YAZARLAR

Kadınlara kamusal alanı kapatma sürecine mi girdik?

Giderek belirginleşen, siyasetteki kadınlara sessizlik ve görünmezlik dayatması, iktidarın ülke çapındaki kadın politikası, partili kadınlara da yansıyor. Rıza gösterdikleri takdirde artarak devam edecek kuşkusuz. Kadınların itaatkâr tutumu toplumun yarısını oluşturan tüm kadınların bugününü ve geleceğini şekillendirecek bir kadın karşıtlığını beslerken aynı zamanda kendilerini de varoluşsal bir açmaza sürüklüyor.

AKP Ankara ilçe Kadın Kolları Başkanları genel merkezlerinde toplanmış. Salı günü yapılan toplantının açış konuşması Ömer Çelik’ten. Partisinin teşkilatlarında ilçe kadın kolları başkanlığı düzeyinde çalışan kadın politikacılara siyasal haklar tarihi üzerine "ders" verir nitelikte konuşmuş resmen. Bu ne aymazlık? Ne cüret? Kocaman bir salon dolusu kadın siyasetçiye kadınların siyasal haklarının kazanım tarihçesinden söz etmek bir erkek politikacının ne haddine? Erkek hadsizliğine sessiz kalmakla başlıyor kadınların alan kaybı.

Habere göre Ömer Çelik’in uzun açış konuşmasında kadınlarla ilgili kısa ve ama hayli eksik ve yanlış bilgi içeren bölüme bakalım. “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, ilk cumhurbaşkanımızın kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkını vermesinden sonra Türkiye’deki kadın hareketi büyük aşama kaydetti.” Kadın hareketinin tarihine dair hiç bilgisi olmayan bir erkek bunları söylerken o salonda AKP Kadın Kolları Başkanı Ayşe Keşir ve Kadın Kolları Teşkilatı Başkanı Emine Yavuz Gözgeç gibi kadın politikacıların yanı sıra 34 ilin 439 ilçesinden gelen İlçe Kadın Kolları Başkanları vardı. Böylesi yarım yamalak erkeklemelere göz yumarak rıza ve teslimiyet sergileyen kadın politikacıların yaptığı iş, tevazu ve parti disipliniyle açıklanamayacak kadar kadın hakları bilincine aykırı bir tutum. Kendi siyasi kariyerine özgü kişisel tutum olarak da açıklanamaz.

Kişisel olan politiktir sloganı böylesi konuları özlü şekilde açıklıyor. O salonda ve genel olarak AKP içindeki kadınların uysal tavırlarından örneğin Boğaziçi Üniversitesi'nin “cinsiyeti erkek olmak” koşullu personel alım ilanına yol açılıyor. İktidar partisindeki kadınların rıza üretiminin İstanbul Sözleşmesi’nden hukuka aykırı çıkma kararına neden olduğu da bilinmeli. Fahişe, sürtük, terörist gibi ithamlarla kadınların bir kısmını ötekileştiren iktidar, bu yolla partisindeki kadın politikacıları sessizliğe zorluyor ve kaybeden tümüyle bir kadın hakları bilinci oluyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye rıza gösteren ve haberdekine benzer toplantı salonlarındaki yüzlerce kadın itaatkâr tavır sergilediği için 25 ve 27 Kasım günleri yüzlerce kadın kötü muameleyle gözaltına alınabildi. AKP’li kadınlar kişisel tutumlarıyla, iktidar politikasının kadın karşıtlığını pervasızlaştırma arasındaki ilişkiyi görse keşke. Soyut ve genel ama tümüyle gerçek ve ağır toplumsal hasar verici etkinin yanında salt kendi kariyer ve yaşamlarına olumsuz yansımaları olduğuna da hiç şüphe yok üstelik.

