Asitli saldırıyla yaralanan Nefise Ajuri: Devrimimi yaptım, geri dönmem

Kadınların sokağa çıkarken bile sorun yaşadığı bir ülkede hemşire oldu... "Kocanı bırak bana gel, 30 kilo altın vereyim" diyen bir cihatçı hastanın tehditlerine boyun eğmedi... Asitli saldırıda yüzünü ve uzuvlarını kaybetti... Türkiye'ye gelmeye çalışırken ölüme terk edildi... Geçirdiği 22 ameliyattan sonra 15 yeni ameliyata hazırlanan Afganistanlı Nefise Ajuri yaşadıklarını anlattı.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA - Başta Afganistan, Pakistan ve Bangladeş olmak üzere Güney Asya ülkelerinde her yıl yüzlerce kadın, radikal İslamcı terör örgütü militanlarının asitli saldırılarına uğruyor. Afgan hemşire Nefise Ajuri'nin (38) de 2014 yılında Kabil’de yaşadığı asitli saldırı sonucu yüzü ve vücudu yanmış, burnunun bir bölümünü ve sol kulağını yitirmiş, sol gözünde görme kaybı var. Göçmen kaçakçılarıyla anlaşarak tedavi için Türkiye’ye gelmek üzere yola çıkan Nefise, öldü zannedilerek Doğu Beyazıt yakınlarındaki dağlık alanda bırakılmış. Şu ana kadar sayısız ameliyat geçiren Nefise Ankara’da üç çocuğu ile yaşamda kalmak için mücadele veriyor. Nefise Ajuri Afganistan’da kadın olarak var olabilmenin cesaret gerektirdiğini belirtirken şunları söylüyor: “Afganistan’da kadın olarak evin dışına çıkmak, çalışabilmek, kadınların haklarını savunabilmek gerçekten cesaret işidir ve bu cesaretin sonucunun ölüm olabileceğini de bilirsiniz. Ama yine de en kötü olasılığı düşünmezsiniz. Aslında gösterdiğiniz cesaret yıllar yılı biriken baskılara karşı atılan çok güçlü bir çığlıktır. Mesleğimin ilk gününde hemşire kıyafetini giyip hastalara bakmaya başladığımda kendimi dünyanın en güçlü kadını hissediyordum. Ben de kendi devrimimi yapmıştım.”

Nefise Ajuri’nin üç çocuğu var. Cihatcıların yüzüne attığı kezzap, olay sırasında yanında bulunan kızının el, kol, boyun ve bacaklarına da sıçramış. Şimdi Ankara’da kelimenin tam anlamıyla yaşamda kalmak için direniyorlar. Nefise’nin çalışması mümkün değil. Eşi de saldırının ardından onu ve çocuklarını terk etmiş. Ameliyat döneminde 14, 13 ve beş yaşındaki çocukları birbirlerine emanet edip hastaneye yatıyor. Birleşmiş Milletler’in ödediği kişi başı ödenek ile barınma masraflarını karşılıyor. Nefise, “Sağlığıma kavuştuktan sonra Afganistan’daki kadın ve kız çocuklarının hakları için mücadele vereceğim” diyor. Kendisiyle Ankara’daki evinde konuştuk. İşte anlattıkları:

"İç dünyanızda 'Neden erkeklerle kadınlar eşit değil?', 'Neden ben de erkeklerle aynı imkânlara sahip değilim?' sorularının yanıtlarını aradıkça, bu sorular üzerinden tartışmaya başladıkça ilk tepki aileden gelir."

AİLEMDEN ÇOK ŞİDDET GÖRDÜM, AMA YILMADIM DOKTOR OLMAYI HEDEFLEDİM

Kabil’de 1982 yılında doğdum, beş çocuklu bir ailede büyüdüm. İki ablam ve iki erkek kardeşim var, annem de babam da çok korumacıydı. Doğduğum topraklarda çocukluğa dair güzel anılar biriktiremezsiniz. Afganistan’da şiddet, yaşamın her alanına, her türlü ilişkiye sinmiştir. Savaşların, çatışmaların yaşandığı, sürekli bombaların patladığı bir ülkede yaşamaya, kadın olarak yer edinmeye çalışmak çok çok zordur, mücadele ve cesaret ister. İlk gençlik yıllarım savaşa tanıklıkla geçti. Afganistan’da kadınlarla erkekler eşit değildir. Eşit olmadığına inanırsınız çünkü tersini düşündürecek bir ilişki biçimine tanıklık etmemişsinizdir. Biraz bilinçlendikten sonra, iç dünyanızda "Neden erkeklerle kadınlar eşit değil?", "Neden ben de erkeklerle aynı imkânlara sahip değilim?", "Neden kadınlar şiddet görüyor, öldürülüyor?" sorularının yanıtlarını aradıkça, bu sorular üzerinden konuşmaya, tartışmaya başladıkça ilk tepki aileden, aile büyüklerinden gelir. Düşündüğüm, sorguladığım, düşüncelerimi dile getirdiğim için ailemden çok şiddet gördüm. Bunların beni etkilemesine izin vermedim. Kendime hedef belirledim. Her ne pahasına olursa olsun okuyup doktor olacaktım. Ablalarım evlendirildiklerinde çocuklardı, 12 ya da 13 yaşlarındaydılar en fazla. Ben evlenmemek için çok direndim, ailemden şiddet gördüm.

