria Tosatti’nin çalışması Моє серце пусте, як дзеркало - одеський епізод, Kalbim Ayna Gibi Boş – İstanbul Bölümü’nün küratörlüğünü Devrim Kadirbeyoğlu ve Antonello Tolve’nin üstlenmiş. Enstalasyon sergisini 25 Haziran 2021’e kadar 15.00-19.00 saatleri arasında, Tarlabaşı’nda Ömer Hayyam Cad. No: 11 adresinde ziyaret edilebilirsiniz. Projenin diğer şehirlerini de incelemek isteyenler, bu adresi ziyaret edebilirler: myheartisavoid.com


Irmak Özer Kimdir?

Sabancı Üniversitesi Toplumsal ve Siyasal Bilimler bölümü mezunu olan Irmak Özer, lisans eğitiminin ardından Atina Üniversitesi'nde Güneydoğu Avrupa Çalışmaları (MA) alanında ve London School of Economics and Political Science'ta Karşılaştırmalı Politika (MSc) alanında iki adet yüksek lisans programını tamamlamıştır. Kültür-sanat alanında uzun zamandır çeşitli mecralara yazılarıyla katkıda bulunan Irmak Özer, hurriyet.com.tr, Art50, Milliyet Sanat, İstanbul Life gibi önemli basılı ve çevrimiçi yayınlarda sergi değerlendirmeleri ve söyleşiler ile katkı sağlamakta ve ilgili platformlarda konuşmalar yapmaktadır. Irmak Özer, kültür-sanat alanında uzmanlaşmak için İstanbul Üniversitesi Kültürel Miras ve Turizm bölümünü (AA) ve Koç Üniversitesi'nde Arkeolojik Varlıkların Korunması ve Kurtarılması sertifika programını tamamlamıştır. Irmak Özer İsviçre'de yaşamakta ve Uluslararası İlişkiler alanında çalışmaktadır.