Son yıllarda iyice belirginleşen kadın karşıtı iktidar politikasının genel özelliklerini açıklayan bu örnek olay niteliğindeki haberin basına yansıması sadece bir erkek üzerinden. Sadece Ömer Çelik var haberde. Oysa o salonda beş yüze yakın kadın var. Bir erkek politikacının yüzlerce kadına bedel görüldüğü bir politik kamusallık var ortada. Çünkü yazılı ve görüntülü haberlere yansıyan kadın görüntüsü ve kadın sözüne rastlanmıyor. Orada çalışan kadın politikacılar görünmezliğe mahkûm. Kadının görünmeyen emeği salt ev içinde kalmıyor. Siyasette de kadın emeği görmezden gelinir öteden beri. Çalışan kadın olduğu halde yapılan işte parsayı toplayan erkek politikacılar olur genellikle. Ve bu nedenle her partide kadınların siyasi konumlarına, inisiyatiflerine alabildiğine kıskanç tutum alması gerekir. Parti içinde yaşadıkları baskı ve geri çekilmeye zorlayan kararların kendi kişilikleriyle veya partinin ideolojisiyle değil doğrudan kadın kimliğine saldırıyla ilişkili olduğunu düşünerek kadın bilinciyle, siyasetteki erkek aklına karşı politik mücadele vermeleri gerekir. Evet bunlar biliniyor, hep söyleniyor ancak sanırım şu an iktidar partisi içinde yaşanan ve oradan topluma yansıyan politik tutum bildiklerimizin hayli ötesine geçmiş halde.

AKP içinde kadın politikacıların varlığı (belki şimdilik) isteniyor ama kamusal görünürlükleri engelleniyor. Çok sayıda kadın vekili ve yerel kadın politikacısı olan iktidar partisi, çalıştırdığı kadınları görünmezliğe mahkûm ediyor. Çok az sayıda kadına tanınıyor, kamusal açıklamalarda bulunma hakkı. Evet, erkeklere de var AKP içinde konuşma yasağı ama kadınlar için bu parti disiplini hali, sessizlik, görünmezlik haline dönüşmüş gibi. Meclis'te AKP kadın vekilleri ne denli az konuşur hepimiz biliriz. Ancak Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu'nda duyarız AKP’li kadın vekillerin sesini. Ki orası da neredeyse “hanımlara mahsus” kapalı alan haline getirilmiş bir yerdir. Alanlarda, sokaklarda değil kapalı mekânlarda söz hakkı veriliyor kadınlara. Ama televizyon yayınlarında konuşan görüntüler ancak erkeklerle sınırlı. Giderek belirginleşen bu siyasetteki kadınlara sessizlik ve görünmezlik dayatması, iktidarın ülke çapındaki kadın politikası, partili kadınlara da böyle yansıyor. Rıza gösterdikleri takdirde artarak devam edecek kuşkusuz. Kadınların itaatkâr tutumu toplumun yarısını oluşturan tüm kadınların bugününü ve geleceğini şekillendirecek bir kadın karşıtlığını beslerken aynı zamanda kendilerini de varoluşsal bir açmaza sürüklüyor.

Ömer Çelik konuşmasında "bozuk saat” misali bir doğruya işaret etmiş. “Türkiye’deki kadın mücadelesi aynı zamanda bir demokrasi mücadelesidir.” demiş. Evet işte bu doğru ve siyasetteki kadınlar parti içi demokrasi mücadelesinin de eşitlik mücadelesine dahil olduğunu keşke hatırlasa. Aksi takdirde eğitim, çalışma, sanat, siyaset, kamusal alan, düşünce ve ifade özgürlüğünün bir parçası olan protesto, gösteri ve yürüyüş alanlarını kadınlara kapatmaya doğru giden bu politik tutum ülkeyi esir alabilir. İşte o zaman “öteki” kadına yaşatılan baskı ve zulümden kendilerinin hiç de uzak olmadığını anlar iktidar partisindeki kadın siyasetçiler. Tarihin her devrinde, dünyanın her yerinde, her kültür ve dinde, her devlet ve millette kadınların ikincil konumdan eşit konuma geçmek için verdiği mücadeleyi AKP’li kadınlar da bilir ve saygı duyar, alkışlar çoğunlukla. Çağlar boyu süren eşitlik mücadelesini bugün dünyanın minicik bir noktası olan ülkemizde ve çok sınırlı bir zaman diliminde sadece bir siyasi parti ve iktidar çıkarıyla görmezden gelip eşitlik karşıtı politikalara göz yummanın izahını yapabilirler mi, bilmiyorum. Ama son yaşananlarla gidişatın kesinlikle kadınların kamusal alandan dışlanmasına işaret ettiği çok açık.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.