Kadınlar, emek ve edebiyat: 21. yüzyılda yerli edebiyatta neler oluyor?

Ev içi emek ve yeniden üretimin cinsiyetli yapısına rağmen kadınlar 150 yılı aşkındır yazıyor, yazmaya da devam edecek. Ancak bu kadınların edebiyat alanına eşit erişime sahip olduğunu göstermiyor.

Google Haberlere Abone ol

Tuğba Sivri

Kadınlar, emek ve edebiyat söz konusu olduğunda meseleye iki temel açıdan bakmak gerektiği kanaatindeyim. Birincisi, kadın yazarların "edebiyat sektöründe" emeklerinin nasıl değerlendirildiği; ikincisiyse edebi metinlerde kadın emeğinin nasıl ele alındığı. Bu yazıda, 2000 sonrasında bu iki ayakta neler olup bittiğini, sektöre ve metinlere dair kendi hâkimiyetim sınırlılığında yaklaşmaya çalışacağım.

Söze MacKinnon'ın, “Marksizm için emek neyse, feminizm için de cinsellik odur: En çok bireyin kendisine ait olan şey bireyin elinden alınmıştır”(1) şeklindeki güçlü kavramsallaştırmasıyla başlamak yerinde olacak. Zira kadın emeği diye bir şeyden bahsedebilmemizin temelinde, tam da bu cinsel farklılığın yattığını görmek gerekiyor. Cinsellik ve emek ilişkisini edebiyat sektörü bağlamında ele alırken, kadınların, yüzyıllar boyunca yazmaya yetkin olmadıklarını, bedenlerinin (ve cinselliklerinin) bunun önündeki en büyük engel olduğunu söyleyen erkek aklın edebiyat alanında yarattığı tahakkümü göz önüne almak zorundayız (Roussou'dan Peyami Safa'ya kadar erkek yazar ve düşünürlerin bu konudaki görüşleri nettir).(2) 2000 sonrasında kadın yazarların artık rahatça yazabildiklerini, kendilerine edebiyat alanında kolaylıkla yer bulabildiklerini, bu sorunların "geleneksel ataerkil toplum"da kaldığını iddia etmeden önce (ki bu sıkça dile getirilmeye başlandı) kadınların sektörde yaşadıklarına biraz yakından bakmak gerekiyor.

'SUSMA BİTSİN' VE EDEBİYAT SEKTÖRÜNDE CİNSEL ŞİDDET

Günümüzde kadınların yazar olmaları için görünürde bir engel, bir yasak bulunmuyor. Ancak edebiyat 'habitus'una katılmak için tek engel resmi yasaklar değil. "Serbest zaman eksikliği ve yoksulluk, şüphesiz sanattan caydıran güçlü etkenler," diyen Joanna Russ, işçi sınıfıyla kadınlar arasında bir benzerlik kuruyor: "İşçi sınıfı edebiyatına dâhil edilebilecek bir eser yayımlandığında -ki yayımlandı ve yayımlanmaya devam ediyor- kadın sanatına ket vurmak için kullanılan yöntemlere başvuruluyor."(3) Bu ilişki tersine de okunabilir: Kadın yazarları, edebiyat sektörünün proleterleri olarak sınıflandırmak yanlış olmayacaktır. Ev içi emek ve yeniden üretimin cinsiyetli yapısına rağmen kadınlar Türkiye'de 150 yılı aşkındır yazıyor, yazmaya da devam edecekler. Ancak bu durum, kadınların edebiyat alanına erkeklerle eşit erişime sahip olduğunu göstermiyor.

2000'li yıllar, Türkiye'de feminist hareketin "özel olan politiktir" şiarını politik hatta taşıdığı ve bu anlamda özellikle cinsel şiddetin kamusal ve özel alanda örtbas edilmesinin zorlaştığı bir dönem oldu. Tüm dünyada yükselen "me too" hareketi, farklı sanat alanlarında kadınların yaşadığı taciz ve şiddeti görünür kılmaya başlarken Türkiye'de bunun en büyük yankısı, edebiyat alanında duyuldu. Alanın "saygın ve dokunulmaz" erkek yazarlarının, genç kadın yazarlar üzerinde kurduğu eril tahakküm, özellikle taciz ifşalarıyla gündeme geldi.(4) Erkek yazarların sektörde edindikleri iktidarı kullanarak kadın yazarları çeşitli şekillerde bastırması, kadınların yazınsal emeklerinin karşılığını alabilmek için sadece neoliberal piyasa koşullarıyla değil, aynı zamanda cinsel şiddetle de mücadele etmeleri gerektiği gerçeğini gözler önüne serdi. Kadınların iş hayatına katılımlarının serbest piyasaca desteklendiği varsayılırken aslında kadınların sektörde erkeklerle eşit olmadıklarını, yazınsal özgürlüklerinin de cinsiyetleri nedeniyle kısıtlandığını en somut şekliyle görmüş olduk. Edebiyatta (ve sanatın başka dallarında) kadınların emekleri isimlerinin silinmesi, antolojilere ve eleştiri kitaplarına dâhil edilmemeleri, ürün verdikleri türlerin itibarsızlaştırılması gibi çeşitli şekillerde yok sayılırken sömürünün cinsel boyutunu da göz ardı etmemek gerekiyor.