KABİL’DE ÖZEL BİR HASTANEDE HEMŞİRE... 

1990’larda Molla Ömer, Taliban’ı kurdu. Kısa süre sonra da Kabil’de etnikliklerini hissettirmeye başladılar. Gençlik dönemimde Kabil’de Taliban’ın baskısı vardı, baskıdan öte kendi devletlerini kurmuşlardı. Kadınlar evlerin içine hapsolmuştu. Gizli saklı, evlerin bodrumlarında verilen eğitimlerle liseyi dışarıdan bitirmeyi başardım. Arkasından da üniversitede hemşirelik okuluna girdim. Tıp okuyamadım maalesef. İçimde bir ukde olarak kaldı. Her gün okula gidemesem de hemşirelik okulundan mezun olmayı başardım. İkinci sınıftayken ailemin baskısı ile görücü usulü evlendirildim. Eşim elektrik teknisyeniydi. Bir yıl sonra oğlumuz, sonraki yıl da kızımız dünyaya geldi. O yıllarda Amerikan askerleri Afganistan’a gelmişti. Kabil’de cihatçıların etkinliği biraz azalmıştı. Daha doğrusu Kabil eskiye oranla kadınlar için biraz daha yaşanır bir şehir halini almıştı. Ben de özel bir hastanede hemşire olarak işe başladım.

CİHATÇI HASTA VE ONU ZİYARETE GELENLER TEHDİT ETTİ

Ben çok güzel bir kadındım, girdiğim ortamlarda çok dikkat çekerdim. Hastanede çalışmaya başladığım ilk yıl cildiye servisinde görevlendirildim. Cihatçı olduğu bilinen bir hasta vardı. Kalıcı bir cilt rahatsızlığı mevcuttu ve çeşitli aralıklarla ameliyat oluyordu. Bir gün bana, “Sen çok güzel bir kadınsın. Kocanı bırak, bana gel sana 30 kilogram altın takacağım” dedi. Hiç ciddiye almadım. Birkaç kez daha hastanede benzer cümleler kurdu. İlerleyen günlerde o adamı ziyarete gelen cihatçılar kadınların erkek hastalara bakmasının İslam’a aykırı olduğunu, işi bırakmamızı, bırakmadığımız takdirde sonumuzun iyi olmayacağını söyleyerek tehditte bulundu. Bunları da ciddiye almadım. Ama gelen tehditleri hastane yönetimine bildirdim. Hastane de cihatçılardan gelebilecek saldırılara karşı çeşitli güvenlik önlemleri aldı. Orada benim dışımda sekiz hemşire daha görev yapıyordu. Uluslararası bir hastaneydi. Diğer hemşire kadınlar da tehdit alıyordu. Bazıları işi bıraktı. Ama ben baskılara boyun eğmedim.

KENDİ DEVRİMİMİ YAPMIŞTIM, BOYUN EĞMEDİM

Afganistan’ta kadın olmak zordur. Kadın olarak evin dışına çıkmak, çalışabilmek, kadınların haklarını savunabilmek gerçekten cesaret işidir ve bu cesaretin sonucunun ölüm olabileceğini de içten içe bilirsiniz. Ama yine de en kötü olasılığı düşünmezsiniz. Aslında gösterdiğiniz cesaret yıllar yılı biriken baskılara karşı atılan çok güçlü bir çığlıktır. Mesleğimin ilk gününde hemşire kıyafetini giyip hastalara bakmaya başladığımda kendimi dünyanın en güçlü kadını gibi hissediyordum. Ben de kendi devrimimi yapmıştım. Çok mutluydum. Sabah erkenden hastaneye gidiyordum. Üçüncü bebeğime hamileydim. Hastaneye sık sık cihatçılardan ameliyat için yatanlar ya da poliklinik tedavisi için gelenler oluyordu. O yıllarda Kabil’de de ülkenin diğer yerlerinde de El Kaide yine etkinliğini göstermeye başlamıştı. Afganistan’da bir kadın olarak çalışma yaşamında bulunmaya devam ettiğimiz için can güvenliğimiz tehlikedeydi.

