Neoliberal Türkiye’de kadın emeği

Sürekli olarak anneliğin kutsanması, kadının geleneksel rollerine yönelik atıflar, ahlaki değer yargılarının toplumsal hayattaki yansımaları kadınların güçlenmesinin önünde engel oldu. Kadınları geleneksel ekonomik faaliyetlere hapseden, erişte-baklava-börek üçgeninde kermeslere sıkıştıran zihniyet kadınlara toplumun merkezinde yer açmadı.

Google Haberlere Abone ol

Aslıhan Aykaç Yanardağ*

Neoliberal ekonomi politikalarının gelişmekte olan ülkelere yönelik en önemli vaadi, kısıtlı sermaye birikimi nedeniyle karşı karşıya kaldıkları yatırım sorununu erken kapitalist ülkelerden gelecek doğrudan yabancı sermaye yatırımları sayesinde aşılması ve bu yatırımların istihdam imkanlarını genişletecek olmasıydı. Neoliberal politikalar gelişmekte olan ülkelerin işgücü için istihdam imkanlarında hem sayısal hem de nitel bir artış vaat ediyordu. Çokuluslu şirketler olmasa iş bulamayacak insanlar, bu yabancı yatırımlar sayesinde iş imkânı bulacaktı. Dahası teknoloji transferi ve etkin yönetim sistemleri verimliliği artıracak, çalışanlar vasıf inşa etme imkânı bulacak ve bu süreç çarpan etkisiyle işgücünün yapısal olarak niteliğini artıracaktı. Bir başka olumlu beklenti ise dünya piyasalarıyla entegre olan ekonomilerde ücretlerin süreç içerisinde yükselmesi ve bu sayede emek kesiminin yaşam standartlarında da bir gelişme olmasıydı. Gerçekte ise devlet denetiminden kurtulan piyasa özgürleşirken, devletin sosyal politika ve bölüşüm mekanizmalarından yoksun kalan emekçi sınıflar köleleşti. Büyük resmin en büyük kaybedeni de kadınlar oldu.

KÜRESEL EMEĞİN KADINLAŞMASI 

Neoliberal ekonomi politikalarının küresel düzeyde uygulamaya konmasının en önemli sonuçlarından biri kadın istihdamının dünya genelinde artması oldu. Bu artış basitçe daha fazla kadının formel istihdamda yer alması anlamına gelmiyor. Öncelikle daha önce geleneksel sektörlerde ücretsiz olarak çalışan kadınlar imalat sanayinde ve hizmetlerde istihdam edilmeye başladı. İkinci olarak, daha önce erkek işi olarak tanımlanan iş kollarında üretim sürecinin dönüşümü, teknolojik yatırımlar kadın istihdamının artmasına yol açtı. Ancak bunların dışında devletin sosyal politika kapsamının daralması ve hanelerin tek maaşlı, erkeğin kazancına bağlı haneler olmaktan çıkıp çift maaşlı hanelere dönüşmesi de kadın istihdamını zorunlu kıldı. Çoğu zaman bu kadınlar kayıtdışı istihdamın ya da güvencesiz, esnek ve geçici istihdam alanlarının birinci emek kaynağı haline geldi. Esnek uzmanlaşma ve hayat boyu tam zamanlı istihdam modelinin zayıflaması işgücü piyasasında yarı-zamanlı, düzensiz, parça-başı ya da kısa süreli sözleşmeli çalışmanın yaygınlaşmasına yol açtı. Bu durum kadınlar kadar erkekleri de kapsıyor olsa da kadın emeğinin özellikle hanedeki işbölümüne ve geleneksel ekonomiye paralel giden belli işkollarında yoğunlaşmış olması kadın emeğinin esneklikten daha fazla etkilenmesine yol açtı. Toplumsal cinsiyete dayalı ücret eşitsizliğiyle beraber düşünüldüğünde esnek istihdam kadın emeğinin çok daha fazla değer kaybettiğine işaret eder. Dolayısıyla dünya geneline baktığımızda kadınların işgücüne katılım oranı ve kadın istihdamı artış gösterir. Ancak bu artış, esnek istihdam alanlarında, iş güvencesi ve gelir güvencesinin görece düşük olduğu alanlarda ve sıklıkla kayıtdışı istihdam biçiminde gerçekleşir. Son olarak, neoliberal politikaların vaat ettiği vasıf edinme, verimlilik artışı ya da yaşam standartlarındaki atılım ne kadınlar için ne de parçası oldukları haneler için gerçekleşmiştir. Küresel işgücündeki kadınlaşma aynı zamanda güvencesizleşme ve sömürüyü de beraberinde getirmiştir.

