YAZARLAR

Kahve, süt, siyaset. Bir de HDP...

HDP’yi konuşmayalım. Siyasetin alanını daraltmayalım. Muhalefetin “kendisi gibi olan” siyasi partilerinden, AYM ya da AİHM kararlarına uyulmaması, her gün biraz daha anti demokratikleşme ve hukuk dışılığa kayma konusunda bir şey yapmasını ummayalım. Bunlar siyasi partilerin işi değil çünkü...

Sigarayı beş yıl evvel bıraktım. Fakat o tarihte tam beş yıl sonra bir adet sigara tüttüreceğimi de herkese söylemiştim. İlk zamanlar hep o günün hayalini kurdum desem yalan olmaz. Dayanılmaz bir sigara içme isteğine kapıldığımda kendime şöyle diyordum, “Sık dişini, şunun şurasında dört yıl yedi ay yirmi gün beş saat kaldı.” Sonra işte beş yıl geçti ve geçtiğimiz Şubat ayının 22’sinde, o bir adet sigarayı içmeye hak kazandım. Fakat ne acı ki günün o gün olduğunu fark etmeden 22 Şubat gelip geçiverdi. Üç gün sonra hatırladığımda ise artık yapacak bir şey kalmamıştı. Zira o hakkı o gün kullanmazsam bir beş yıl daha beklemem gerektiğine de bizzat kendi zalımlığımla kendim karar vermiştim... Kısacası o sigarayı kısmetse artık 22 Şubat 2026’da içeceğim. O gün geldiğinde kısa çöp uzun çöpten hakkını hâlâ almamış olursa sigarayı daha da bırakmam. Net.

Bir yandan bunları yazıyorum, bir yandan da beynimde sigarayla birlikte bir cümle zonkluyor. Seçme ve seçilme hakkı bütün yurttaşlar içindir... Gün boyunca yazıyı bir türlü derleyip toparlayamadım. Bir gözüm Meclis’te... Zaten fotoğraf günün erken saatlerinden itibaren iyi değildi. Ömer Faruk Gergerlioğlu Meclis Genel Kurulunu terk etmeyeceğini bir gün evvel söylemişti. İnsan bekliyor ki muhalefetin eşitlikçi, özgürlükçü, demokrat isimlerinin tamamı orada, HDP’li vekillerle birlikte Gergerlioğlu’nun yanında olsun...

Muhalefetten bir şey umunca yine aklıma geldi. Mütemadiyen HDP konuşuyor olmak, HDP’ye yapılanlarla ilişkili olarak muhalefetin söz almasını beklemek baskı kurmakmış. Üstelik de mütemadiyen HDP konuşuyor olmak siyaset alanını daraltıyormuş. Aslında yanlış bir şey değil. Tespit doğru, çıkarım yanlış. Hatta maksatlı... İyi Parti İyi Parti gibi davrandığı için baskı görüyormuş mesela. Olacak şey miymiş?

AKP de AKP gibi davranıyor, bu durumda onu da konuşmayalım o zaman. Ne güzel...

İyi Parti’nin İyi Parti gibi davranması kapsamında neler var bir bakalım. Genel Başkan Yardımcısı Yavuz Ağıralioğlu’nun ya da başka bir etkili ve yetkili ismin durup dururken HDP’ye ve HDP’lilere hem de anaakım televizyonların cafcaflı stüdyolarından ağır sataşması var. Siyaset alanını daraltmak için Kürt sorununu istismar ettiğini iddia ettikleri AKP-MHP iktidarıyla birlikte, HDP’nin mütemadiyen kriminalize edilmesi var. Olsun HDP’yi konuşmayalım. Pragmatik siyasette olur böyle şeyler. Onlar da kendi tabanlarını konsolide ediyor garipler. HDP’yi zaten hangi vesileyle konuşuyoruz ki biz?

Sigaraya daha ne kadar çok zaman var ya... Sigarayı bıraktıktan sonra herkes gibi ben de başka bir alışkanlık geliştirdim tabii. Tıpkı sigaradan çektiğim nefeslerin ritmiyle, mütemadiyen yudum yudum kahve içiyorum. Elimin altından hiçbir şekilde ayırmadığım koca kupalarım var, hiç boş bırakmam. Öyle çok koyu yapmayıp süt de ekleyince bir rahatsızlık da vermiyor. Fakat kahve değil de bu süt olayı hayatımızı baya baya riske ediyor artık. Eskiden güzel güzel soğuk süt koyar içerdim. Artık soğuk sütle içemiyorum. İnsan bir yaştan sonra karakterleşiyor ve yeni alışkanlıklar icat ediyor. Süt sıcak olacak ve de mikrodalgada da ısıtılmayacak. Mikrodalga zaten iyi bir şey değil.