"Yüzüm, vücudum acıdan kavruluyordu. Bağırıyordum ama kendi sesimi duymuyordum."

CİHATÇILARDAN GELEN İKİNCİ TEHDİT

2014 yılıydı. Bir akşam üzeri hastaneden çıktım. Sokağın karşısında sakallı, şalvarlı üç adam bekliyordu. Bir süre sonra karşıya geçip önümü kestiler. İşi bırakmamı, bırakmazsam bir daha uyarmayacakları tehdidinde bulundular. Eve döndüm, kaygılıydım aslında. Eşime anlatmadım, çünkü işe gitmemi yasaklardı. Bir daha da asla hemşirelik yapamazdım, evden çıkamazdım. Ben kendimce bir devrim yapmıştım ve ailemin her türlü engellemesine, şiddetine karşın okumayı başarıp hemşire olmuştum. Tek korkum şuydu: "Eğer bana bir şey olursa çocuklarımın geleceği ne olacak?" Sabaha kadar düşündüm, korkularıma yenik düşmeyecektim, mutluluğumun, hayatımın elimden alınmasına izin vermeyecektim. İşime, mesleğime devam etmeyi sürdürdüm.

ASİTLİ SALDIRI ANI: KULAĞIM ELİMDE KALDI

Bir cumartesi günüydü. İzinliydim. Öğle saatlerinde kızım ile annemlere gitmek üzere evden çıktık. Kızımın elinden tutmuştum, kaldırımda yürüyorduk. Üzerimde burka vardı. Karşıdan hızla birinin yaklaştığını gördüm. Çalıştığım hastanede ameliyat olan, iyileşme sürecinde görev aldığım cihatçı adamdı, son anda tanıdım. Yüzüme doğru bir sıvı attı ve kaçtı. Yüzüm, vücudum acıdan kavruluyordu. Bağırıyordum ama kendi sesimi duymuyordum. Etraftan birilerinin yardıma geldiğini hayal meyal hatırlıyorum. Atılan asitti, kezzaptı ve sadece bana değil kızıma da gelmişti. Bağırıyordum ama bağırdığımı duymuyordum. Çünkü asit sol kulağımı eritmiş. Elimi yüzüme götürdüğümde burnumun yarısı, sol kulağım elime geldi. Kızımın eli, boynu, kolları, sol bacağının bazı kısımları yanmıştı. Aslında bunları da hayal meyal hatırlıyorum. Çevredekiler beni ve kızımı görev yaptığım hastaneye götürmüşler.

YA BAŞIMA GELENLERE RAZI OLACAKTIM YA DA TEDAVİ İÇİN ÇABALAYACAKTIM

Kızım altı yaşındaydı. Yaraları çok ağır değilmiş yanık tedavisi uygulanmış, taburcu olmuş. Afganistan, tıbbi imkânların çok çok sınırlı olduğu bir ülke. Asit saldırılarında da sadece acıları dindirecek ve yaraların kurumasını sağlayabilecek bir tedavi uygulanabiliyor. Benim uzuv kaybım vardı. Yaklaşık bir ay hastanede kaldım. Ama sadece yanık tedavisi uygulanabiliyordu. Çalıştığım hastanedeki doktorların önerisi ile Hindistan’a gittim. Eşim yaşadığım saldırının ardından benden uzaklaştı. Görmek de istemedi, yanımda olmadı. Beni yalnız bıraktı. Hindistan’daki tedaviye erkek kardeşim ve eşi götürdü. Orada yüzüme deri nakli yapıldı. Yeniden Kabil’e döndüm. Çocuklarıma annem ve babam bakıyordu. Kabil’de bir ay kadar kaldım. Çocuklarımın beni o şekilde görmesini istemiyordum, erkek kardeşimin evinde kaldım. İki seçenek vardı önümde. Ya yüzü yanmış, görme ve duyma engelli olarak ölene kadar eve kapanacaktım ya da yaşamda kalmak, yeni bir hayat kurmak ve Afgan kadınların hakları için çabalayacaktım. Ben ikincisini seçtim. Biraz ziynet eşyam vardı, onları bozdurdum. Türkiye’ye gidip, ameliyat olmaya karar verdim. Kardeşim yardımcı oldu, göçmen kaçakçıları ile anlaşıldı.