TÜRKİYE'NİN PARADOKSU 

Bütün dünyada kadın istihdamı ve kadınların işgücüne katılım oranları artarken Türkiye’de azalır. Oysa dışa açılma sürecinde piyasanın serbestleşmesinden özelleştirmelere, sosyal politika kapsamının daraltılmasından, kamu sektöründeki işgücü maliyetlerinin azaltılmasına kadar neoliberal reçetede öngörülen tüm politika seçenekleri uygulamaya konmuş, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının önü açılmış ve buna uygun serbest ticaret bölgeleri de kurulmuştur; ancak kadınların emek piyasasındaki payı bütün dünyada artarken Türkiye’de belirgin bir biçimde geriler. Dünya Bankası Dünya Kalkınma Göstergeleri’ne göre Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranı 1975 yılında yüzde 47 oranında seyrederken, 1985 yılında yüzde 44, 1995 yılında ise yüzde 30’a kadar düşer. 2005 yılında üst üste gelen ekonomik krizlerinde etkisiyle bu oran yüzde 23’e kadar geriler. İşgücüne katılım oranı söz konusu süreçte hem çalışma yaşındaki toplam nüfus hem de çalışma yaşındaki erkek nüfus için de gerilemiş olsa da bu durum kadın emeğini daha derinden ve daha yapısal biçimde etkiler; zaten düşük olan işgücüne katılım oranlarının daha da düşmesi kadınların işgücü piyasasında marjinalleştiğine, iş bulma umudunu yitirdiğine ve cinsiyetler arası istihdam ve gelir farklarının ise arttığına işaret eder.

Türkiye’de kadın emeğinin durumunu daha da ilginç kılan, işgücü kapsamındaki kadınların eğitim düzeyi yükselirken, buna bağlı olarak yönetici konumundaki kadınların ve örneğin akademideki kadınların sayısı artarken toplamda kadın istihdamının gerilemekte olmasıdır. Dolayısıyla az sayıda vasıflı kadının emek piyasasında görece yükselişine karşılık kitlesel olarak kadınların emek piyasasından dışlandığı, kadınlar arasında bir tabakalaşmanın ortaya çıktığı, Aksu Bora’nın Kadınların Sınıfı kitabına değinmek gerekirse, toplumsal cinsiyet ve sınıf arasındaki karşılıklı etkileşimle birbirini yeniden ürettiği bir bağlam söz konusu. Bu durumda neoliberal ekonominin vaatleri ancak çok küçük bir kesim için gerçekleşmiş oluyor. Fakat bu kesimin yükselişini de doğrudan neoliberal ekonomiye atfetmek yanıltıcı olur; eğitim ve vasıf düzeyi yüksek kesim başka bir ekonomik model kapsamında da benzer bir konuma gelebilirdi.