EDEBİ ANLATILARDA KADIN EMEĞİ

Girişte bahsettiğim ikinci temel mesele olan edebi metinlerde kadın emeğinin nasıl ele alındığını incelerken yalnızca kadın yazarların metinlerine odaklanmanın eksik olacağı kanaatindeyim, ancak bu yazıda sınırlarımı kadın yazarlar etrafında çizmeyi doğru buldum. 2000 sonrası ürün veren kadın yazarları düşünürken kitaplığıma göz gezdirdim ve karşıma çıkan isimler kabaca şunlardı: Latife Tekin, Ayfer Tunç, Aslı Erdoğan, Mine Söğüt, Sema Kaygusuz, Aslı Tohumcu, Gaye Boralıoğlu, Pınar Öğünç, Melisa Kesmez, Zeynep Kaçar, Ayşegül Devecioğlu, Şule Gürbüz... Tabii ki bu isimlerin dışında gerek öykü gerek roman türünde eser üreten birçok kadın yazar var, ancak başta belirttiğim gibi, değerlendirmemi kendi kitaplığımın sınırlılığında yapabileceğim.

Kadın emeğinin bu romanlarda nasıl ele alındığına geçmeden önce ev içi emek ve yeniden üretim emeğinden kısaca bahsetmek istiyorum. Yeniden üretim dediğimizde, yeme içme gibi günlük ihtiyaçların karşılanarak (erkek) işçinin ertesi güne hazırlanması, çalışan nüfusa dâhil olmayanların (çocuklar, yaşlılar, hastalar, vs.) bakımı ve biyolojik yeniden üretimden bahsediyoruz. Gülnur Acar Savran'ın deyimiyle; "Kadınlar karşılıksız emek harcayarak erkeklerin ve onların hem çocuklarının hem yakınlarının bütün bakımını üstleniyorlar. Bu karşılıksız emek yüzünden kadınlar güçsüzleşiyor, erkekler daha da güç kazanıyor. Kısacası erkekler tarafından kadınların emeğine el konduğu bir düzlem bu."(5) Ev içi emek, işte bu yeniden üretim faaliyetlerini ifade ediyor. Her ne kadar küresel neoliberalizm, piyasanın erkek/kadın, yerli/göçmen gibi ayrımlar yapmadığı, "çok çalışanın kazandığı" gibi bir miti dayatsa da toplumsal cinsiyetin böyle işlemediğini biliyoruz. Ne var ki feminist eleştirinin merkeze aldığı iki temel kavramdan biri olan (diğeri cinselliktir) yeniden üretimin, özellikle 2010 sonrası feminist edebiyat eleştirisinde geri planda kaldığını iddia ediyorum. Ulusal Tez Merkezi'nde 2000 sonrası kadın edebiyatına dair tezlere göz attığımda başlıklarda "ev içi emek/ yeniden üretim" gibi ifadelere rastlamadığımı; cinsellik, şiddet, annelik (bu biyolojik yeniden üretimle ilişkilendirilebilir ama yeterli değil) kavramlarının ön plana çıktığını fark ettiğimi belirtmem gerek. Bunda hem son 20 yıldır hızla yükselen ve katliam boyutuna varan kadına yönelik şiddetin kadın edebiyatında da temel meselelerden biri haline gelmesinin hem de feminizm için emekle eşdeğer anlama gelen cinselliğin, yeniden üretimle sınırlanamayacak çok yönlülüğünün etkisi olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda ev içi emek kavramının kullanılmayışını güncel politikayla ilişkilendiriyorum.