GÖÇMEN KAÇAKÇILARI ÖLÜME TERK ETTİ, ÇOBANLAR BULDU

Yola çıkarken yanıma çok güçlü ağrı kesiciler, ilaçlar, merhemler aldım. Tek başıma yola çıktım. Bu yolculuğun sonunda ölebilirdim de. Bunu da biliyordum. Çok uzun bir yolculuktu. Yüz ve bedenimdeki yanıklar artık açık yara halini almıştı. Bir gözüm görmüyordu ve sol kulağım yanma nedeniyle eridiği için duyma yetimi de büyük oranda yitirmiştim. Türkiye yoluna çıktığımız diğer Afganlar yolculuk boyunca benden uzak durdular. Yüzüme bakmıyorlar, sanki mikrop bulaştıracakmışım gibi davranıyorlar, yardımcı olmuyorlardı. Yolda çok hastalandım, çok acı çektim. Gece dağlık alanda yürüyüşlerde çok çok zorlandım. Yirmi günü aşmıştı artık yolculuk. Yüzüm kanıyordu. En son hatırladığım dağlık, ormanlık bir alanda Türkiye sınırına doğru yürüdüğüm. Yolda bayılmışım, sanırım öldüğümü düşünüp beni o alanda bırakmışlar. Doğubeyazıt’a yakın bir yerde çobanlar beni bulmuş. Gözümü hastanede açtım. Bir hastanedeydim. Yaklaşık bir hafta uyutulmuşum. Uyandığımda sargılar içindeydim. Bir ay kadar hastanede yattım. Birleşmiş Milletler’in Van’da görevli personeli yakından ilgilenmiş, sağlık hizmetlerimin yürütülmesi için kayıt altına almışlar. Bir süre sonra Doğubeyazıt’tan ambulansla Ankara’ya Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne getirildim. Tüm bu süreçte tek başımaydım. Hacettepe Hastanesi’nde çeşitli aralıklarla on iki ameliyat geçirdim. Yaralarım iyileştikten sonra burun ve kulak ameliyatları için bir süre dinlenmem gerekiyordu. Birleşmiş Milletler beni Ankara’da bir otele yerleştirdi. Daha sonra yeni ameliyatlar başladı. Şu ana kadar yirmi iki ameliyat geçirdim. En azından on beş ameliyat daha olmam gerekiyor.

AMELİYATLAR SIRASINDA ÇOCUKLARIMI BİRBİRLERİNE EMANET EDİYORUM

2015 yılı sonunda Birleşmiş Milletler'in devreye girmesi ile eşim, üç çocuğumla birlikte Türkiye’ye geldi. Ankara’da bir ev tuttuk. Eşim evde bizimle kalmadı. Çocukları bıraktı ve o gün bugündür de eve gelmedi. Çocukları da aramıyor. Bizimle bütün ilişkisini bitirdi. Birleşmiş Milletler ben ve çocuklarım için bir miktar ödemede bulunuyor. Çocuklarımın üçü de Ankara’da okula gidiyor. Birleşmiş Milletler'in yardımı sadece kira ödememize yetiyor. Bir de Kızılay’ın sağladığı Kızılay Kart ile gıda harcaması yapıyorum. Oğlum 14, kızım 13, en küçük kızım da beş yaşında. Ameliyat olduğum dönemlerde çocuklarımı birbirlerine emanet ediyorum. Ameliyatlarım olmadığı zaman hep evdeyim. Dışarı çıkmak istemiyorum, insanların bakışlarından rahatsız oluyorum.

"Afganistan’da benim gibi yüzlerce kadın ve kız çocuğu var, sağlığıma kavuştuktan sonra onların hakları için mücadele vereceğim."

EVİ ÇOCUKLARIM ÇEKİP ÇEVİRİYOR

Aslında kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Fiziksel acının yanı sıra ruhsal olarak da çok acı çekiyorum. Psikolojik destek alıyorum. Henüz Türkçe’yi öğrenemedim. Tedavilerden dolayı fırsatım olmadı. Ameliyat olmadığım zamanlarda da yatıyorum. Evi çocuklarım çekip çeviriyor. Dilini bilmediğim bir ülkede yalnız başına ayakta durmak, üretememek çok yorucu, çok yıpratıcı. Birleşmiş Milletler'de kayıtlı olduğum için üçüncü bir ülkeye gitmeyi bekliyoruz. Sanıyorum bir yıl gibi bir süre içinde bir Avrupa ülkesine gidebileceğiz. Yüzüm hiçbir zaman eski haline gelmeyecek, bunu biliyorum. Ama en azından Avrupa’da kuracağım yeni yaşamımda yeniden hayata tutunmak, çalışmak, mesleğimi yapmak istiyorum. Afganistan’da benim gibi yüzlerce kadın ve kız çocuğu var asit saldırısında yaralanan ve uzuvlarını yitiren. Sağlığıma kavuştuktan sonra Afganistan’daki kadın ve kız çocuklarının hakları için mücadele vereceğim.