Türkiye’de kadın emeğinin durumunu özgün kılan bir başka unsur ise genç kadınların toplumun en kırılgan kesimini oluşturmasıdır. Dünya Bankası verilerine göre 2018 yılında 15-24 yaş arası kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 31, aynı oran erkekler için yüzde 56 ve aynı yaş grubu için toplamda yüzde 44 düzeyindedir. 15-64 yaş arası nüfus için aynı oran kadınlar için yüzde 34, erkekler için yüzde 73 ve toplamda yüzde 53tür. Bu iki grubu karşılaştırdığımızda gençlerin işgücü piyasasına dahil olmakta güçlük çektiği, işsizliğin en fazla genç kesimi etkilediği sonucuna varılabilir. Karşı bir argüman gençlerin eğitim süresinin uzamasından ötürü işgücü piyasasına dahil olmadıklarını savunsa da eğitim işgücü piyasasına katılmayı geciktiren bir unsur değildir. Bunun için de çalışmayan, eğitim ve öğrenim görmeyen gençler (NEET) oranına bakmak durumun vahametini göstermesi açısından önemlidir. Toplam nüfusun yüzde 24 kadarı çalışmayan, eğitim ve öğrenim görmeyen gençlerden oluşurken, kadın nüfusun yüzde 33.5, erkek nüfusun ise yüzde 15.6 kadarı bu grupta yer almaktadır. Genç kadınlar emek piyasasından, eğitimden ve toplumsal kalkınma hedeflerinden dışlandıkça ülke olarak verimlilikten, kalkınmadan veya ekonomik büyümeden söz edilemez.

DEVLETİN DEĞİŞEN YÜZÜ 

Neden böyle oldu? Neden neoliberal ekonominin vaatleri gerçekleşmedi? Neden dünyada artan kadın istihdamı Türkiye’de artmadı ve kadınlar emek piyasasında kalıcı bir yer edinemedi? Bu soruların cevabını iki ayrı sistemik unsurda aramak mümkün.

İlk olarak neoliberal ekonomi vaatleri dünya genelinde gerçekleşmedi. Orta sınıf eridikçe, prekarya genişledikçe ve bölüşümü düzenleyen politikalar, sosyal güvenlik ağları zayıfladıkça sömürü arttı, tüm emek kesimlerinin yaşam standartlarında bir gerileme söz konusu oldu. Yüzde 1 ve yüzde 99 arasındaki uçurum artmasından, küresel eşitsizlik ve yoksulluk sorunundan herkesten fazla kadınlar etkilendi. Çalışan kadınlar, vasıflarına denk olmayan işlerde çalıştıkları için, emeklerinin değeri hiç sayıldığı için kaybetti; çalışmayan kadınlarsa hane gelirine mahkûm kaldıkça ekonomik ve sosyal özgürlükten yoksun kaldılar. Esneklik, kadınlara evdeki ikinci vardiyaya rağmen yarı-zamanlı da olsa çalışma imkânı tanıdı, bu durum iş-yaşam dengesini sağladığı için olumlu bir durum gibi görüldü. Gerçekteyse esnek istihdam kadınların vasıf geliştirmesini ve emek piyasasında yükselmesini engelleyen yapısal bir kısıttı.

İkinci sistemik unsur devlet politikalarının kadın istihdamını destekler gibi görünürken tam tersi, kadını evde tutmaya yönelik yaklaşımları oldu. Son 40 yılda dışa açılma süreci kadınlara daha fazla istihdam imkânı sunmadı. Özelleştirmeler sonucu kamu sektöründeki daralma kadın istihdamını olumsuz etkiledi. 1999 ve 2001 krizlerinden sonra özel sektördeki daralma da bu olumsuzluğu besleyen bir etki gösterdi. Buna karşılık istihdam paketlerinde kadınlara yönelik destekler sunulmadı, işletmelerin kreş açma zorunluluğu toplam işçi sayısı yerine kadın işçi sayısına göre belirlenince, işverenler bu sorumluluktan kaçınmak için kadın işçi sayısını sınırlı tuttu, ya da emzirme odası ve kreş olanaklarını hiç sunmadı. Ev kadınların dışarıdan prim ödeyerek emekli olma imkânı sunulması istatistiklere istihdam gibi yansıdı, oysa gerçekte bu kadınlar emek piyasasına dahil olmadılar, bu da istihdamın yaratacağı ekonomik ve sosyal özgürleşmenin gerçekleşmesine engel oldu. Benzer bir biçimde geleneksel ekonomide çalışan ücretsiz aile işçileri istihdam rakamlarına dâhil edildi, ancak çalışma koşullarına ya da sosyal güvencelerine yönelik düzenleme yapılmadı. Kayıtdışı istihdamın kayıt altına alınmasıyla beraber kadın istihdamının daha yüksek olacağı savunulsa da bu olası etki kayda alınan ücretsiz aile işçiliğinin yarattığı yanılsama ile birbirini götürecek düzeyde. Devletin evde bakım hizmetlerine verdiği destek hem devletin bakım hizmetleriyle ilgili sorumluluğunu üzerinden aldı hem de kadınları emek piyasasının dışında tutarak işsizlik rakamlarına dahil olmalarının önüne geçti.