Roman ve öykülere bakacak olursak yukarıda saydığım isimlerin eserlerine dair genel gözlemlerim, son on yılda alt sınıf karakterlerin edebiyat alanında kendine çok daha geniş yer bulabildiği yönünde. Latife Tekin, Ayşegül Devecioğlu, Zeynep Kaçar ve Ayfer Tunç'ta sadece alt sınıf kadınları değil, erkekleri de duyabiliyoruz. Üstelik bunu erkek yazarlardan daha derinlikli ve çok boyutlu ele aldıklarını söylemek de yanlış olmayacaktır. Zira sınıfsal sömürünün yanında aynı sınıfa mensup kadın ve erkekler arasındaki cinsiyet hiyerarşisini de kurgularına taşıyor bu yazarlar. Burada çok küçük bir örnekle savımı somutlaştırmak isterim: İşçi, gecekonduda yaşayan kadınlara kurgularında sık sık yer veren Latife Tekin'in 2018'de yayımlanan 'Manves City' romanında grev kırıcı işçiler, grevciler tarafından "kadın" denerek aşağılanıyor. Kadın işçilerin o sırada direniyor olmaları bu tavrı değiştiremiyor.

Biyolojik yeniden üretimin annelik ve kadın bedeni çerçevesinde ele alındığını görüyoruz. Birgül Oğuz'dan Zeynep Kaçar'a, Sema Kaygusuz'dan Aslı Erdoğan'a birçok kadın yazarın eserlerinde, kadınların doğurma/doğurmama/annelik yapma deneyimleri ve tercihleri üzerine derin sorgulamalara rastlıyoruz. Beden söz konusu olunca cinsel şiddetin, diğer meselelere nazaran çok daha sık ve yoğun ele alındığını söylemek de yanlış olmaz sanıyorum. Seval Şahin'in 2000'li yıllarda yerli edebiyat üzerine kapsamlı değerlendirmesinde değindiği gibi, "Kadınların anlatıda kendilerine yer bulmaları ise karakterin çeşitlenmesine sebep oldu. Hakan Bıçakcı, Melida Tüzünoğlu ve Nazlı Karabıyıkoğlu plaza kadınlarının hayatlarını anlatırken, Seray Şahiner, Şebnem İşigüzel, Aslı Tohumcu, Ferat Emen, istismara uğramış kadınları anlattılar."(6) Özellikle çocuk ve kadınlara yönelik cinsel saldırganlık, öfkeli bir karşı çıkışla kurgulanıyor. Aslı Tohumcu'nun 'Kötü Kalp'i, bu konudaki en ikonik eserlerden biri.

Son olarak kadın emeği ve cinselliğinin sömürüsünün en somut karşılığı olan fuhuşun da 2000'li yıllarda çok farklı açılardan ele alınmaya başlandığını görüyoruz. Şüphesiz edebiyatta "fahişe kadın" imgesi, özellikle erkek kurgucular için çok albenili bir imge olagelmiştir. Ancak konunun romantize edilmeden, kadın bedeni ve cinselliğinin sömürüsü olarak ele alındığı kurgulara çok da sık rastladığımızı söyleyemeyeceğim. Bu bağlamda güçlü kurgulanmış bir örnek olarak Gaye Boralıoğlu'nun 'Alametler Kitabı'nda yer alan 'Kanuni Orospu' öyküsünü verebilirim.

Bu yazının, kadın emeği ve 2000 sonrası yerli edebiyat ilişkisine dair kısıtlı, oldukça genel ve daha çok beyin fırtınası diyebileceğim bir çaba olduğunu yeniden belirtmek isterim. Konunun pek çok farklı açıdan yeniden ve daha kapsamlı ele alınması için belki bir başlangıç noktası olabileceğini umuyorum.

Dipnotlar

  1. MacKinnon, C. (1992). Towards a Feminist Theory of the State. Cambridge: Harvard University.
  2. Konuyla ilgili ayrıntılı bir inceleme için bkz. Joanna Russ, 'Yazmak Yasak: Bastırılan Kadın Yazını", 2022, Minotor Kitap, çev. S. Melis Baysal
  3. Russ, a.g.y. s. 16
  4. https://www.gazeteduvar.com.tr/57-kadin-orgutunden-ortak-aciklama-uykularin-kacsin-ben-ne-zaman-ifsa-edilecegim-diye-haber-150715
  5. https://catlakzemin.com/feminist-ozne-mumkun-mu/
  6. Seval Şahin, "2000'li yıllarda yerli edebiyat", SabitFikir, 26.04.2016 http://www.sabitfikir.com/dosyalar/2000li-yillarda-yerli-edebiyat