En son HDP’yi ne vesileyle konuştuğumuz sorusunda kalmıştım. HDP konuşuyoruz, çünkü şöyle şeyler oluyor. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı HDP’nin kapatılması istemiyle AYM’ye iddianame sunuyor. Bir HDP milletvekilinin daha vekilliği düşürülüyor. Böylelikle üç yıldan az bir süre evvel yapılan seçim sonucunda 67 vekille Meclis’te üçüncü büyük parti olan HDP’nin vekil sayısı 55’e düşüyor. Vekilliği düşecek olan isim Ömer Faruk Gergerlioğlu... Seçmen iradesi sadece Meclis çatısı altında eritilmekle de kalmıyor. Üzerinden henüz iki yıl geçmemişken, HDP’nin yerel seçimlerde kazandığı 65 belediyeden elinde sadece 5 belediye kalıyor. Kıyım kıyım kayyımlanıyor. Ama biz HDP’yi konuşmayalım. Siyasetin alanını daraltmayalım. Muhalefetin “kendisi gibi olan” siyasi partilerinden, AYM ya da AİHM kararlarına uyulmaması, her gün biraz daha anti demokratikleşme ve hukuk dışılığa kayma konusunda bir şey yapmasını da ummayalım. Bunlar siyasi partilerin işi değil çünkü...

Böyleyken böyle. AKP’nin Kürt sorununu istismar ettiğini söyleyen ve bunun siyaset alanını daralttığını da ekleyen muhalif entelijansiya, sözünü, “HDP’yi konuşmayalım” diye tamamlıyor. Ne yapalım o halde? Bırakalım vekillikleri düşürsünler, bırakalım hakaret etsinler dilediklerince. Bırakalım partiyi de kapatsınlar. Sonra da nasılsa konuşacak bir şey kalmaz...

Sigaraya daha çok var. Biraz daha kahve alalım ve sütümüzü ısıtalım... Fakat süt ısıtmak deyince sütün hayatımızı ne yolla daralttığını ve riske ettiğini de anlatmadan olmaz. Manzarayı kısaca anlatayım size. Cezveyi ocağa koyuyorum ve başında bir dakika beklesem ısınacak olan bir parmak sütü terk edip bu bekleme anında aklınıza gelecek en tuhaf işleri yapmaya gidiyorum. Çamaşır sermek olsun, çiçeklere su vermek olsun, o anda muhakkak aradan çıkarılması gereken bir iş icat ediyorum kısacası... Mutfaktan çıktığım anda da pandemi kafasına bağlayıp, sütü de cezveyi de tamamen unutuyorum. Ta ki süt cezveyle birlikte kömürleşip ortalığı siyah dumanlar sarıncaya dek. O bir parmak süt nasıl o kadar duman çıkarıyor ben onu anlamıyorum. Gündüz yine kendi kendime olayın izlerini ortadan kaldırıyorum ama akşamları kendisi kokuyu derhal fark edip Madenlilerin deyişiyle gıjgırmaya başlıyor, “Sevilaaay süt taşıyor yine, yahu söyle ben durayım başında! Niye bir dakika orada duramıyorsun anlamıyorum ki?” Ben de anlamıyorum, anlasam zaten taşırmam... Hayatımda artık sirke ve limon tuzu ile kaynatıp telle kazıya kazıya cezve yanığı temizleme gibi bir iş kalemi var ki hakkımda hayırlısı. Her gün bir cezve atacak değilim tabii, günde beş vakit cezve dibi kazıyorum. Ne bu dünyaya ne öte dünyaya yaramayan bir iş, zaman israfı.

Sıkıldınız tabii. Benim sigarayı bırakmamdan, kahve bağımlısı olmamdan, taşırdığım sütten çorbadan, dibini yaktığım cezveden tencereden kime ne? Öyle mi diyorsunuz alay komutanları? Gidin o zaman siz de beğendiğiniz yeri açın, istediğiniz belgeseli, istediğiniz eril eril tartışma programını ya da işte internet mecralarındaki siyasal analizleri dinleyin. Daha pragmatik daha teknokratik birçok şey anlatıyorlar oralarda. Mesela Kürt Sorununun öyle en büyük sorun filan olmadığını da anlatıyorlar. Esas sorunun mafyalaşmış, çeteleşmiş, hesap verebilir olmaktan çıkmış devlet yapısı olduğunu söylüyorlar. Ne kafaları dağılıyor. Ne süt taşıyor, ne cezve yanıyor. Öyle bir serinkanlılık... Devletin yapısının büyük bir sorun olduğunu görelim ama bu yapıyı sürdürebilmek için rızaya ihtiyaç olduğunu ve o rızanın da ancak bir “Öteki” yaratmakla mümkün olduğunu da görmeyelim. O “Öteki”nin bazı güzide partiler tarafından aynı AKP-MHP’nin yaptığı gibi oy artırma derdiyle haksız ve hukuksuz biçimde kriminalize edilip durduğunu da söylemeyelim.