Bütün bunların dışında iktidar tarafında sürekli olarak vurgulanan ve gündelik hayatın tüm alanlarına nüfuz eden cinsiyetçi yaklaşımlar da kadın emeğinin piyasadaki durumunu kolaylaştırmadı, kadın emeğinin değerini ve kalkınmadaki katkısını göz ardı etti. Sürekli olarak anneliğin kutsanması, kadının geleneksel rollerine yönelik atıflar, ahlaki değer yargılarının toplumsal hayattaki yansımaları kadınların güçlenmesinin önünde engel oldu. Kadınları geleneksel ekonomik faaliyetlere hapseden, erişte-baklava-börek üçgeninde kermeslere sıkıştıran zihniyet kadınlara toplumun merkezinde yer açmadı.

NE YAPMALI? 

Sorun sistemdeyse çözümü de sistemde aramak gerekir. Bugün artık toplumun hiçbir kesiminin neoliberal politikalardan medet umması gerçekçi olmaz. Bu noktada alternatif ekonomik faaliyetler, piyasa bağımlılığını azaltmaya yönelik etkinlikler ve toplumsal dayanışma ağları önem kazanıyor. Hem orta sınıfta hem de işçi sınıfı içinde sistemin dışına çıkmaya yönelik arayışlar söz konusu. Bu arayışların güçlü bir alternatif yaratması ve bir direnç noktası haline gelmesi daha fazla iletişim ve işbirliğiyle mümkün olacak. Bunun için daha fazla ve daha yeni örgütlenme biçimlerinin deneysel düzeyde dahi olsa canlandırılması gerek.

Yeni örgütlenme biçimlerinin ortaya çıkması mevcut yapıların kullanışsız olduğunu göstermez; tam tersine mevcut örgütsel yapılar ve yeni gelenler arasındaki işbirliği dayanışma zeminini genişletir. Geçmişin birikimi ve öğrenme süreci yeni örgütsel deneyimler için de bir rehber görevi görür. Artık daha fazla kadın aktif siyasetin içinde yer almalı, parti üyesi olacaksa kadın kollarında değil, parti yönetiminde yer almayı hedeflemeli. Sendikalarda kadınların katılımı desteklenmeli, bugün Arzu Çerkezoğlu, Feray Aytekin Aydoğan gibi liderler kadınların sendikal hareketteki potansiyelini temsil ediyor. Kadınlar yalnızca kadın kollarında, kadın derneklerinde, kadın örgütlerinde değil tüm örgütsel yapılar içinde varlık göstermeli, görünürlük kazanmalı ve toplumsal kalkınma hedeflerine dair karar alma süreçlerinde yer almalı. Ancak en önemlisi kadınlar toplumsal ayrışmanın fay hatlarını aşarak ortak hedefler altında buluşmayı başarmalı. Başörtülü kadınlar “benim başörtülü bacılarım” söylemindeki tahakkümün, anlamsız sahiplenmenin farkında. Ezbere dayalı, ayrıştırıcı söylemler yerine çözüm odaklı, yaratıcı, eyleme dönük olasılıklar gündemdeki yerini almalı.

*Prof. Dr., Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü