Kadınlara karşı gelişen bir saldırı biçimi olarak dezenformasyon

Kadınları kamusal tartışmalardan caydırmak, bulundukları pozisyonların hakkını verememekle suçlamak, hedef göstererek siber saldırı ve çeşitli tacizlere kapı aralamak; bunu yaparken de öncelikle kadınların cinsiyetini vurgulayarak yetersiz oldukları algısını yeniden yaratmaya çalışmak bu tür dezenformasyonun asıl amacıdır.

Google Haberlere Abone ol

Dezenformasyonun dijital ağlarda ne kadar kolay yayıldığına hepimiz her gün tanık oluyoruz. Doğrulanmamış bilgiler, internetin kadim efsaneleri, yanlış olduğu kanıtlansa da paylaşılmaya ve yayılmaya devam eden fantastik iddialar. Her zaman dolaşan bu tip yanlış veya çarpıtılmış bilgilere Covid-19’la birlikte yenileri de eklendi. Özellikle de Covid-19’un büyük güçlerin oyunu olduğu, salgının ülkeler bazında seyrine göre kime yaradığı, 5G teknolojisinin manidar zamanlamasından aşının içine çip yerleştirildiğine kadar seçip beğenip alabileceğiniz onlarca kurmaca…

Ne yazık ki Covid-19 döneminde dezavantajlı grupların yaşadıkları sorunlara yeni eklenenler olduğu gibi bazı yeni sorunlar ortaya çıktı veya daha görünür hale geldi. Dijital ortamda zaten var olan nefret söylemi, baskı ve aşağılama artarak devam etti. Bir araştırmaya göre cinsiyete dayalı dezenformasyon (gendered disinformation), özellikle politikacılar, kamuoyunca tanınan kişiler ve gazeteci kadınlara yönelik, kadın kimlikleri merkeze alınarak bağlamında koparılmış bilgilerle veya komplo teorileriyle bir araya getirilmesini anlatır.

Örneğin 8 Mart yürüyüşünün, gizli bir ajanda çerçevesinde yapıldığı, organizasyon inisiyatiflerinin ülkeleri karıştırmak isteyen dış güçlerden destek aldığı ve planlarının cinsiyet eşitliği ve diğer taleplerden ziyade ülkeyi kaosa sürüklemek olduğu öne sürülür. Türkiye’de haberleri takip ettiğimizde benzer söylemlerin yılda birkaç kez özellikle politikacılar tarafından öne sürüldüğünü ve yeniden üretildiğini rahatça görebiliriz. Hak arayışını baltalayan, şahıslar hedef gösterilip bağlamından koparılan tartışmalar, tam da cinsiyete dayalı dezenformasyonun ve itibarsızlaştırmanın en bilinen yöntemidir.

Kadınları kamusal tartışmalardan caydırmak, bulundukları pozisyonların hakkını verememekle suçlamak, hedef göstererek siber saldırı ve çeşitli tacizlere kapı aralamak; bunu yaparken de öncelikle kadınların cinsiyetini vurgulayarak yetersiz oldukları algısını yeniden yaratmaya çalışmak bu tür dezenformasyonun asıl amacıdır.

Kadınların geleneksel rollerini pekiştirmek için bazen onları düşman bazen de aciz varlıklar gibi gösteren söylemler en temelde kamuoyunun takip ettiği kişilerden ve medyadan başlayarak toplumun geneline yayılır. Cinsiyetçi söylemleri yapan ve bu yönde mobilizasyonu artıran kişilerin yanı sıra bu tür içerikleri dağıtan medya organları da eşit sorumluluk altında görülür.
Rapora göre, İspanya’da geçen yıl yapılan 8 Mart gösterisi, kamu sağlığı gerekçe gösterilerek kadınların sorunları ve hak arayışlarına ket vurmak isteyenler tarafından tartışmaya açılmış. Dünya genelinde sayıca en büyük dezavantajlı grup olan kadınların tekrar eski toplumsal cinsiyet kalıplarına hapsedilmesi, taleplerinin görmezden gelinmesi ve seslerinin kısılması için Covid-19 kullanışlı bir argüman olarak da ortaya çıkmış. Kamu sağlığı söz konusuysa gerçekten de bütün gösterilen ve toplantıların ne şekilde yapılacağı veya yapılamayacağı, söz konusu kamu sağlığı ise net kurallara bağlanabilir ancak kadınların toplanması engellenirken siyasi parti kongresi, toplantıları yapılması bize neyi gösterir?

Diğer taraftan kadınların bulundukları konumlarda yetersiz veya başarısız olduklarını, toplumsal saygınlıklarını yerle bir etmek için aşağılama vurgusu olarak kadın kimliklerinin dillendirilmesi de başka bir temel problem. Türkiye’de örnekleri sıkça görülen ve daha birkaç hafta önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Prof. Dr. Ayşe Buğra’dan bahsederken “Osman Kavala denilen, adeta Soros’un temsilcisi olan kişinin karısı da provakatörlerin içerisinde yer alan bir kadındır” demesi de hafızalarımızdaki en taze örneklerden biri.

Yakın geçmişte Ceyda Karan, Nevşin Mengü ve Selin Girit’i hedef alan dijital taciz kampanyalarını da unutmamak gerek.

2020’de İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilmesini destekleyen insanların, sözleşme kapsamını, kime ne koruma/güvence sağladığı konusunda yaydıkları dezenformasyonlar ve kadın kimliğini merkeze alarak yapılan çarpıtmaların da özellikle dijital platformlar yoluyla kadına dayalı dezenformasyonun önemli bir parçası olduğunu düşünüyorum.


Covid-19’la geçen bir yıl bütün insanlığı etkilese de alt gelir grupları ve dezavantajlı gruplar için gerçek bir var olma savaşına dönmüş durumda. Cinsiyetçi söylemle bezenmiş dezenformasyonu veya bağlamında koparılmış olgularla karşılaştığınızda şüphe kasınızı çalıştırmanız dileğiyle, daha güzel bir dünya için mücadeleye devam.

 
 
Etiketler kadın teknoloji