HDP de bir rahat durmuyor canım. Ama her nedense başına gelen her şey için iddianamelere en az altı yedi yıllık paslanmış gerekçeler giriyor... Batı cephesinde yeni bir şey yok. Olsa dükkân sizin.

Neyse işte geçenlerde, HDP’yi konuşmayalım görüşünü benimseyen arkadaşlarla bir açık oturuma katıldım. Bu görüşler orada dile geldi. Bağlantı sorunu nedeniyle mütemadiyen hattan düştüğüm için orada pek dert anlatamadım. Burada anlatayım dedim işte. Sonuçta aynı argümanları pek çok kişiden duyabilirsiniz. Akşam sabah CNN’de de, A Haber’de de benzer düşünceler bir şekil dile getiriliyor. Şu şekil mesela.

“Bugün Türkiye’de her 5 kişiden 4’ünün HDP’ye karşı bakışı olumsuz.” Bu verinin kaynağını ya da bağlamını bilmiyoruz ama olsun. Bu cümle dakikalar sonra şu sözlerle karşılanıyor. "Bundan altı yıl evvel bu ülkede Selahattin Demirtaş yüzde 13 oy alan bir partinin eş genel başkanıydı. Takım elbisesini giymişti, siyasetini yapıyordu. Bugün ise toplumun yüzde 78’i HDP’ye (Demirtaş’a) olumlu bakmıyor." HDP’nin bunları düşünmesi gerektiği söyleniyor. Bu sonucun da hangi anketten olduğunu bilmiyoruz. Aramakla bulamıyoruz da. İşin ilginci bu “itibar kaybı da” aynı konuşma içinde AKP’nin medyayı tümden ele geçirerek yaptığı algı yönetimine fatura ediliyor. Peki o halde bütün bunlar algı yönetiminin marifetiyse, HDP’nin bunu niçin düşünmesi gerekiyor? Neyse çok soru sormayalım. HDP’yi de konuşmayalım... Boy boylanmış, soy soylanmış, algı da algılanmış...

Programın katılımcılarından biri, “Türkiye’de hangi partiye asla oy vermezsin” diye sorulduğunda, toplumun en yüksek oranda HDP’yi işaret ettiğini de üzerinde düşünülmesi gereken bir diğer mevzu olarak manidar bir ifadeyle dile getiriyor. Bunun doğruluğunu eğriliğini çok da düşünmedim önce ama şunu düşündüm. Eğer böyleyse bu neyi meşrulaştırmış oluyor? Bu toplumun yirmi yıldır iktidarda tuttuğu parti de AKP. Ne yapalım yani, böyle diye sahayı da seçimi de AKP’ye bırakıp gidelim mi? Mantık aynı mantık... Tam süt ısıtırken aklıma düştü bu. Verinin doğruluğunu bir kurcalayayım dedim. Bilgisayarın başına geçtim. Özer Sencar veriyi de anketi de açıklamıştı. Söz konusu anket 5 binden biraz fazla sayıdaki kararsız seçmenle yapılmış. Yani öncelikle bu bir Türkiye anketi filan değilmiş. En yüksek oranda, “Asla oy vermem” denilen parti de linkte göreceğiniz gibi AKP’ymiş. HDP ancak ondan sonra geliyor. Kararsızlar bu pazar seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz sorusu esas alınarak partilere dağıtılmış. HDP’ye asla oy vermem diyenlerin oranını yükselten de zaten o pazar seçim olsa oyunu AKP’ye vereceğini söyleyen seçmen. Onu İyi Parti seçmeni takip ediyor. Bu kutuplaştırıcı istismar siyaseti altında olağan bir sonuç bu. Birinci AKP olursa, ikinci tabii ki HDP olur. Başka bir anket varsa bilemem, ama en güncel veri bu ve iki iddia da yanlış. Peki bu manipülasyon niçin yapılıyor acaba? Onu konuşabiliyor muyuz?

İyi Parti yükselmekte olan, özgüveni artmış ve HDP’den daha meşru, daha güçlü ve daha büyük bir partiymiş... Bunları konuşacakmışız. Halihazırda Meclis’teki sandalye sayısı HDP’den 20 sandalye az olan, son seçimlerde HDP’den 1,7 puan az almış bir parti nereden daha büyük oluyor onu da bilemiyoruz. Metropoll şubat ayı anketine bakarsak, onca hırpalanmaya rağmen HDP 8.9. İyi Parti de 9.5. Üstelik de bu bir seçim sonucu değil, bir kamuoyu araştırması sonucu... Yeni bir seçim olmadan İyi Parti HDP’den daha büyük bir partidir de diyemeyiz. Meşruluğa gelince, bir partinin meşruiyetini ona gösterilen seçmen teveccühü dışında neyle ölçüyoruz? İyi Parti’yi HDP’den “meşru” yapan nedir? Beş bin kararsız seçmen mi?

Mutfaktan kesif bir yanık kokusu geliyor. Süt yine yandı, sigaraya neredeyse beş sene var. Beş kararsız sene..

 
 

Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.